Sembolik sermaye, toplumsal rıza ve özerklik
Cuma Çiçek

Açıkça yazalım: Türk devleti, bugün anaakım Kürt hareketinin öncülük ettiği Kürt muhalefetine karşı yürüttüğü yüzyılı aşkın kavgayı çoktan kaybetmiş durumda. Bunu her ne kadar görmek istemese de durum bu.

Kaybedilmiş kavga

Açıklayalım: Büyük çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu 6 milyondan fazla bir nüfus devletin geleneksel siyasetine rıza göstermiyor, bunu kabul etmiyor, başka bir ifadeyle meşru görmüyor. Çocuklarla birlikte yaklaşık 10 milyon nüfusa tekabül eden bu grup bugün HDP tarafından temsil edilen siyasi hareketin toplumsal projesi etrafında mobilize olmuş durumda. Fransız düşünür Pierre Bourdieu’nün kavramsal çerçevesinden faydalanırsak eğer (Devlet Üzerine, İletişim, 2015), devlet, Kürt meselesi bağlamında, en belirleyici sermaye alanını, yani fiziksel güç sermayesi, ekonomik sermaye ve bilgi sermayesi alanlarına içkin olan “sembolik sermaye alanını” ve bu alanda kurulan “sembolik iktidarını” önemli oranda Kürt muhalefetine kaptırmış durumda.

Üstelik durum Kürt muhalefetinin Kürt alanında en büyük sembolik sermaye ve sembolik iktidar sahibi aktör olmasından ibaret de değil. Kürtler büyük nüfuslarıyla bir yandan coğrafik bir alanda çoğunluğu oluştururken, öte yandan ülkenin en büyük 10 metropol şehrinde yoğunlaşmış durumda. Dahası, bu nüfusun kardeşleri, sınırın iki yakasında “politik bölgelerini” (Irak Kürdistan Bölgesi ve Suriye Kürdistan Bölgesi Rojava) ve bir yakasından da “kültürel bölgesini”(İran Kürdistan Eyaleti) kurmuş durumda.

Son olarak, 07 Haziran sonrası artan çatışmalar, öz-yönetim ilanları ve kentsel alanlarda cereyan eden politik şiddet eylemleri üzerinden gündeme gelen “yeni kuşak” meselesi var tabi.  Özetle, J. P. Sartre’ın F. Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri adlı kitabına yazdığı önsözde belirttiği üzere “başka bir kuşak geldi, sorunun konumunu değiştirdi.” Özetle, devlet şiddetiyle yüklü bir kolektif hafızaya sahip, çoklu ve derin sosyo-ekonomik eşitsizlikleri deneyimlemiş bu kuşağın önceki kuşaklara oranla, farklı bir sosyo-politik mobilizasyon süreci yaşadığını ve “ezilmişin mağdur dilini aşıp” büyük oranda “de-kolonize” olduğunu not etmek gerekir.

Yeni kuşak meselesinin “yeniliği”?

Yeri gelmişken bu yeni kuşak ve kentsel politik şiddet meselesiyle ilgili bir parantez açalım. Öncelikle, bu kuşak meselesi bugün gündeme gelmiş değil. Bu mesele, doğru bir yerden başlamasa da ve ortaya çıkan bu yeni dinamiğin özgünlüğünü ve derinliğini kavramaktan uzak olsa da, en az beş yıldır tartışılıyor. Bu anlamda yükselen yeni kentsel politik şiddeti tek başına “yeni kuşak” üzerinden okumak mümkün değil. Kuşaklar arası farkı somut anlamda algılamak için kanaatimce S. Demirtaş ile önceki ana-akım Kürt partilerine başkanlık etmiş politikacıları, bunların ana-akım medyada kitlelerle iletişim kurma biçimlerini, tutumlarını, “batı yakasına” hitap tarzlarını ve “kendi” kitleleriyle ilişkilerini karşılaştırmak yeterli. Zira, bu fark kişisel yeteneklerden öteye, bu politik liderlerin içinden çıktıkları, etkileşim içerisinde oldukları toplumsal yapıyla ilişkili. Zira, her bir politik liderlik içerisinden çıktığı politik kitleleri ve onların politik tutumlarını temsil ediyor.

Tüm bu dinamikler dikkate alındığında, ortalama bir siyasi akıl, Kürt coğrafyasında özneleşme ve özerkleşme süreçlerinin derinleşerek ve genişleyerek devam edeceğini rahatlıkla görür. Temel mesele, devletin bu süreçleri nasıl karşılayacağıyla ilgili. Görüldüğü kadarıyla devlet   hem kendi sınırlarında hem de sınır-ötesinde yükselen Kürt dalgası karşısında “fiziksel güç sermayesi” alanını genişleterek, bu alanda fiziksel güce dayalı iktidarını güçlendirmeye çalışıyor. Ancak, fiziksel güç iktidarına başvurmanın, ekonomi ve bilgi sermayeleri alanında ve bunlara içkin sembolik sermaye alanında iktidar kaybını gösterdiğini not etmek gerekiyor.

Özyönetimler, şiddet ve sembolik sermaye

Bu bağlam içinde öz yönetim ya da özerklik meselesini ele aldığımızda, özyönetimi, merkezi/ulusal ölçekte bütünleşmiş ve tekelleşmiş fiziksel güç sermayesi, ekonomik sermaye ve bilgi sermayesi ile bunlara içkin olan sembolik sermayenin ve bu alanlarda kurulan iktidarın dağıtımı ve yerel/bölgesel ölçekte farklı sosyo-politik kollektivitelere dayalı çok-aktörlü bir yeniden inşa süreci olarak okuyabiliriz.

Ana-akım Kürt Hareketinin temel gücü sanıldığının aksine fiziki güç sermayesinden ve bu alandaki iktidarından gelmiyor. Bugün üçü büyükşehir olmak üzere 11 il merkezinde onlarca belediye yönetimini, HDP’nin 12 ilde %55 ve üstü olmak üzere 14 ilde birinci parti olmasını ve %13 oy oranıyla 80 milletvekili kazanmasını, kadın, gençlik, medya gibi alanlarda sınır-ötesi çoklu örgütsel ağları, yerellerde sayısız toplumsal örgütlenmeyi mümkün kılan fiziki güç sermayesi değil, toplumsal rıza üzerine inşa olan “sembolik sermaye”.

Bu noktada şunu sorabiliriz: “Yeni genç kuşak” üzerinden kentsel alanlarda yükselen politik şiddet, HDP ile birlikte genişleyen ve derinleşen sembolik sermayeye nasıl bir etkide bulunur? Bu soruya cevap verirken iki noktayı hatırlamakta fayda var: HDP’yi destekleyen Kürtlerin sınıfsal ve siyasi farklılıkları ve bu farklılıkların -çoğunlukla homojen bir grup olarak algılanan- “yeni genç kuşaktaki” yansımaları.

Geniş bir değerlendirmeyi hak eden bu iki soruya özetle şu cevabı verebiliriz: HDP’nin toplumsal tabanını iç içe geçen halkalar şeklinde tahayyül ettiğimizde, dağ-mezar-zindan-sürgün üzerinden açılan “yaralar”, verilen “bedeller” ve bunlar üzerinden “yükselen direniş kültürüyle” ana-akım Kürt Hareketine daha derin bağlarla bağlı olan içteki halkalarda çoğunlukla hareketin sembolik sermayesi büyüyüp bu alandaki iktidarı güçlenecektir. Bununla beraber, son yıllarda dikkate değer ölçüde büyüyen çeperde kalan halkalarda sembolik sermaye birikimi büyük oranda dağılıp, bu alandaki iktidarı zayıflayacaktır.

Son olarak, bu yeni “kentsel politik şiddet” dalgası anaakım Kürt hareketinin geleceğini bir bütün olarak etkileyeceği gibi, dikkate değer sınıfsal, ideolojik/politik ve kurumsal/örgütsel farklılıklara sahip hareketin iç-iktidar ilişkilerini de yeniden kuracaktır.