ABD Arabulucu Olabilir mi?
Cuma Çiçek

2013-2015 Çözüm Süreci’nin başarısızlıkla sonuçlanmasının en önemli nedenlerinden birini sürecin sorunlu mimarisi oluşturuyordu. Bu kötü mimariden dolayı hem zaman kötü kullanıldı, hem süreç aşırı muğlak kaldı, hem de taraflar taahhütlere uymadılar. 

Taraflar üzerinde bir toplumsal denetim ve basınç oluşturacak, herhangi bir tarafın masadan kalması durumunda ilgili aktöre fatura çıkarmaya olanak tanıyacak yapı ve mekanizmaların eksikliği hem müzakere gündeminin hem de müzakere sürecinin toplum tarafından takip edilmesini imkânsız kıldı ve sürecin çöküşünü kolaylaştırdı. 

Arabulucu, hakem, izleme heyeti gibi farklı isimlerle ifade edilen ve farklı modellere dayanan üçüncü bir tarafın sürece dahil olması çatışma süreçlerinin çözümünde toplumsal izleme, denetleme ve kontrol süreçlerinde önemli bir işleve sahip. 1997-2007 yılları arasında İngiltere Baş Müzakerecisi olarak Kuzey İrlanda çözümünde büyük rol oynamış̧ Jonathan Powell’ın Teröristlerle Konuşmak: Silahlı Çatışmalar Nasıl Sona Erdirilir? adlı kitabında altını çizdiği üzere, arabuluculuk yapılan çatışmaların antlaşmayla sonuçlanma olasılığı, arabulucu olmayan durumlara kıyasla iki kat daha fazla. [1]   

ABD’nin Arabulucu Olması Tartışmaları

Bu noktada son günlerde gündeme gelen bir soru var: Kürt meselesinin çözümünde ABD arabulucu olabilir mi? 

PKK/KCK yöneticileri son yıllarda belli aralıklarla çeşitli araçlarla ABD’nin sorunun çözümü için arabuluculuk yapmasını öneriyorlar. Bu konuda kamuoyu bu öneriyi ilk olarak Kandil’den duysa da öneri ilk olarak 2013-2015 Çözüm Süreci’nde Öcalan’dan geldi. Geçen hafta ABD’nin Ankara Büyükelçisi John Bass PKK’yi silah bırakmaya ve müzakereyi kabul etmeye davet etti: “PKK'yı şiddet kampanyasına son vermeye, silahlarını bırakmaya, meşru müzakereyi kabul etmeye çağırıyoruz.”

Bu çağrıya PKK/KCK’nin Avrupa’daki önemli isimlerinden Zübeyir Aydar şu sözlerle cevap verdi: “Bir masa kursunlar biz iki taraf bu masaya oturalım. Amerika bu konuda arabulucu olsun. İki tarafı yan yana getirsin, biz o masada konuşalım. Biz ABD’nin arabuluculuğunda bir diyaloğa hazırız.”

Yeni Şafak yazarı Mehmet Acet 11 Nisan 2016 tarihinde kaleme aldığı “ABD’den Ankara’ya PKK teklifi” başlıklı yazısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Washington’a yaptığı son ziyarette ABD yönetiminin tepesindekilerin Türk muhataplarına “çözüm süreci yeniden başlasın, biz de arabulucu olalım” teklifinde bulunduğunu yazdı. Acet’in iddiasına göre Cumhurbaşkanı ve heyetindekiler bu teklifi “bu bizim meselemiz” diyerek reddetmiş.

Arabulucu: Güçlü mü Zayıf mı?

Powell’ın da altını çizdiği üzere çatışma çözümlerinde genel olarak hükümetler üçüncü tarafları, özellikle de yabancı aktörleri işin dışında tutmaya çalışırken, silahlı gruplar ise çatışmaları uluslararası arenaya taşımak için aksi bir tutum takınırlar. Bu üçüncü taraflar ABD gibi güçlü arabulucular da olabilir, uluslararası sivil toplum örgütleri ya da tanınmış bireylerin yer aldığı güçsüz arabulucular da olabilir. 

ABD gibi güçlü bir aktörün arabulucu olması her şeyden önce taraflar üzerindeki etki gücü nedeniyle -çözümden yana pozisyon alması durumunda- yeni bir çözüm sürecinde olumlu ve hızlandırıcı bir rol oynayabilir. 

ABD’nin Türkiye üzerindeki etkisi tartışılmaz. Bununla beraber, Suriye üzerinden Türkiye’nin Rusya ile yaşadığı krizden sonra, ABD ile kurulan ilişki güncel anlamda da oldukça önemli hale geldi. 

ABD’nin PKK/KCK üzerindeki etkisinin de göz ardı edilemeyecek ölçüde olduğu ortada. Öcalan’ın yakalanması vakasında olduğu gibi bu güç/etki örgüt üzerinde basınç uygulama, yaptırımlarda bulunma şeklinde ortaya çıkabilir. Ya da bugün Suriye’nin Kürt bölgesi Rojava’da görüldüğü üzere işbirliği ve destek şeklinde de tezahür edebilir.

Öte yandan, ABD’nin olası bir çözüm sürecinde arabuluculuk yapması, sadece Türkiye’de Kürt meselesinde en azından çatışmasızlığın yaşanmasına katkı sağlamayacaktır. Öte yandan, Suriye denkleminde de Türkiye ve Kürt kantonları arasındaki gerilimin çözümüne de doğrudan katkı sunacaktır. 

Buna karşın, çatışma çözümlerinde arabulucuların üçüncü taraf olarak etkin rol oynayabilmesi büyük oranda taraflarca “tarafsız” ve “objektif” olarak algılanmasına bağlı. Bu anlamda güçlü aktörlerin arabulucu olduğu vakalarda, yine Powell’ın hatırlattığı üzere, sadece taraflar arasındaki iletişim biçimi değişmemekte, bununla birlikte çatışmadaki güç dengeleri de değişmektedir. 

Norveç gibi küçük ve tarafsız ülkeler bile üçüncü taraf olarak hükümetler tarafından dikkate değer ölçüde bir tehdit olarak algılanırken, ABD gibi Ortadoğu’da sosyo-politik denklemin yıkılışında ve yeniden kuruluşunda doğrudan yer alan bir aktörün Türkiye’nin Kürt meselesinde arabulucu olması kolay olmayacaktır. 

Suriye’nin kuzeyinde otonom bir Kürt kuşağının oluşma “riski” varken, bu kuşakla birlikte Süleymaniye’den Afrin’e kadar bütünleşik ve Akdeniz’e ulaşma ihtimali olan bir Kürdistan coğrafyası ve yönetiminin oluşma “riski” ortaya çıkmışken, bu “riskin” inşasında aktif rol almış bir aktörün Türkiye tarafından “tarafsız” ve “objektif” bir aktör olarak kabulü çok zor. Zira, Türkiye bu Kürt kuşağını kendisine karşı bir varoluşsal tehdit olarak algılıyor. 

Kuşkusuz bu “risk” bir algı. Pekâlâ, kimilerince bu “risk” bir fırsat olarak da görülebilir. Zira, Türkiye’nin nüfusunun ve coğrafyasının en az %15-20’ini oluşturan Kürtlerin Suriye ve Irak’ta elde ettiği başarılar ve kazanımlar, Türkiye’nin başarıları ve kazanımları olarak da algılanabilir. Bölgesel ölçekte yükselen Kürt dalgası, Türkiye için tarihsel haksızlıklar ve eşitsizliklerle yüzleşme, yeni bir toplumsallığın ve sosyo-politik sistemin inşası yolunda ön açıcı bir güç kaynağı olarak da görülebilir.

Ancak hükümette ve devletteki hâkim algının bugün “fırsat” değil, “risk” merkezli olduğu çok açık. Buradan bakınca ABD’nin arabulucu olması çok zor. Bununla beraber, taraflar üzerindeki etki gücü ve Suriye-Rojava denklemi dikkate alındığında, ABD masanın yeniden kurulmasında ve Kürt meselesinin siyasal çözümünde kolaylaştırıcı bir aktör olarak yer alabilir. 


[1] Powell, Jonathan, Teröristlerle Konuşmak: Silahlı Çatışmalar Nasıl Sona Erdirilir?, İstanbul: Kuraldışı Yayıncılık, 2014.