Paldır Küldür Gidiyorlar
Arzu Yılmaz

İçinden geçtiğimiz şu günler, bana “Gümbür gümbür gelenler, paldır küldür giderler” sözünü hatırlatıyor.

Bu son “Devletin kudretini gösterme” hamlesi de aslında görünen kaçınılmaz sonun önüne geçme çabası.

Nihayetinde, AKP’yi gümbür gümbür iktidara getiren değişim ve istikrar umuduydu.

Günün sonunda paldır küldür götüren ise statükonun bizzat AKP eliyle geri dönüşü ve istikrarsızlık korkusu olacak.

Tabii bu son yalnızca AKP ile sınırlı kalır mı, yoksa beraberinde Türkiye de etrafını saran çökmüş devletler kervanına katılır mı, kestirmek zor.

Zira Ortadoğu’nun içine düştüğü kaos ortamında kimin ne olacağını kimse öngöremiyor.

Masada kotarılanlar sahada uygulanamıyor, sahada olanlar masada yer bulamıyor.

Bu aşamada, herşeyden önce şunu ikrar etmek gerekiyor ki, Türkiye’nin bekasını tayin edecek Kürt sorununu barış yoluyla çözme fırsatı bir kez daha geri tepildi.

Özetle, “Büyük Türkiye” hayali suya düşünce, elde kalan “tek millet, tek devlet, tek vatan” Türkiye’nin ancak Türklere yeteceği hatırlandı.

Bu bağlamda, atılan bombaların sesi bugün duyuluyor olsa da, aslında pimleri çoktan çekilmişti demek doğru olur.

2 Ekim 2014 tarihinde TBMM’den geçen ve TSK’ya Suriye ve Irak’a sınır ötesi müdahale yetkisi veren tezkere ise bu sürecin miladı oldu. Bu tezkerenin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD ziyaretinden bir hafta sonra gündeme geldiğini de unutmamak gerekir. Yani, ABD’nin kısaca “Ver İŞİD’i, al PKK’yi” şeklinde özetlenebilecek politikasının ipucu o günlerde verilmişti.

Peki, ABD tam da bu süreçte neden Türkiye’ye rağmen Kobane’nin IŞİD’den kurtarılmasına destek verdi?

Bugünden bakıldığında, bu politikanın Türkiye’nin IŞİD’le mücadelede aktif rol almaya ikna edilmesinde ne kadar etkili olduğu görülüyor. Aynı zamanda, AKP’ye Türkiye sınırlarının bir adım ötesine ilişkin herhangi bir tasavvurunda ABD’den bağımsız hareket edemeyeceğinin de hatırlatıldığı söylenebilir.   

Bu arada, IŞİD’le mücadelede nerdeyse yalnızca Kürtlerin hevesli ve başarılı olduğu gerçeği tabii ki göz ardı edilemez.

Ancak, asıl nedeni ABD’nin 1999 yılında Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesinden bu yana benimsediği politikada aramak gerekir. Zira ABD, bir terör örgütü olarak kabul ettiği PKK’nin tasfiyesini dört parça Kürdistan ölçeğinde yeniden yapılanması üzerinden planlıyor.

Zaten PYD’nin ilk kuruluşu da ABD’nin bu politikasının 2002 yılında PKK tarafından kabul görmesinin bir sonucuydu. 2004 yılında bu plana onay veren Osman Öcalan ve Nizamettin Taş gibi isimler PKK’den koptu. Ama PYD ve beraberinde kurulan PJAK ve PÇDK varlıklarını bugüne kadar sürdürdü.

Bu bağlamda, ABD Kobane’ye verdiği destekle bir anlamda 2000’li yıllarda yarım kalan projesini tamamlama fırsatı buldu. ABD, PYD’yi askeri olarak IŞİD’e karşı kollamak yoluyla deyim yerindeyse bir taşla birkaç kuşu birden vurdu.

Son tahlilde, bugün ortaya çıkan tablo, özünde PKK’nin tasfiyesi planlamalarının bir parçası. Ancak, Türkiye’nin bu hevesle giriştiği her hamle sonunda, tıpkı Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin ortaya çıkış sürecinde tecrübe edildiği gibi, sınırında yeni bir Kürt antitesini kabul etmek zorunda kalacağı unutulmamalı.

Başbakan Davutoğlu’nun hafta başında PYD ile ilişkiler bağlamında yaptığı ılımlı açıklamaların da bu kabule uygun bir zemin hazırlığının yapıldığını gösteriyor.

Ancak, PYD’nin bu masa başı planlamalara nasıl bir yanıt vereceği henüz meçhul. Salih Müslim’in yine hafta başında El-Hayat gazetesine verdiği röportaja bakılırsa, Türkiye’nin bu hazırlıkları boşa da çıkabilir. Müslim, Suriye’nin bütünlüğü içinde yer almaya ve hatta YPG güçlerinin Esad rejim güçlerine katılmasına yeşil ışık yakıyor. En son Haseke’de birlikte ulaştıkları sonuçlar da göz önüne alınacak olursa, Türkiye’ye kesilecek faturanın yalnızca güney sınırında yeni bir Kürt antitesini tanımakla kalmayacağını öngörmek mümkün.

Zira bugünün şartlarında Esad demek aynı zamanda İran demek. Türkiye’nin Irak’tan sonra Suriye’de de inisiyatifi İran’a kaptırmasının sonuçları ise PKK’nin tasfiyesi ile mi yoksa güçlenmesiyle mi sonuçlanır belli olmaz.

Dolayısıyla bu politikasızlık içinde AKP’nin elinden yalnızca bomba yağdırmak, tutuklamak, daha da olmadı Kürtlerin neredeyse Türkiye ile tek bağı haline gelen HDP’yi kapatma tehdidi savurmaktan başka bir şey gelmiyor.

Ezcümle, Türkiye için PKK’nin tasfiyesi PKK’nin bir muhatap olarak kabul edilmesinden daha maliyetli olabilir. Nihayetinde, bu son “Devletin kudretini gösterme” hamlesi bittiğinde ve barış kaçınılmaz olarak yeniden gündeme geldiğinde masada kimlerin, hangi pozisyonda oturacağı belli değil.

Ama en azından, İmralı sürecinde olduğu gibi yalnızca Kürtlerden ve Türklerden söz etmeyeceğimizi şimdiden söyleyebiliriz.