Takiye Konusu
Murat Belge

Taraf’a yazdığım yazıda Ahmet Sever’in Abdullah Gül’le geçirdiği yılları anlatan kitabı üstünde durdum (30 Haziran Salı yazısı). Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan, AKP’nin en önde gelen iki önderi. Bu ortaklığa rağmen, gerek kişilik yapısı, gerek düşünce yapısı bakımlarından birbirine hiç benzemeyen iki kişi. Bu, çok yadırganacak bir şey değil elbette; zaman zaman benzer durumlar oluyor, olabiliyor. Gene de, şaşırtıcı tarafları var.

O yazıda özellikle vurguladığım nokta, Abdullah Gül’ün ilk tanıdığımızdan bugüne çizgisini, davranışını pek değiştirmediği, buna karşılık Tayyip Erdoğan’ın bayağı radikal bir değişimden geçtiğiydi. Düşünün, sözgelişi 2010’da doğaüstü bir olay oldu, birileri Tayyip Erdoğan’ı aldı götürdü, diyelim. Tarihler Tayyip Erdoğan hakkında ne yazardı, ne anlatırdı, nasıl bir Tayyip Erdoğan tipi çizilirdi? 2010’dan sonra olanları gözlemleyince, nasıl bir Tayyip Erdoğan imgesi beliriyor zihnimizde?

Muhtemelen bu bir değişim değildi. Yani bu ikinci Tayyip Erdoğan hep vardı, ama bazı koşullar onun olduğu gibi ortaya çıkmasını engelliyordu.

AKP’nin iktidar olduğu günden başlayarak “Takiye yapıyorlar” diyenler vardı. Sürece bugün varılan noktadan bakıldığında bu yargı daha inandırıcı duruyor. Çünkü o günden bugüne gerçekten çarpıcı bir dönüşüm oldu. Demek ki o gün kendini gizliyordu; şimdi buna gerek kalmadı. “Sahici” Tayyip Erdoğan karşımıza çıktı.

İki nedenle bu yargıya katılmıyorum. Birincisi, siyaseti, hele “hukuk” gibi konuları “takiye” gibi bir kavram üzerine temellendiremeyiz. Adam “A” diyorsa “A” diyor; “Hayır. ‘A’ dedi ama aslında ‘B’ demek istiyor.” Peki, ‘B’ demek istediğinin kanıtı var mı?

Yıllar yılı, her yerde, muhafazakârlar, sağcılar, komünistleri “seküler takiye”yle suçladılar ve yasakladılar. Bildik argüman: “Bunlar demokrasiyi kullanarak güçlenir; güçlenince de demokrasiyi yok eder!”

O halde?

O halde demokrasiden yararlanmalarını engelleyeceksin. Yani varolmalarını yasaklayacaksın.

Yıllarca bunu dinlemiş bir komünist olarak şimdi bunu dindar Müslüman bir partiye karşı kullanmayı doğru bulmuyorum.

Bu, “ilke”ye bağlı bir “doğru bulmamak”; ikinci gerekçem, “ilke” falan değil, “gerçeği yansıtmak” bakımından da doğru bulmamak. İçinde bilemeyeceğim dozda takiye karışımı da olabilir ama ben Tayyip Erdoğan’ın geçirdiği değişimde başka etkenlerin daha çok payı olduğunu düşünüyorum. “Takiye”, son analizde, rasyonel bir davranış. Ama Tayyip Erdoğan’ın davranışlarında rasyonalitenin payının gitgide azaldığı kanısındayım.

“One minute” olayının önemli bir dönemeç olduğunu sanıyorum. Bu olaya kadar Tayyip Erdoğan, Türkiye’deki İslâmcı siyasî hareketin önderiydi. Tehlikeler, mayınlar, uçurumlar arasından başarılı manevralarla sıyrılıp geçiyordu; başarılıydı. Ama “van minüt”le Türkiye sınırlarının dışına çıktı; İslâm dünyasının sevilen adamı, önderi haline geldi. Geldi de, aynı anda, bir korku başladı. “İsrail’e bodoslamadan daldım. Şimdi bu Batı benden huzursuz olur, benden kurtulmaya çalışır.”

Aynı kaynaktan çıksa da pek “türdeş” olmayan bu iki eğilim Tayyip Erdoğan’ın zihninde birbirine dolanarak gelişti. Örneğin Arap Baharı olayları bunların ikisini birden güçlendirdi.

Sanıyorum Tayyip Erdoğan “van minüt”üyle kendisine “one minute” denilen Gezi Olayları arasında doğrudan bir nedensellik ilişkisi kurdu. İşte, beklediği gibi, emperyalizm onu yıkmak üzere harekete geçmişti.

İnsanlar siyasî olayları ancak “komplo” kılığına sokarak “anlamlı” kılmaya başladıklarında, zihinde böylece kurulan senaryo gerçekliğin kendisinden çok daha önemli olur.  Tayyip Erdoğan’ın ideolojik dünyasında herhalde “ajan”, “zebani”, “şeytan”, “protestocu” arasında ayırıcı çizgiler epey siliktir. Çevresinde de bu yapıda insanları topladığı için, birbirlerini de etkileyerek, “içeride ve dışarıda”, “düşmanlar ve hainler”le kuşatılmış olarak, büyük bir cihad cehdi içinde yaşadıklarına inanıyorlar.

AKP, Türkiye’de İslâmcı siyasi hareketin, akımın, yıllardan beri Necmettin Erbakan’ın çizdiği çizgiler dışına çıkma iradesini gösterme aşaması olarak ortaya çıktı. Birçok somut olguyu, Necmettin Erbakan perspektifine göre daha iyi gördü, daha doğru değerlendirdi. Ama bir süre sonra partinin üstünde Tayyip Erdoğan vesayeti örülmeye başladı ve Tayyip Erdoğan gözlükleri, gerçekliği gösteren değil, çarpıtan bir mahiyet aldı.

Bu durum muhataralı bir durum AKP için. Bunun nelere yol açacağı ve nasıl bir sonuca doğru yöneleceği de ülkenin şu aşamada en önemli sorunlarından biri.