Yas
Erdoğan Özmen
İnsanın en bayağı, insanlıktan çıkmış en korkunç hali karşımızdaki. En asgari insanlık zeminini bile kaybetmiş ve tümüyle tanınmaz olmuş en zelil varoluş biçimi. O canavarca itkinin, o kara nefretin kendisini indirgeyebileceğimiz, kıyaslayabileceğimiz sıradan ve bildik hiçbir zemine izin vermeyen radikal kötülüğü. Benzersiz, rakipsiz, yırtıcı, saf kötülük… Uyandırdığı dehşet duygusu bundan, onu kavramaya yarayacak hiçbir araca sahip olmayışımızdan.

 

İnsanlığın zaman içinde edindiği ve inşa ettiği bütün sınırları ve ölçüleri, ortak bütün referans ve değerleri inkâr ederek ve yıkarak var olan adlandırılamaz bir alçaklık çökeltisi. İnsanın iyiliği ve yüceliği ile ilgili bütün inanç ve beklentilerimizi, kurduğumuz bütün hayalleri tek seferde ortadan kaldıracak denli güçlü, pis bir tortu. İnsanın en kıymetli kapasitelerini; vicdanı, yumuşak kalpliliği, nezaketi, acıma hissini, iyi niyeti, bağışlamayı, merhameti toptan iptal ederek nerede duracağı tümüyle belirsiz taş kalpli ve zalim bir yaratık . Onun mide bulandırıcı sureti.

Bunları da gördük ya ahir ömrümüzde. Parçalanmış insan ölüleri, katledilmiş çocuklar, analar babalar daha oracıktayken, başka herkesin dili tutulmuş, acıyla içi boşalmışken şeytani bir zevkle zevklenenleri… İnsan olana bundan daha büyük bir zulüm, daha büyük bir ıstırap nedir ki başka?   

Nefretin insan varoluşuna yönelik en büyük tehdit oluşu, sadece taşıdığı yoğun yıkıcılık potansiyelinden kaynaklanmıyor muhtemelen. Onun sıradan kötülük özelliğinden, karşısındaki nesneye (kişi ya da gruba) zulmetmeye yönelik habis enerjisiyle sınırlı bir şeyden, sadece bundan söz etmiyor olmalıyız. Ya da onun yöneldiği nesne üzerinde koşulsuz biçimde kinci bir zafer kazanma arayışından… Nefretin uyandırdığı dehşet ve iğrenme duygusu, belki de en temelde ve bilhassa, “daima iyinin ve kötünün ötesinde gerçekleşen” sevgiyle, sevgi ilişkileriyle tam bir karşıtlık içinde oluşuyla, sevgiyle kurulmuş bütün bağları parçalamaya hamletmesiyle, asıl itkisinin bu oluşuyla ilintili. Nefretle dolu kişi karşısında yaşadığımız derin çaresizlik, onun doğrudan hayatı mümkün kılan en temel bağı, sevgi bağını yok etmeye yönelik –en baştan kendini de yok sayan– gözü karalığından, bu korkunç aşırılığından kaynaklanıyor olmalı.

Peki ama, ölmüş insanlara duyulan nefret? Ölülere bile kast eden, ölüm karşısında bile yatışmayan, ölü bedenler orada da huzur bulmasın isteyen bu canavarlığı adlandırmaya yetecek kelimelerimiz var mı ki? Boşuna çaba bizimkisi belki de. İnsanlık çizgisinin öte tarafı bu çünkü.

Yine de biz mütemadiyen insanlık dairesinin sınırlarını çizmekten hiç geri durmayalım. Ölenlere değil kendimize borçtur yas çünkü. Kendimize armağan. Canlı varlığın esnemesi, yumuşamasıdır yas. Sertliğinden arınması, incinebilir oluşu ve acziyetiyle karşılaşması, kendi mütevazi sınırlarını kabullenmesidir.

Haysiyet, insanın içindeki, insan kalmayı sürdürmek için direnen en son çekirdektir belki de. En büyük eziyetler karşısında bile, her şey tükenmeye yüz tutmuşken, can havliyle kendi insanlığına sığınmaya imkan veren son uğraktır. İnat eden son kum tanesi. Kendi haysiyetine sahip çıkmaktır yas. Kendi maddi ölümünü bile göze alarak bunda ısrar etmektir. Kendini cesur, cömert Antigone’ların yanına yerleştirmektir gururla. İnsanın en cömert halidir yas.

Yas tuttuğumuzda, o biricik acıyla yanarken içimiz, birden diğer bütün insanlarla birleşir, bir oluruz çünkü. İnsan, sadece yas tutarken, kaybettiği insan kardeşlerini kendi içine almaya çalışırken, onların yüzleri, hatıraları, hayalleri içine sığsın diye büzülmüş içini genişletmeye çalışırken eşsiz bir içgörüyle yükselir. İnsan çünkü, yapıldığı en baştaki zemini ya da özü kendinden dışarı atarak, onu kaybederek, kendini kendinden kopararak insan olur. Başlangıçtaki bu kurucu kayıpla. İnsan budur işte: Hiç durmadan kendi kaybını yeniden bulmaya, onu geri kazanmaya didinip duran nostaljik bir özne. Bu yüzden başka insanların kayıpları karşısında, varlığımızın tam kalbinden yükselen bir çağrıya uyarak, o titremeye teslim olarak yas tutarız biz de. Kadim bir kaybın ateşiyle çoktan kavrulmuş bir içimiz olduğu içindir ki, kendiliğinden olur bu. Yas kardeşi oluruz bu sefer, başka herkesle. İnsanın en büyük hakikati bu mucizevi olaydır işte.   

Ne diyelim ki başka! Yas tutarken başkaları, hiç olmazsa sessiz kalınır…   

Velhasıl, o sürünün şirretliği, hoyratlığı ve gaddarlığı karşısında kendimizi ne kadar sakınsak, korusak yeridir. Ne yaptıklarını gayet iyi biliyorlar çünkü.