Çorap
Derviş Aydın Akkoç

Hâlâ utanıp sıkılmadan akan kanın rengini soruyorlar Kürdistan’da. “Can” diyorsun; iyi de “hendek” diyorlar, “bitse artık” diyorsun; iyi de “barikat” diyorlar… Oysa üç kuruşluk hayal dünyaları ne “hendek” ne de “barikat” kelimesini tahayyül edecek düzeyde, ama dert bu değil: devletlerini seviyorlar, devletlerine inanıyorlar, devletlerine Tanrı gibi tapıyorlar. Ve bu yüzden, yağmur sularına karışanın kan olduğuna dahi inanmıyorlar. Yazık. Varsın inanmasınlar, ne çıkar. Akan sadece kan değil, hakikattir ne de olsa. Bahis konusu Kürtlerse hakikati karmakarışık siyaset denklemlerinde, hakikati tuzu kuru analizlerde, hakikati tarihte arayanlara aşk olsun. Hakikat toprağa çırılçıplak uzanmış, ama ayaklarında hâlâ fukara işi çoraplarıyla genç bir kadın cenazesidir, asker postalları dibinde, Cizre’de… 

Sözü eğip bükmeye gerek yok, mevzu sadece Kürt meselesi değil, hakikat meselesidir. Türlü yalanlarla, abuk sabuk kanaatlerle hakikate gölge düşürmek istiyorlar ama nafile. Zira hakikat ne eksik ne fazla, işte o bir çift çoraptır, kış ortasında, çamurlara belenmiş… Elbette biliyorlar kadının Kürtlerde “hayat” demek olduğunu. Belli ki, hayatı değersizleştirmek, bir halkın varoluşunu haysiyetsizleştirmek için yapıyorlar bu türden zulümleri. Ne var ki, hakikatin haysiyetsizleştiği görülmüş şey değildir, hakikatten ziyade otoritedir haysiyetsizleşen.

Ama yine de insan sormadan edemiyor: niçin bunca inceltilmiş teknik? Hakikati böyle parça bölük de olsa “servis ederek” neyi amaçlıyorlar? Korkuyu mu egemen kılmak istiyorlar, ölümle bu derece müdanasızca oynayarak? Boyunlara ip bağlamaya ne gerek var mesela. Bir kadını çırılçıplak soyup da leş gibi sunmanın mantığı ne? İnsanca öldürülmeyi dahi reva görmüyorlar, bundadır “öldürülmeyip” de hayvan boğazlar gibi “etkisiz hale getirilmeleri.”

Bir tür sihirli değnek gibi allanıp pullandırılan “master planı”nın tezahürü tüm bunlar. Yeni dönemler, yeni stratejiler, yeni jargonlar… “Master” kelimesinin “uzmanlık”la alakalı tarafı için tamam. Muhtelif bilgi ve şiddet araçlarıyla gaddarlıkta uzman hale gelinmiş. Epey de yol alınmış bunda. Son dönemki icraatlardan belli. Ama “master” kelimesinin bir de “efendi” anlamı var ki, bu anlam açısından durum gerçekten içler açısı. Zavallı bir “efendi” yapabilir ancak bunları: egemenliğini kaybeden, giderek güçten düşen, bu yüzden hırçınlaşan, yalanı baş tacı eden, zalimleşen bir efendi; boyuna fetihçi pozlar takınan ama kendi aczinden başka hiçbir şeyi fethedemeyen, tarihin antikaları arasına karışmasına ramak kalmış bir efendi…

Tam da bu “efendi” olma arzusu doğrultusunda hakikati yerinden yurdundan etmek, zamanın kuytularına gömmek için yeni teknikler icat ediliyor. Ama ne yapılırsa yapılsın hakikat şimdiye yuvasını çoktan kurmuş vaziyette. Yağmur altında ve ıslak bir hakikat bu. Doğru. Ama yine de orada. Burada. Biraz uzakta belki ama orada. Burada. Bu hakikat, ateşten yörüngesine herkesi alacak kudrette üstelik. Kimse bundan muaf değil.

***

Daha 1970’lerde “koparılmış Kürt çiçekleri” diyordu Ece Ayhan, çiçek değil “ayrık otu” misali çokça koparıyor, hatta köklerinden yoluyorlar şu sıralar, sırf “el altında satılan bir atlas” yanlış çıksın diye: “bakıldı ki, kum saati ters çevrilmiş, çıt, usul isa asi olmuş.” Eyvah! O beklenmedik “çıt” sesinden ötürü ortalığı velveleye veriyorlar, ama “kum saati ters çevrilmiş” bir kere. Her şeye hâkim olunur da, zamanın akışına asla. Bugün her ne kadar kar altında olsa da hakikatler, yarın bahar gelir. Bir süreliğine de olsa coğrafi haritalara egemen olunur belki ama, kimse iklimler coğrafyasına egemen olamaz: dünya güneşin etrafında usulca döner ve nihayet yağmurlar diner, zalim karlar erir…