Hangi Okul?
Metin Solmaz
Bu sefer bütünüyle kendimden yola çıkarak yazıyorum, baştan af dileyeyim.

Yıllar önce, 22 yaşındayken Birikim’e Catherine Baker’ın Zorunlu Eğitime Hayır isimli enfes kitabı üzerine bir yazı yazmıştım: Zorunlu Eğitime Bir Kere Daha Hayır! (sayı 33 - Ocak 1992).

Yazıda zorunlu eğitimin fenalıklarına kitap üzerinden güzelce içimi döktükten sonra eğitimden şikayetçi entelektüellere “Eyy” filan diye başlayan cümlelerle  “Sizinki sırf çene, demediğinizi bırakmazsınız zorunlu eğitime ama iş kendi çocuğunuza geldiğinde o okullara yollarsınız yine” demiştim özetle.

Devran döndü, iki tane de ben yavruladım ve büyüğün okul vakti yaklaştı.

Büyük doğduğunda emindim okula yollamayacağıma, eşimi nasıl ikna ederim diye düşünüyordum. O da zor ikna olacağa benzemiyordu. Problemlerin farkındaydık. Bir öğrenim problemi vardı: Bu çocuklar okuma-yazma, matematik, yabancı dil, fizik filan öğrenmelilerdi. Herhangi bir okuldan daha iyi öğretebilirdik Matematik yahut Türkçeyi. Yabancı dil zaten civarda konuşulan bir şeydi, nasılsa öğrenirdi. Üniversite isterse de dışarıdan öğrenim mümkündü. Resmi zorunlulukları da aşmanın yollarını düşünmüştüm.

Sosyalleşme ikinci problemdi. Öyle ya küçücük çocuğun arkadaşlarının orta yaşlı insanlar, arada bir denk gelinen arkadaş çocukları ve parklarda bulabildiklerinden ibaret olması dünyanın en güzel şeyi değildi. Onu da bir miktar yaratıcılıkla aşabileceğimi düşünüyordum.

Onlarca yıl üzerine okunmaya düşünmeye devam edilmiş, kemikleşmiş görüşlerdi “çocuk okutmama” meselesi. Lakin büyük oğlum yaş aldıkça işlerin hiç öyle yürümediğini anladım. Bir kere ev öğrenmek için berbat bir yerdi. Sosyallik de çok yaratıcı olunabilecek bir alan değildi. Daha net söylemek gerekirse bütün çocuklar nerede sosyalleşiyorsa benimkiler de orada sosyalleşmeliydi.

Bütün bunlar bütün ülkede böyle oluyorken neredeyse tek başımıza “okulsuz toplum”culuk oynamak dünyanın en mükemmel çözümü değildi.

Başlangıçta yaptığımı “bekâra boşanmak kolay” kategorisinde değerlendirebiliriz. Hakikaten duşta şarkı söylemekle sahnede şarkı söylemek farklı şeyler. Yahut şimdiki davranışımı korkaklık olarak da değerlendirebiliriz… Her ikisi için de yeterince kuvvetli argüman var.

Şunu söylemem lazım. Okul, 5,5 yaşındaki sabinin problemi değil. Çocuk dediğinin algıları o kadar iyi çalışıyor ki, daha anaokulunda problem çıktı. Anaokuluna hazır olmayan esasında İlyas değildi, bizdik nitekim. Biz hazır değilken o hiç değildi tabii. Problem de burada çıktı zaten. Merak ederseniz bir duygusal yazıda anlatmıştım olanı biteni: Çocuk ve Anaokulu (link).

Bu problemi harikulade bir anaokulu olan Bodrum Patika’yı bularak çözdük. Biraz da biz, evin yetişkin kısmı böylece anaokuluna hazırlandığımız için çözebildik. Patika, çocuklara kötü yahut irrasyonel derecede, (dalkavukluk mertebesinde) “iyi” davranılmayan, yağmur yağınca içeri kaçılmayan, hatta lastik çizmeleri giyip şemsiyeleri alıp dışarı çıkılan, sonbahar yaprakları toplama turları filan düzenlenen, “üşütür bu” kaygısından uzak yaşanan, çocuklara görev ve sorumluluklar verilen, abuk subuk akademik öğretmeler peşinde koşulmayan bir anaokulu.

Geldi yanaştı ilkokul vakti. Seneye başlayacak.

Neyse ki ben de (eşim zaten hep daha sakin bir insandır) geçen zamana bu konuyu önemsememeyi öğrendim. Eğitim danışmanı arkadaşım Ali Koç’un bu konular her açıldığında verdiği örnekler kolaylaştırıcı oldu. Ali’nin okul seçerken kriterleri genel geçer kriterlerden çok farklı. “Okula yürüyerek gidilebilmesi”ni çok önemsiyor misal. Sınıf nüfusu konusunda da iddialı. Artık klişe haline gelmiş ona ait “Kalabalık sınıflar daha iyidir, öğretmene daha az maruz kalırlar.” sözü de gayet analitik. Kendi çocuklarını da bu sebeplerle “mahallenin okuluna” gönderiyor zaten.
 
Anlamsızca artan İmam Hatipler’in, hazırlıksız 4+4’lerin, Eğitim-Sen’lilere çektirilenlerin, okulu müdürlerinin seçiliş biçimlerinin filan elbette farkındayım. Ama bizim zamanımızda neredeyse her okulda ve her köşede öğrenci döverler, sürekli küfür ederlerdi. Artık dövmüyorlar. Dövemiyorlar. Bir yeltensinler hele hemen YouTube’dalar. Bu benim için çok önemli.

Üstelik artık Başka Bir Okul Mümkün Derneği okulları gibi (Bodrum Mutlu Keçi, Ankara Meraklı Kedi, İzmir Renkli Orman) bir dizi hakikaten “Başka Türlü” okullar da var.

Okul, haftasonlarını tatilleri akşamları geceleri çıkardığında çocuğun hayatında çok küçük pürsentaj tutan bir yer. Önemli ama okul dışında yaptıkları kadar önemli değil. Doktorumuz ve arkadaşımız Barbaros Ilıkkan’ın “Çocuğun hayatında okulun baskın, belirleyici olmasına izin vermeyin yeter” öğüdünü de çok önemsiyorum.

Pek çoğumuz şiddet ve hamaset dolu okulları okuduk. Şiddet ve hamaset dolu insanlar olmayabildik ama. Hayatımda okul evden önce gelseydi kesin kaybolur giderdim elbette. Benim çocuğuma da herhangi bir okulun hamaset yahut hidayet yükleyebileceğini sanmıyorum.

Yanlış anlaşılmak istemem, okullarda hamasetin, cebren hidayetin zararlarını görüyorum. Bunu küçümsemiyorum. Bunun ülke için ne kadar zararlı olduğunun da farkındayım.

Okulsuz topluma kadar okulun en güzeli “bir an önce ve en hasarsız şekilde biteni” galiba.