Rusya-Türkiye Çatışmasını Tarihten Okumak
Evren Balta
Türkiye’nin Suriye sınırında Rusya uçağını düşürmesinden sonra Batı’nın (ve elbette her iki ülkenin de) savaş ve gerginlikle dolu 19. yüzyıl tarihine dair hafızası canlandı. Zaten söz konusu olan Erdoğan ve Putin olduğunda Rus Çarı Türk Sultanı’na karşı imgesi uzun bir zamandır gündemdeydi. Putin’in en sevdiği tarihi kişiliğin Kırım Savaşı’nı yürüten I. Nikolas olduğunu ve onun “ortodoksluk, otokrasi ve ulus” kavramından etkilendiğini sık sık tekrarlaması, Erdoğan’ın her fırsatta Osmanlı sembollerini ve Osmanlı geçmişini vurgulaması tarihin tekerrür etmekte olduğu hissini güçlendiriyordu. Mevcut Türkiye Rusya gerginliğinden çok önce Batılı analistler 19. yüzyılın huysuz ve dizginlenemeyen “imparatorlukları”nın kursaklarında kalan tarihsel heveslerini 21. yüzyılda yeniden gerçekleştirmeye çalıştıklarını yazmaya başlamışlardı.

Devletlerin (ya da o devletlerin içindeki farklı aktörlerin) davranışlarını belirleyen sadece o ana ait bir güç denklemi ya da stratejik hesaplar üzerinden tanımlanan bir ulusal çıkar değil. Aynı zamanda farklı aktörlerin kimliklerini ve o kimliğe referansla “ulusal çıkarlarını” nasıl tanımladıkları. Kuşkusuz hiçbir toplum bu soruları yekpâre bir biçimde yanıtlamıyor. Bu alan başlı başına bir çatışma alanı. Çıkar, verili değil. Ama tam da çıkarın verili olmadığı bir durumda yöneticiler o çıkarın ne olduğunu kolektif bir hafızaya göndermede bulunarak kuruyorlar. Çatışma ve yenilenme dönemlerinde o kolektif hafızayı (seçici bir biçimde) canlandırıyorlar.

Putin “iktidarın yeniden kurgulanması” ve ulusal çıkarın tanımlanmasında tarihi stratejik olarak kullanan bir lider. Rusya’da Putin dönemi her şeyden önce Rusya devletinin çıkarlarının Rus milliyetçiliği etrafında yeniden kurgulandığı, Rus siyasal elitlerin Rus milliyetçiliği ile "şanlı geçmiş" söylemi üzerinden yeniden ilişkilendikleri bir dönem oldu. Bu yeniden ilişkilenmenin en önemli unsurlarından biri de tarih ders kitaplarının yenilenmesiydi. 2000’li yılların başından itibaren tüm tarih ders kitapları Çarlık Rusya’sından Rusya Federasyonu’na Rusya’nın uluslararası aktörlerle ilişkisini belirleyen temel faktörün “süper güç” olması olduğunu vurgulayacak şekilde yeniden yazıldı. Tarihin bu yeniden aktarımı Rusya’nın kimi dost, kimi düşman; kimi güvenilir kimi güvenilmez gördüğü ve dış politikasını nasıl inşa ettiği hususunda önemli ipuçları içeriyor.

Bu ipuçlarını takip ederek Rusya-Türkiye ilişkilerini nasıl okuyabiliriz? Her şeyden önce Rusya Federasyonu tarih kitaplarının tıpkı Rusya İmparatorluğu ve Rusya arasında olduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye arasında da bir süreklilik varsaydığını söylemeliyim. Hatta Osmanlı Devleti’nden bahsederken “Osmanlı Türkleri” ve sadece “Türkler” ifadelerinin dönüşümlü olarak kullanıldığını ve özellikle 18 yüzyıl sonundan itibaren Osmanlı İmparatorluğu yerine sürekli olarak Türkiye denmesinin tercih edildiğini belirtmek önemli. Bu esasen basit bir dil sürçmesi de değil, geçmiş ve bugün arasında da süreklilik tesis etmenin bir yolu.


Tarih ders kitaplarında Osmanlı/Türkiye ve Rusya arasındaki en önemli çatışma ekseni ise din. Rusya kendisini bu çatışmada kimi zaman Hıristiyanların haklarını savunmak için Batı ile birlikte Osmanlı’ya karşı mücadele etmiş, kimi zamanda Ortodoksların hakkını savunmak için Batı’ya karşı mücadele etmiş “kurtarıcı” ve “koruyucu” bir devlet olarak tasvir ediyor. Osmanlı İmparatorluğu ise özellikle Balkanlardaki Ortodoks halklara karşı yağmacı saldırılar gerçekleştiren, Hıristiyanları öldüren ve köleleştiren despotik bir devlet bu kitaplara göre. 



Tarih ders kitaplarının, Osmanlı devletinin kendi topraklarında yaşayan Ermenilere yönelik şiddetini de bu tutumunun bir devamı olarak gördüğünü söylemeliyim. Uçak krizi yüzünden Rus Parlamentosu'nun gündemine geldiği iddia edilen soykırım tasarısı, Rus tarih ders kitaplarında var olan bir tema. Hatta Rusya’nın I. Dünya Savaşı’na katılma kararında da itici güç olarak gösterilen faktör despotik, şiddetperver ve zalim Osmanlı yönetimine karşı Rus halkında oluşan “dayanışma” (solidarnost) duygusu olarak anlatılıyor. 

Gelgelelim Rusya’nın bu kurtarıcı rolü hiçbir zaman sadece “insani” değil. Bu anlamda Rusya’daki tarih ders kitaplarının realist bir dış politika anlayışı olduğunu söylemek mümkün. Hiçbir zaman hiçbir savaş ya da müdahalenin yalnızca insanî hedeflerle açıklanamayacağı, her zaman stratejik hedefler ve insani amaçların iç içe olduğu alttan alta sezilen bir tema değil, kitapların bizzat vurguladığı bir “gerçek.” Bu durum Rusya’nın hâlihazırdaki dış politikasını yürütürken sıklıkla ileri sürdüğü Batı’nın insani müdahalelerde kendi çıkarını gizlediği, oysa insani müdahalenin her zaman çıkar ve güç ile iç içe olduğu eleştirisine paralel. 

Rusya tarih ders kitaplarındaki bir diğer önemli çatışma ekseni ise Doğu ile Batı arasında. Kendini ne Doğulu ne de Batılı olarak gören Rusya Federasyonu’nun asıl düşmanı ve ötekisi son kertede, Doğu değil, kendi ulusal kimliğini karşıtlık içinde kurduğu Batı. Doğu ve onun asıl temsilcisi olan Osmanlı ise temelde 18. yüzyıldan itibaren Batı karşısında siyasi arenadaki bağımsızlığını yitirmiş ve kaderinin Avrupalı devletlerce belirlenmeye başlamasına izin veren zayıf bir aktör. Batı’nın karşısında Osmanlı’nın gücünün zayıflamaya başlaması ise Rusya İmparatorluğu’nun giderek güçlenmesine paralel.

Bu yükseliş-düşüş öyküsünde Avrupa devletlerinin tutumu Doğu’yu (yani Osmanlı’yı) Rusya’nın yükselen gücünü dengelemek için bir maşa olarak kullanmak. Tam da bu nedenle Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasında gerçekleşen savaşlarda belirgin olan en önemli unsur bu savaşların sadece iki devlet arasında geçmemesi. İki ülke arasında yaşanan bütün çatışma ve savaşlar her durumda Batı dolayımı üzerinden anlatılmakta, dostluk kurulan dönemlerin ve stratejik işbirliklerinin kısa sürmesinin de nedeni kitaplarda yine Batı’nın bu ilişkiye müdahil olması ile açıklanmakta. Bu durumun da güncel Rusya dış politikası ile paralellik gösterdiğini burada belirtmeliyim. 

Tarih ders kitaplarındaki bir diğer temel unsur, Rusya Federasyonu dış politikasının Osmanlı İmparatorluğu gibi yayılmacı/genişlemeci değil tam aksine her daim “savunmacı” olarak resmedilmesi. Kitaplarda Rus İmparatorluğu’nun dış politikasının ana hedefi olarak (tıpkı bugün Rusya’nın Suriye ve Ukrayna’daki dış politikasını açıklamak için söylendiği gibi) sıcak denizlerle bağ kurmak ve ülkenin istilaya açık güney sınırlarının güvenliğini sağlamak sıklıkla tekrarlanan iddialardan biri olarak yer alıyor (link). 

Bu anlamda bu “savunma” ihtiyacının Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu’nu karşı karşıya getirdiği ve 18. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşen Rus-Türk savaşlarının da bu savunma ihtiyacını anlamayan yayılmacı Osmanlı İmparatorluğu’nun politikalarından kaynaklandığı bir başka önemli tema. Rusya’nın jeostratejik çıkarını bu iki “kırmızı çizgi” üzerinden kurması ve buna tarihsel süreklilik atfetmesi tarih kitaplarından bugünü anlamamız için bir başka referans noktası olarak görülmeli. 

Tarih ders kitapları Türkiye ile Osmanlı İmparatorluğu arasında bir bağ kursa da Rusya’nın Osmanlı ile yaşadığı ilişkilerin tasvirindeki bu çatışmacı dil modern Türkiye tarihi anlatılmaya başlandığı anda ortadan kayboluyor. Bu dil örneğin Soğuk Savaş’ın çatışmacı dili değil. İlişkiler de Soğuk Savaş’ın kutuplaşmacı ilişkilerinden azade tasvir edilmekte. Bu, hiç kuşkusuz bu dönemde bir çatışma olmadığı için değil. Bilakis iki ülke arasında güçlü bir çatışma ve gerginlik ekseni olduğunu biliyoruz. Bu durumun Rusya Federasyonu’nun I. Dünya Savaşı sonrası dönemde Türkiye algısının farklılaşması ile ilişkili olduğu iddia edilebilir. 

Nitekim kitaplara göre bu dönemde Türkiye devletinin laik bir karaktere sahip olması din eksenli uluslararası çatışmalardan uzak kalmasını; demokratikleşme arzusu da devletin Doğu toplumlarına has kendi tebaasına şiddet uygulayan despotik yönetimlerden uzaklaşabilmesini sağlamakta. Hatta öyle ki laik ve demokratik karakteri ile Türkiye, Rus tarih ders kitaplarına göre de bir “model ülke” (kitapların basım tarihi, model ülke kavramının henüz geçerliliğini yitirmediği 2010’lu yılların başlarında).

Bir diğer deyişle demokrasi ve laiklik vurgusu (ya da algısı), Rusya’nın geçmişte büyük savaşlar yaşadığı komşusundan algıladığı güvenlik kaygısını azaltmış iki unsur gibi görünüyor. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı geçmişinden koptuğu iddiasının ve bu kopuşu gösteren pratiklerin Rusya Federasyonu’nun Türkiye’ye dair kimlik ve dost/düşman algısını derinden etkilediği öne sürülebilir. Türkiye’nin neo-Osmanlıcı bir dış politikaya yönelmesinin de tam tersi bir yönde bu güvenlik kaygısını arttırdığı söylenebilir. 

 
Sonuç olarak, Türkiye’nin içindeki otoriterleşme, muhafazakârlaşma ve Osmanlı geçmişini telafi etme arzusu sadece devlet-yurttaş ilişkilerinde olağanüstü bir kırılma/bozulmaya işaret etmiyor; aynı zamanda bu dönüşüm başka devletlere verdiği sinyaller üzerinden Türkiye’nin kendini gittikçe çatışmacı ve sıcak savaş olasılığını kuvvetlendiren bir iklimde bulmasına yol açıyor. Rusya Federasyonu’nun bu despotik yönelimlerden azade, şeffaf bir toplum olduğunu iddia edemeyiz elbette. Her iki ülkenin de kaybettikleri “şanlı” imparatorluk geçmişini telafi etmek isteyen liderleri var; iki ülkenin de siyasi kurumlarının işleyişinde fren ve denge mekanizmaları askıya alınmış durumda; ikisi de hem kimlik hem çıkar üzerinden Suriye’deki savaşa büyük yatırımlar yaptılar. Her ikisinde de maceracı bir dış politikayı dengeleyecek bağımsız bir medya ve güçlü bir muhalefet yok.

Kısacası sıcak çatışma sadece bölgesel ve uluslararası güçler dengesinin dönüşümü yüzünden değil, siyasi hırsların ve kurumsal yapılanmanın da giderek 19. yüzyılı “andırması” (ya da o kolektif hafızayı canlandırması) bakımından da hiç de uzak olmayan bir ihtimal haline gelmiş durumda. Umalım ki tarih bir tekerrürden ibaret olmasın!



Not: Bu yazıyı Rusya Federasyonu’nda en yaygın biçimde okutulan ve en geniş dağıtım kapasitesine sahip ve merkezi devlet tarafından da desteklenen yayınevi olan Prosveschenie Yayınevi’nin 6.-11. sınıflar arasında okutulan Rusya Tarihi ve Dünya Tarihi ders kitaplarını kullanarak yazdım. Kitapların incelemesini Süheyla Demir ile birlikte yaptık. Yazıya konu olan araştırma “Balkan ve Karadeniz Ülkelerinde Güncel Tarih Ders Kitaplarına Osmanlı/Türk İmajı (110K571)” isimli TUBİTAK projesi kapsamında yapıldı.