Yerli ve Milli
Tanıl Bora
Yerli-ve-millî, ilk, Dokuz Işık’la sıkı sıkıya iliklenmişlerdi. Alparslan Türkeş’in 1965’te yayımlanan Dokuz Işık risalesi böyle takdim edilmiştir: “Yüzde yüz yerli, yüzde yüz millî ilk doktrin”... “‘Her şey Türk milleti için, Türk’e doğru ve Türk’e göre’ ülküsünü benimseyerek, Türk milletini kısa sürede güçlendirecek tek yol”du bu. “Yüzde yüz yerli ve millî” sıfatı, izleyen dönemde de ülkücü jargonda Dokuz Işık’a yapışık kullanılmaya devam etti.

***

Öncesinde yerlilik, Anadoluculuğun sevdiği bir sıfattı. Yapay olmayan, tabiî, organik bir milliyetçiliğin ifadesiydi. Anadolucular hem Türkçülüğün hem Kemalizmin kurgusal buldukları millî kimlik tariflerine karşı, her şeyden önce Müslümanlığını vurguladıkları halihazır reel millete sarılıyorlardı. Yerli, millî’nin sağlamasıdır bu söylemde. “Buralar”ın, mekânın, coğrafyanın mahremiyetine sarınmış, folklorik bir romantizmle yapılan bir sağlama.

***

1960’ların sonlarından itibaren, Türkeş’ten daha çok Necmeddin Erbakan kullandı, “yerli”yi. Millî Görüş, birbirine teğellemedi ama yerli’ye de millî’ye de düşkündü. Onun millî’si, malûm, ümmetin refiki, İslâmî’nin alâmetiydi. Millî Görüş söyleminde yerli’nin ise, esasen iktisadî bağlamda kullanılması dikkate değerdir: yerli sanayi, yerli tüccar… Erbakan’ın ilk ticarî-siyasî teşebbüsü, “yüzde yüz yerli ilk motor fabrikası” namıyla maruf Pancar Motor değil miydi zaten? İkinci ticarî-siyasî teşebbüsü de Odalar Birliği’nde İstanbullu (“mason”) büyük sermayeye karşı Anadolulu “yerli” sanayici-tüccarın bayrağını açmak olmamış mıydı? Millî Görüş’ün yerli’yle millî’si, öncelikle yeni bir millî burjuvazi inşa harekâtının şiârlarıydı.

***

1970’lerin ikinci yarısında serpilen radikal İslâmcılık, yerliliğe, kendine özgülükten farklı bir anlam vermeye çalıştı. Yerlilik, bugün-burada olmanın yüklediği sorumluluktu buna göre. Tevhidî yolu, cemaatleşmeyi, insanların yaşadıkları yerde ve koşullarda gerçekleştirme görevi idi. Koşullara teslim olmadan uyarlama, uyarlanma endişesi… Bu şerhli yerlileşme endişesi biraz da, yerleşik-geleneksel İslâmcılığın onu bünyeye yabancı, “tercüme” bir akım saymasının yarattığı baskıdan kaynaklanıyordu.

***

Günümüzde Anadolucu fikri ihyâ etmeye çalışan Lütfi Bergen, “yabancılaşmamak için yerliyiz”, diyor. Bu zahidane tavır, bu arınma kaygısı, milliyetçi-muhafazakâr muhitte genellikle nefse dönük olmaktan çok dışa yönelik bir teyakkuz olarak tezahür eder; yabancı ve yabancılar tayin etmenin vesilesi olur. Yerlilik imtihanı, bir “Buralar bizim; onlar yabancı” seti çekmeye yarar. Yerlilik bahsindeki zevk, birilerinin yabancılığını ilan etmekte, o yabancılığın, o bizden-değil’liğin canını çıkarmadadır.

***

Yerliler, çizgi romanların hatırasını da canlandırmaz mı? Başta Kaptan Swing, Gamlı Baykuş… İşgalcilere karşı mazlum asiler… Kovboylara karşı soylu-vahşi Kızılderililer… Yerliler, çocukluk hafızasının melankolisiyle tatlanarak, güçlüye, zorbaya meydan okumanın fiyakasını temsil ederler.

***

Recep Tayyip Erdoğan’ın ve iktidarın kanaat üretim cihazının son zamanlarda çokça üzerine düştüğü, habire zikrettiği yerli-ve-millî, bütün bu malzemenin tamamından örülü bir duvar. Az çok hepsinin çağrışımlarına yankı veriyor. Az çok hepsinin çağrışımlarına tekabül eden Yabancı imgelerinin karşısına dikiliyor.

***

İki üç aydır Ankara sokaklarında ağaçlarda, direklerde görüyorum: Siyah üzerine kırmızı yazılı iki ok var, birinde “yerli”, ötekinde “yersiz” yazıyor. “Yerli” oku aşağıyı, “yersiz” oku yukarıyı gösteriyor. Yerli-ve-millî’nin şu konjoktüründe, enstalasyon kıymeti var bu okların. Toprak-sema, alçak-yüksek, ayağı yere basan-havaî… nice zıtlığa mecaz kurabilirsiniz. Kendisini “dünyalı” olarak tanımlayan kabare sanatçısı Nilgün Yerli’nin –gerçek soyadı bu!– Yerli Yersiz adlı gösterisinin tanıtımı da olabilir, bilmiyorum (link).

***
Yerlilik, özgül koşulları, onları yüceltmeden, biricikleştirmeden, bambaşkalaştırmadan dikkate almanın, hakkını vermenin kavramı olabilir. Deneyimle, beşerî ilişkiyle fikir ve arzu arasında verimli irtibatlar kuran bir praxis kavramı olabilir. 

Yerleşik (milliyetçi-muhafazakâr) kullanımıyla ise yerlilik, narsistik bir kendine mahsusluk iddiasının, paranoid bir yabancı korkusunun nişanıdır. Kasabanın sırrına dönüşmüş bir kimlik cezbesini okşar. Biz’in kapatıldığı kafestir. Bu yerlilik söylemi karşısında, her yerin köksüzü, her yurdun yurtsuzu olmayı istersiniz. Yusuf Hayaloğlu’nun türkü sözünü, – “Bu dünyada yerim yokmuş” – anar, yersiz hissedersiniz. Yerli-yersiz…