Türkiye'nin Fotoğrafı
Evren Balta

Son aylarda kimbilir kaç tane fotoğrafa öylece bakakaldık. Kimbilir kaç tane fotoğraf hafızamızın bir yerine işlendi. Umutsuzluğun, şiddetin, ölümün, yasın, acının kaç tane fotoğrafı önümüze düştü. Aklımdan geçiyor bazıları. Ölü çocuklar, ölü anneler, parçalanmış bedenler. Ağlayan yüzler, acıyla bakan gözler. Boş gözlerle bakıyor birisi bize bir fotoğraftan, boşluktan başka hiçbir şey kalmadığını anlatır gibi. Kaybettiğinin arkasından isyan edenler, çığlık atanlar. Yıkılmış evler, yerle bir olmuş şehirler. Bir fotoğrafta yere saçılmış kırık camlar. Diğerinde üzerine bir annenin ölü bedeninin yıkıldığı dağılmış bir sofra. Yanmış otobüsler. Sokağa saçılmış giysi parçaları. Onlarca, yüzlerce fotoğraf. İnce ince işliyor insanın yüreğine. 

Sonra başka bir fotoğraf düşüyor önüme. Bütün o fotoğraflardan o kadar farklı ki. Sanki birileri bütün bu acının ortasında bir mutluluk adasında. Yüzlerce insan bir araya gelmiş “boğazın gerdanının” açılışını kutluyorlar. Havaya rengârenk balonlar uçuruyorlar. Bir şenlikteler sanki. Çoşkulular. Hiçbir şey olmamış gibi. Atatürk Havalimanı’nda 44 kişinin hayatını kaybettiği, 239 kişinin yaralandığı korkunç bir saldırıdan tam 45 saat sonra bir şenlik havasında Osmangazi Köprüsü’nün açılışını kutluyorlar.

 



İnsanın içini delip geçen onlarca acı fotoğraftan bile daha acı bu fotoğraf.

Köprülerimiz açılıyor. Müjde İstanbul-İzmir arası 3.5 saate inecek. Havaalanlarımız açılıyor. Müjde havayolu halkın yolu olacak. Türkiye kalkınacak. Türkiye hayatına devam ediyor. Her şey yolundaymış gibi.

IŞİD’in Brüksel Havaalanı’na yaptığı saldırıdan sonra önüme düşen fotoğraflardan aklımda kalanları yokluyorum sonra. Çiçekleri hatırlıyorum. Havaalanının önüne bırakılan çiçekleri. Kaybettiklerini birlikte anan insanları. 3 günlük yas ilan edilen Belçika’yı hatırlıyorum. Brüksel Havaalanı’nın bir ay kapalı kaldığını. Apar topar kullanıma açılan Atatürk Havalimanı’nı düşünüyorum bir de. Yaşadıkları korkunç olayın ardından orada çalışmaya devam etmek zorunda bırakılanları... Katliamın izlerinin yerlerden hortumla su tutarak temizlenmesini... Bir Atatürk posteri ve bir bayrak gerilerek bombanın patladığı yerin normal hayatın dışına atılmasını...

Yas tutmayı bilmeyen bir coğrafyada, yokmuş gibi davranırsan her şeyin geçeceğine inananlarla birlikte yaşadığımı düşünüyorum. Şiddete üzülme hakkını talep ettiğim için, şiddeti kutsamakla suçlanabileceğim bir ülkede. Hiçbir kaybı kayıp olarak kabul etmeyenlerle birlikte. Kendi kaybının yasını tutmayıp, başkalarının o yası kendisi için tutmasını bekleyenlerle birlikte.

Kapkaranlık bir ütopya gibi.

Sonra önüme başka bir haber düşüyor. Haberde diyor ki “1 Kasım seçimleri sonrasını kapsayan 26. Yasama Dönemi’nin ilk 7 ayında TBMM Başkanlığı’na ‘artan terör olaylarının nedenlerinin araştırılması ve bu yönde gerekli tedbirlerin alınması’ talebiyle sunulan tam 22 araştırma önergesi tümü iktidar partisi milletvekillerinin oylarıyla reddedildi.”

Çünkü bir sorun olduğunu kabul etmek, o sorunu çözme gücünün olmadığını da kabul etmek demek. Çünkü yas tutmayı kabul etmek, sonu önceden kestirilemeyecek bir dönüşüm geçirmeyi kabul etmek demek. Çünkü hakikati olduğu gibi kabul etmek, her şeyin yolunda olmadığını kabul etmek demek.

Oysa çözüm basit. Eğer sorun yokmuş gibi davranırsanız, ortada sorun kalmaz.

Öyleyse bırakın halinize üzülmeyi. Bırakın ölenlerin ailelerini düşünmeyi. Bırakın geleceğiniz için endişelenmeyi. Bırakın çocuklarınıza neyi, nasıl anlatacağınızı dert etmeyi. Bırakın o gün Atatürk Havalimanı’nda olanları/bundan sonra olabilecek olanları düşünmeyi. Bırakın metroya binmenin bile sizin için bir dert haline gelmiş olmasını.

Bayram tatiline odaklanın. Hatta elinize bir uçan balon alıp, bayramda ücretsiz geçebileceğiniz köprüye gidin. Tam selfienizi çekerken, bırakın elinizdeki balonu gökyüzüne uçsun!

İşte Türkiye’nin sizden beklediği fotoğraf bu. Instagram’da paylaşmayı da unutmayın lütfen.

Çünkü Türkiye yenik düşmüyor, hayat devam ediyor!