Sosyalist Muhalefet İmkânı (I)
Barış Özkul

Ernst Bloch, Yahudiliğin yazgısı hakkında konuşurken "tarihte Yahudilerinkiyle kıyaslanabilecek bir acı yoktur" der. Bloch'a göre mesele, acının benzersizliği/biricikliği değil Yahudilerin onca acıya rağmen hâlâ yaşıyor olmalarıdır.[1] Toplumsal barış uzak bir ihtimal olduğu sürece, buna benzer kolektif acıların bilgisi-hatırası bir içe kapanma ve nefret psikolojisi doğurur; kimlikleri kesifleştirir. Milliyetçiliğin mümbit zeminidir bu. AKP, –ve Kürt meselesinde onun peşine takılanlar– Cizre ve Sur’da izlediğimiz “kamu güvenliği sergisinin” yol açtığı toplumsal tahribatın uzun vadeli sonuçlarını henüz idrak edebilmiş değiller.

Kötü şeyleri iyi yaptığı için AKP’yi destekleyen milli iradenin hâkimiyeti Erdoğan’ın çoğunluk sultası kurma kararlılığını günden güne pekiştiriyor olmalı. AKP’nin kalıcı bir diktatörlük kurma hayalinin (2071 hedefi vs.) önündeki en büyük engel gene kendi sakarlığı, kendi müdanasızlığı. Kemalist askeri rejim, Batı’yla kavga ederek, dış politikada aklına eseni yaparak 80 yıl ayakta kalamazdı. Zaten Kemalizm’in sonunu getiren de 90’ların sonunda “ulusalcılık” bayrağı altında yükseltilen AB ve ABD düşmanı, izolasyonist politikalar oldu. Aynı rüzgâr AKP’yi de iktidara taşımıştı. Batı nezdinde AKP, 11 Eylül’ün yılgınlığı karşısında ehven-i şer bir muhafazakâr-demokrasi modeliydi. Yeni AKP ise içeride “değerli yalnızlık” v.b. avcı hikâyeleri anlatırken diğer taraftan yedi düvele meydan okumakla meşgul. Bunun rasyonel bir durum olmadığı ortada. Dünyanın bu bölgesinde uluslararası siyasetin matematiği gerilimi tırmandırıp seçim kazanmaktan ibaret değil.


Erdoğan ile AKP’nin hesapları ve başka türlü Makyavelizmleri Türkiye sağının ufkunu belirleyen; kıyıcı rekabete ve iktidara odaklı perspektif içinde anlamlı. 

Bu noktada solun/sosyalistlerin başka bir perspektif içinden gösterecekleri tepki, ortaya koyacakları alternatif önemli. Başka perspektif derken mevcut gündemi bir kenara bırakıp bir sosyalist parti tartışması başlatmaktan bahsetmiyorum – bu, bir tür apolitizme varır. Türkiye’nin ve dünyanın içinde bulunduğu duruma solun asli niteliklerinden olan kendi pozitif içeriği/ütopyası çerçevesinde müdahil olmak hâlâ mümkün. Örgütlü sosyalizmin bütün dünyada irtifa kaybetmiş olması sosyalizmin varmak istediği ideallerin yeni dünyada hükmünü kaybettiği anlamına gelmiyor. Ama hangi sosyalizm ve hangi idealler?

Sosyalizm, hiçbir zaman, siyasal temsiliyeti sayısal çoğunluk üzerinden tanımlayan bir fikriyat olmadı. Tam da bu yüzden, sosyalistler uzun süredir reel-politikada elle tutulur bir alternatif olamadıkları halde ilkeleri ve değerleriyle sosyalist fikriyat halen modern düşüncenin eşitlik-özgürlük-adalet gibi sacayaklarını esinlemeye, bir etik-ahlak felsefesi olarak varlığını korumaya devam ediyor. Fakat sosyalizmi salt bir etik felsefesi olarak işaretlemek yeni dünyanın sorunları karşısında gerekli koşul olsa da yeterli koşul değil.

Yaşanmış bir tarih ve onun insanların zihninde bıraktığı bir sosyalizm algısı var. Modern dünyada hiç kimse hayata “tabula rasa” olarak başlamıyor. Sosyalizm yeniden bir alternatif olacaksa aynı zamanda yeni bir epistemolojiyi temsil etmek zorunda. Aslında Marksizm bize bunun bilgisini verir. Marx, Spinoza’dan ilhamla, maddenin tarihiyle maddenin bilgisinin tarihi arasında ayrım yapmıştı (Kendi verdiği örnekle, Jüpiter’e hâlihazırda belli bir mercek düzeyinden baktığımız için Jüpiter’le ilgili bilgimiz sınırlıdır. Ama yarın daha ileri bir mercek düzeyinden baktığımızda Jüpiter’le ilgili bilgimiz de değişecektir). Bu, topluma dogmatik değil problematik bakma ilkesi üzerinde yükselen bir metodolojidir. Gündelik hayattaki karşılığı da bellidir: Temel etik ilkeleri, insani değerleri sahiplendiği gibi maddeyle kurulan ilişkide niteliksel bir değişimi esas alan, bunları ayrı ayrı unsurlar olarak değil tek bir mücadele alanı olarak kavrayan yeni bir sosyalizm ihtiyacı.

7 Haziran öncesinde HDP içinde sosyalizm vurgusunu doğrudan öne çıkartmamakla beraber sosyalizan denebilecek temalar/hedefler etrafında birleşmiş bir damar hızla hâkim hale gelmişti. 7 Haziran’dan sonra HDP, bu hedeften uzaklaştı. Kürt meselesi Türkiye özelinde mahalli sınırlarına çekildikçe milliyetçiliğin yeniden hâkim olması da kaçınılmazdı. Ama 7 Haziran öncesindeki deneyimi sosyalizm tarihinin hanesine yazmak yanlış olmaz.

Dünyada da bir süredir sosyalizm fikrini olumlu (PODEMOS-SYRIZA) ve olumsuz anlamda (Chavezizm’in iflası gibi) yeniden gündeme taşıyan gelişmeler var. SYRIZA’nın eski maliye bakanı Yanis Varufakis, Ocak ayında Berlin’de bir Avrupa forumu organize ederek sosyalizan temalar etrafında bir tartışma başlattı. Varufakis’in kendisi iktisatçı. Dünya sorunlarına koyduğu teşhis, "bankacılık ve finans sisteminin krizi" gibi bilindik bir lafza dayanıyor. Yeni bir sosyalist muhalefetin kalkış noktası bankacılık ve finans sisteminin krizi olabilir mi, Varufakis’in girişimi çerçevesinde tartışmaya devam edeyim.