Gerilim Siyaseti
Murat Belge

1 Kasım seçim sonuçları, Tayyip Erdoğan’a, yurt içinde gerilim ortamında yaşamanın avantajlarını gösterdi. “Bakın, görüyorsunuz ya, benden sonra tufan!” yollu kurusıkı bir tehdidin işe yaradığını da gördü. Bundan böyle uygulayacağı siyasetin anahatları böylece belli oldu.

Şu ana kadar istediğini yapmış bir “önder”. Durur gibi olduğu yerlerde de duracağını, durmaya razı olacağını sanmıyorum. Vakit kolluyordur: bazı koşulların yerine oturmasını bekliyordur.

Örneğin Başkanlık sisteminden ya da bu adla anmaya alıştığımız plebisiter diktatörlükten vazgeçemez. Geçen gün gene söyledi: eskiden birbirimizi sevmiş olabiliriz, diyor, olabiliriz ama iktidar başka şey! Son sözü kimin söyleyeceği belli olmalı.

“Konsensus” diye bir şey yok, Tayyip Erdoğan için. Haydi, böyle “us”la biten kavramlara saygısı yok, diyelim. “Meşveret” olsun. Ama ona da güvenmiyor. Bir “mutlak” gerek. Başkanlık sisteminden anladığı da bu.

Sonra, “Topçu Kışlası” falan da kadük oldu diye düşünmeyin. Düşse düşse, gündemde daha geride bir sıraya düşer. Koşullar olgunlaşınca geri gelir.

Şimdi sıra muhalefeti iyice sindirmekte. Cumhuriyet’e yapılan ortada. Kayyumlu çıkartma da öyle. Bunlar hep kuraldışı işler. Ama bu kuraldışılık bir “kolektivite” haline geldi. Yapıyor, oluyor. Arkadan bir yenisi geliyor.

Yurtiçinde gerilim ortamında yaşamanın (daha doğrusu toplumu böyle yaşatmanın) faydalarını görmeye devam ediyor Erdoğan. Bir kısım ahali oyunu çekmişken, Haziran’la Kasım arasında olanları görünce esirgediği oyunu yeniden verdi. Niçin? Bu savaş hali bitsin diye. Kendi başlattığı provokasyon vardı, onu mu bitirecek? Yoksa büyük bir güçle gidip PKK’yı mı ezecek? Hangisini yapacaksa bir an önce yapsın da şu ortamdan kurtulalım.

Bu tabii “yanlış hesap”tı. Bir aydır yanlış hesabın sonuçları ile yaşamaktayız. Gerilimin biteceği yok. Bitmesinin bedeli zaten kendisinden ağır.

Ama Tayyip Erdoğan da bu arada gözünü dışarı çevirdi. Anlaşılan yurt içinde 2016 gerilim rekoltesini düşük gördü ki gerilim ithal etmeye karar verdi. Bu malın en iyisi de Rusya’dan gelir zaten. “Komşularla sıfır sorun” politikası şimdi Rusya ile sonuçlarını vermekte. Bu tabii iç politika bakımından da hayırlı sonuçlar verecektir. “Birlik ve beraberliğe her zamankinden daha fazla muhtaç olduğumuz bugünlerde” içeride çıkacak çatlak seslere hoşgörümüz gittikçe azalacak ve tükenecektir. Görevbilir savcılar görevlerini aşkla ve şevkle yerine getirecektir.

Ne yazık ki bu görevbilir kişileri yurtdışında kullanamıyoruz. Oysa orada da buna ihtiyaç var. Son zamanlarda dış basında Türkiye hakkında haber, yorum ve değerlendirmelerde bir “patlama” olduğunu görüyorum. “Ne iyi” diyebilirsiniz ama pek iyi değil, çünkü tek bir olumlu söze rastlanmıyor. Bunları bir miktar bizim basına sızmış olarak da bulabiliyoruz.

Örneğin şu günlerde İran’la yeniden atışmaya başladık. İran’ın Putin’i desteklemesi üstüne (Cumhurbaşkanı’nın oğlunun IŞİD’le petrol işine karıştığı iddiası) bizim Dışişleri hemen İran’ın haddini bildirdi ve İran’dan da “herkes haddini bilmeli” cevabı geldi.

Irak’a “asker gönderme” durumunda Irak’ın pek mutlu olmadığı anlaşılıyor. Nitekim Davutoğlu galiba “Başka göndermeyeceğiz” yollu bir açıklama yapmış. Ama asıl önemlisi bu konuda Amerika’nın da olaya karışması ve Irak’ın onayı olmadan Türkiye’nin oraya asker göndermesini doğru bulmadıklarını açıklaması. Bu gibi demeçlerde diplomatik nezaket kurallarına uyuluyor ya, herkesin “içinden geçenler” ne merkezde, bilinmez. Bilinmez de, tahmin edilir. Türkiye, Irak’ta ve Suriye’de, umarım hem dünyanın başına, hem de kendi başına, yıllarca kördüğüm olacak sorunlar çıkarmaz.

Hürriyet’in görüştüğü Amerikalı uluslararası ilişkiler uzmanı Nicholas Burns, ABD’nin 1 Kasım sonuçlarını kutlama biçimini yorumluyor. Bu kutlamada basın özgürlüğü konusunda duyulan endişeler de belirtilmiş (daha Can Dündar ve Erdem Gül skandalı yaşanmadan). Burns, “Bunun kaygı beyan eden bir açıklama olduğu meydanda,” diyor; “Genelde bir ülke kendisine dost ve müttefik bir diğer ülkenin seçimlerine dair bir açıklama yaparken böyle açıktan eleştiriye yer vermez.” Ve devam ediyor: “Eğer Beyaz Saray [bunu bir türlü “ev” haline getiremedik. Bizim Cumhurbaşkanlığı “Sarayı”ndan sonra iyice sorunsal oldu] muhalif medyanın tam olarak işlev gösteremediğini söylüyorsa bu şiddetli bir endişe beyanıdır.” Kırk yıldır böyle bir durum olmadığını da ekliyor.

Erdoğan’ın kendisi bir şey söylemese de onun zihniyetinin paradigmaları içinde gezinen kalemşorları “Batı’nın önyargıları” simidine sarılacaklardır. Böyle yapmak şimdi bu eleştirel sözleri söyleyenlerin bir iki yıl öncesine kadar verdiği desteği de görmezlikten gelmek olacaktır. Ama o cephenin görmezlikten geldiği onca şey arasında, devede kulak!