İsim Şehir Enkaz
Tanıl Bora
Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi, Nobel kimya ödülünü alan Aziz Sancar’ın adını bir sokağa vermeye karar verdi geçen hafta. Ankara-Çankaya’daki Abdullah Cevdet Sokağı’nın adını, Aziz Sancar Sokağı diye değiştirdiler. AKP-CHP-MHP oybirliğiyle. AKP’liler açısından, Aziz Sancar’ı “onore etmek”, Abdullah Cevdet’ten kurtulmanın vesilesi oldu biraz da. AKP’nin Meclis Başkanvekili, Abdullah Cevdet’in “millete hakaret eden birisi” olduğunu söylemiş. 2005 sonbaharında da söylemişlerdi bunu. Büyükşehir Belediye Meclisi’nin milliyetçi-muhafazakâr üyeleri, Abdullah Cevdet’in “vatan, millet ve ordu düşmanı” birisi olduğunu ileri sürmüş, adının kaldırılmasını istemişlerdi. Malûm, Abdullah Cevdet geç Osmanlı döneminin en radikal Batılılaşmacılarındandır. Öcüleştirilirken bıkmadan el atılan malzeme, zamanında “neslin ıslahı için Macaristan’dan damızlık insan (erkek) getirilmesini” teklif ettiği rivayetidir. Adamın teklifi, çorak ve ıssız Anadolu’da nüfusu artırmak ve tarımsal gelişmeye katkıda bulunmak maksadıyla göçmen çiftçi gelişinin teşvik edilmesinden ibaretti aslında.

Her neyse, onyıllardır Abdullah Cevdet Sokağı diye hayat etmiş, mahalle ve şehir sakinlerinin hatıralarına, postacıların-kargocuların zihnine, adres soranların yol tarif edenlerin diline öyle yerleşmiş bir sokağın daha adı değişiverdi işte.

Nisan’da da Ankara’nın merkezî meydanlarından (gerçi çoktan meydanlıktan çıkıp kavşağa dönüştürülmüş olan) Tandoğan Meydanı’nın adı değiştirilmiş, Anadolu Meydanı yapılmıştı. AKP’li ve BBP’li üyelerin gerekçesi, adın ‘sahibi’ Nevzat Tandoğan’ın, halkı aşağılayan tek parti zihniyetinin timsallerinden olmasıydı. Üyelerden biri, Tandoğan’ın 1944 Türkçülük davası sanıklarından Osman Yüksel’e, “size ne oluyor öküz, milliyetçilik lazımsa biz yaparız” demiş olmasını örnek gösteriyordu. Biz, devrin ceberut Ankara valisinin, asıl solcu talebelere “size ne oluyor ulan, memlekete komünizm gelecekse onu da biz getiririz” dediğini biliriz. 

Evet, Nevzat Tandoğan benim nazarımda da hiç muteber biri değil. Peki, sokaklarımızda, caddelerimizde adı yaşatılanlar içinde bir günahkâr o mu? Hem, kentsel hafızada yer etmiş mekân adlarının, bir göreli özerkliği yok mudur artık? 

Gönlüm, elbette, esasen ‘iyi’ insanların ve olabildiğince çok sivillerin adlarının mekânlarda yaşatılmasını ister. Bununla beraber, insanlık suçu işlemiş berbat mücrimler değilseler, o şehirden çıkmış, orada yaşamış bazı mendeburların adlarına da bir sokağın bulunmasını sineye çekerim. Ne olursa olsun, numaratör gibi ad değiştirmenin mekân belleğine, kentsel hafızaya darbe vurduğunu unutmamak lâzım.

Türk Tarih Tezi’nin müelliflerinden, ilerleyen yıllarda ‘meczuplaşan’ Kemalist Saffet Engin, –ki kendi adını da Arın yapmıştı–, kitaplarının basım yerini belirtirken İstanbul yerine Atatürkkent yazdırıyordu. “Kemalist tek parti/CHP zihniyetiyle” mücadelede ona benzeyen AKP’liler de çıkacaktır.

***
Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’da, 1989-91 alt üst oluşundan sonra, eski rejime kahretmeye dönük muazzam bir ad değişikliği seferberliği oldu. En meşhuru, Leningrad’ın, yeniden Çarlık dönemindeki adına, Sankt Petersburg’a döndürülmesi. (Lenin’in yurdu olan Simbirsk’in Ulyanovsk’a çevrilen adı duruyor ama.) Doğu Almanya’da Karl-Marx-Stadt, yeniden Chemnitz, Karadağ/Yugoslavya’da Titograd yeniden Podgorica yapıldı. 

 

Almanya’da, Berlin’de, sosyalist/komünist şahsiyetlerin adlarının kalması-değiştirilmesi etrafında çok münakaşa edildi. 1994’te bir komisyon, şöyle bir ilke koydu: cumhuriyeti yıkmak veya totaliter bir yönetim için aktif biçimde çalışmış olanların adları silinecek, diğerleri kalacaktı. Komünist politikacı ve yazar Clara Zetkin’in adı kaldırıldı mesela. Marx, Engels, kaldılar. Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg da kaldılar; belki, “totaliter bir yönetim” için çalışamadan cumhuriyet tarafından öldürülmüş oldukları için. 

***
Ad koymak, bir egemen olma fiilidir. Paylaşım savaşlarına konu olan yerlerden iyi biliyoruz. Polonya egemenliğinde Gdansk olan yeri Almanya ‘alınca’ orası Danzig olur, veya Poznan, Posen’e çevrilir.

Biz bunu Türkiye’de gayet iyi biliyoruz. İçişleri Bakanlığı’nın 1985’te yayımladığı Mülkî İdare Bölümleri raporu, memleketteki 44.609 köyün 12.422’sinin adının değiştirildiğini gösterir. Toplamda, %27.8. Mardin’de oran %92’ye çıkıyor. Söylemeye gerek yok, bu ad değiştirme politikası, bir Türkleştirme harekâtıdır. Ad değiştirme oranı mesela Rize’de de %90 civarındadır fakat yine söylemeye gerek yok, ad değiştirme seferberliğinin esas hedefi Kürt illeridir. (Köylere inmeden, ilçe ölçeğinde değişen adlar listesi, buyurun: link)

***
Pazartesi günü medyada, Türk müteahhitlerin, Kıbrıs’taki Maraş bölgesinin canlandırılması için girişimde bulundukları haberi vardı. 1974’ten önce 35 bine yakın insanın yaşadığı, Mağusa’nın güney kesimini teşkil eden bu belde, 1974 savaşından sonra tampon bölgeye dönüşerek hayalet şehir oldu. Türkçede Maraş denip duran yerin Rumca adı, Varosha. Türkçe varoştan geliyor. Türkçeye de Balkan dillerinden geçmiş. Maraş veya Varosha; kırk yıldır kent çapında bir enkaz orası. Dünya orayı öyle biliyor. Hayalet kent, enkazkent.

***
Ortadoğu’nun kadim yerleşimlerinin adları genellikle fazla değişmemiş, en azından uzun süre istikrar arz etmiş. Geçmişi M.Ö. 5 bine kadar uzanan Hama mesela; Hitit devrinde Amatuwana denmiş, Seleucus krallıkları devrinde Epiphenia, Bizans devrinde Emathous, fakat bu uzun tarihin büyük kısmında ve her halükârda çok uzun zamandır Hama adını taşımış. Hama bugün de aynı adla duruyor. Aslında, bugünkü Suriye savaşından otuz yıl önce, 1982 Şubat’ında, Hama diye bir yer pek ‘kalmamıştı’. Hafız Esad rejimi, Müslüman Kardeşler’i “kalesi” olarak bilinen bu kentte ezmek için, kadim beldeyi dümdüz etmişti. Kent 12 bin mevcutlu zırhlı ordu birlikleriyle kuşatılmış, resmî havadislere göre 500 kadar isyancının bu kuşatmaya mukabele etmesi üzerine “isyan” topçu ateşi ve uçak bombardımanıyla bastırılmıştı. Üç hafta süren “operasyonda” tam olarak neler olduğu hâlâ bilinemiyor. On ila kırk bin insanın öldüğü, tarihî Büyük Camii dahil kentin kelimenin tam anlamıyla yerle bir olduğu biliniyor. Kent tekrar inşa edildi fakat geriye bir dehşet imgesi kaldı. Dünya orayı öyle biliyor. Bir devletin ‘kentini’ topyekûn enkaza dönüştürdüğü katliam beldesi.

***
Bir başka kadim Ortadoğu kenti, Diyarbakır, Cumhuriyet’e Diyarbekir adıyla intikal etmişti. Kürt ulusal hareketi, bir zamandır, milattan önceki Amîd/Amed adıyla anıyor orayı. Cizre’nin Kürtçesi Cîzra Botan. Silopi’ninki Silopî fakat Girgê Amo adına davrananlar da var. İdil’e Kürtler Hezex diyorlar (Süryaniceden geldiğini de duydum). Diyarbakır/Amed’in Sur ilçesinde, Türkçe-Kürtçe farkı yok.

Andığımız yerleri kimisi Kürtçe adıyla bilir, kimisi –daha çoğu– Türkçe adıyla. Ama buraları asıl, enkaz-kentler olarak, katliam beldeleri olarak biliyoruz artık. İktidardakilerin beş vakit lanet ettikleri Esad/Esed’in Hama’sını bildiğimiz gibi.