Baykal Olayı
Murat Belge

Türkiye’nin başka birçok şeyiyle birlikte siyasî ideolojisini, genel etik anlayışını anlamakta güçlük çekiyorum. Ne, niçin oluyor? Her zaman açık değil.

Aklımdaki olay, Deniz Baykal’la ilgili olanı. Malûm, bir zaman önce Deniz Baykal’ın bulunduğu bir kaset ortaya çıktı. Bunun üstüne Deniz Baykal, CHP Genel Başkanlığı görevinden istifa etti. Bu, dünyanın birçok ülkesinde görülen ve dolayısıyla beklenen bir davranıştır; onun için burada yadırganacak bir şey yok. Bir siyasetçi toplumun onaylamadığı bir cinsel davranışta bulunmuş ve bu sabit olmuşsa, istifa eder - bunun siyasetle bir ilişkisi olmadığı halde.

Kendi hesabıma önem verdiğim ya da çok gerekli bulduğum bir şey değildir bu. Siyaset adamlarının yaptıkları ne çok şey var ki “kabahat” kategorisinin yanından geçmiyor. Örneğin Deniz-Yusuf-Hüseyin’in idamını iki elini birden havaya kaldırarak onaylamak bence Deniz Baykal’a yüklenenden çok daha ağır bir suç. Hatırı sayılır “kriminal”lerden Kenan Evren ile Tahsin Şahinkaya’nın cenazeleri daha iki gün önce törenle kaldırıldı.

Ama siyaset böyle. Demokratik siyaset kitlelerle yürüyor; “kitle” denince de en ortalama, en göreneksel “ahlâk” hemen devreye giriyor. Baykal olayında da, bazıları, herhalde onu seven CHP’liler, “özel hayat” diyesi oldular; hemen Tayyip Erdoğan gürleyesi oldu: “Öyle özel hayat mı olur?” minvalinde.

Kim yaptı, kim tuzak kurdu, bilemem. “Bilmeyen yoktu” diyorlar ya, işte bilmeyenlerden biriyim. CHP’yi kim yeniden yoğurmak istiyorsa o olmalı, mantıken. Tabii bu ülkede olan her şeyin “mantıken” olduğunu söylemek de mümkün değil.

Benim anlamakta güçlük çektiğim bundan sonrasında olanlar. Deniz Baykal, Meclis’e seçildi, girdi. Meğer en yaşlı milletvekili de oymuş. E, işte bu da malûm gelenek. Meclis açılınca en yaşlı mebus geçici Meclis Başkanı olur. Bunlar oldu. Derken Deniz Baykal “geçici” değil de “kalıcı” Meclis Başkanı olmak üzere adaylığını koydu. O adaylığını koydu, CHP de destekledi. İşte, benim anlamadığım da bu.

Baykal seçilemedi filan. Çünkü MHP belirli bir rol oynamaya karar verdi. Yani olay olmadı, ama teşebbüs oldu - bu, bir olgu.

Deniz Baykal, o kasetten ötürü kendi partisinin başkanlığından istifa etmek durumunda kalıyorsa, o kaset hâlâ bir yerlerde dururken nasıl Meclis Başkanı oluyor? Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı olmak, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı olmaktan daha fazla “iffet” gerektiren bir görev mi?

Gene geleneklere göre bunun başka uzantıları da oluyor. Yani, Cumhurbaşkanı bir yerlere gidiyor, onun yokluğunda yerine TBMM Başkanı vekâlet ediyor.

Yani kasetin varlığının buna da bir etkisi yok.

Hukukta “suçlar ve cezalar” olur. Şunu yaparsın, yakalanırsın, şu kadar ceza alırsın. Örneğin hapis cezası. Bir yıl, iki yıl. Neyse bunun infazı, şusu busu, yatarsın, çıkarsın, hayata yeniden başlarsın (bütün o sabıka kayıtlarıyla falan ne kadar yeniden başlayabilirsen).

Ama Deniz Baykal’ın yaptığı böyle bir “suç” değil. Dolayısıyla bir “ceza”sı da yok (aslında Tayyip Erdoğan’ın taze iktidar zamanında istediği olsa “zina” TCK’ya girecek, yani bu eylem bir “suç” olacaktı; ama neyse ki bunlar olamadı).

“Suç” değil “ceza”sı yok, ama bu tür davranışların kendine özgü bir “kalıcılığı” var. Benim bildiğim böyle. Bir adam böyle bir şey yapıyor, aradan üç yıl, beş yıl geçince, “yapmamış gibi” oluyor - anlaşılır bir şey değil.

Tekrar ediyorum, bana göre olay zaten buralara taşınacak bir şey değil. Ama mademki “taşıyan” bir toplumda yaşıyoruz, o halde ne oluyor?

Diyelim ki Deniz Baykal olsun, partisi olsun, zaten bir tuhaf düşünürler, burada da tuhaf düşünmüşler...

Ama bir de Halaçoğlu olayı çıktı. Halaçoğlu, MHP’nin niçin Deniz Baykal’a oy vermediğini açıkladı: CHP “dinsiz” diye tanınan bir partiymiş,  dinî akidesi zayıf birine MHP oy verirse birileri bunu diline dolarmış…

Yani Deniz Baykal’ın partisinin “dinî akidesi” daha önemli…

Yazının başında dediğim gibi, bazan hiç anlamıyorum, ne olduğunu, niçin olduğunu. Siz anlıyor musunuz?