İdeolojimiz Gayet Yerlidir
Polat S. Alpman

Bir süredir hükümetin dış politikada yaptığı süpersonik hareketleri anlamaya çalışan entelijansiyamız, Türkiye’nin dış politikasının ideolojik olmaktan pragmatik olmaya doğru hayırlı bir geçiş yaptığını anlatıyor. Siyaset bilimcilerin halihazırdaki gelişmelere ilişkin yaptıkları yorumlar oldukça olumlu ve geleceğe dair umut veren bir yönde seyrediyor. Henüz dış politikada yaşanan gelişmelere ilişkin işi bilenler tarafından ciddi bir eleştirinin yapılmadığını da ekleyelim.

Siyaseti meslek olarak icra edenler ise oldukça eğlenceli ve izlemeye değer yorumlarla haneleri şenlendirmeye devam ediyorlar. Hükümet kanadı İsrail ve Rusya ile yakınlaşmadan ötürü pek mesut görünüyor. İsrail ile barışmasının zafer, Rusya’dan özür dilemesinin diplomatik başarı olarak kabul edilmesini istiyor. Mısır, İran ve hatta Suriye ile ilgili hayırlı girişimlerin olacağı hususunda fısıltıları dolaşıma sokuyor. Muhalefet ise hükümetin az sürede çok tutarsızlık içeren politik yapıp-etmelerini ve söylemlerini birbirlerine göstererek -hala sosyal medyaya erişimden mahrum olan yurttaşlar kaldıysa en azından onlara- malumu ilam etmeye çalışıyor.

Bütün bu hızlı gelişmeler olup biterken yapılan en hızlı yorumlardan biri Erdoğan ile Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ideolojiden pragmatizme doğru bir geçiş yaptığı yönünde oldu. Özellikle dış politika bağlamında ideolojik tavır, tutum, söylem terkedilerek her meselede ilkeden, değerden çok faydayı esas alan yeni bir politik pratiğin ve yönelimin gündeme geldiği, geleceği ifade edildi. Kimileri ise çıkar odaklı bu pragmatist siyasetin pragmatik olmaktan daha çok oportünist, menfaatperest, fırsatçı bir manevra olduğunu ifade ederek Türkiye’nin mevcut durumu sürdürme imkanının kalmamasının bir sonucu olduğunu öne sürdü. Böylece dış siyasette değişen dengelerden istifade edebilmek, değerli yalnızlıktan kurtulmak ve bu süreçte yapılan yanlışları unutturabilmek için “eski” Türkiye’nin siyasal perspektifine yaklaşılmasının zorunlu olduğu vurgulandı. Yani özetle ideolojik siyasetten daha rasyonel bir siyasal pratiğe geçilmiş oldu, denilmek isteniyor.

AK Parti’nin, İslamcı bir hareket olarak kabul edilsin ya da edilmesin, Türkiye’deki İslamcılık üzerinde çok güçlü ve belirleyici bir etkiye sahip olduğu bilinen bir gerçek. Bu nedenle Türkiye’deki İslamcılık hareketi ile AK Parti arasında biri diğerinin mütemmim cüzü olan, faydacı ve çıkara dayalı bir ilişkinin bulunduğu söylenebilir. Türkiye özelinde, AK Parti öncesinde de İslamcılık hareketi ya da İslami hareketler ve hatta geleneksel cemaatler, tarikatlar ve bilumum oluşumlar hem pragmatizme hem de oportünizme geleneksel fıkhın desteği ve güncel içtihatlar sayesinde güçlü bir biçimde yaslanmaktaydı. Bu duruma en radikal hareketlerden en entegrasyona açık hareketlere kadar hepsi dahil edilebilir. Bu pragmatik stratejilere sahici bir siyasal motivasyon kazandıran Milli Görüş hareketi olsa da mevcut enerjiyi bir blok haline getiren AK Parti oldu. Bunu yaparken sergilediği performansın pragmatizmin her türlüsüne paralel seyrettiğini ifade etmeye gerek yok.

Türkiye siyasal tarihine yaptığı özgün katkılarla toplumun yüzde yüzünde emsalsiz yer edinmeyi başarmış AKP’nin pragmatizmden ya da oportünizmden bağımsız bir siyaset geliştirdiğini öne sürmek, bugüne kadar ideolojik gerekçeler nedeniyle pragmatist davranmadığını öne sürmek anlamına gelecekse, bunun oldukça zorlama bir yorum olduğunu ifade etmek gerekir. Dış politikada ideolojik davrandığının öne sürülmesini kolaylaştıran hamlelerin, iş ve eylemlerin, perdahlı söylemlerin istisnasız hepsi iç politikada iktidar pekiştirici işlev üstlendi. Hatta büyük ve uluslararası komploların odağındaki ülke olan Türkiye’nin toplumsal bütünleşmesi ya da iç siyasetteki istikrar arayışı için ideolojimiz gayet pragmatik biçimde sahaya sürüldü. Sonunda memleketin vaktiyle övünüp durduğu Hariciye geleneği eski Türkiye’ye özgü vesayetlerden kurtulurken biz, yerli ve milli vatandaşlar, topyekun ahali olarak, bilcümle zalim devletlere haşmetli işaret parmaklarımızı sallar olduk. Elbette bu parmak sallamamızı her nevi seçimde sandıkta da göstermekten geri durmadık. Böylece yedi düvele verdiğimiz derslerin sayısı Arş-ı Âlâyı geçti ve bileğimizin bükülmeyeceği bin birinci kez anlaşıldı. Bunlar pragmatist olmayan, ideolojik siyasetimizin sonucuydu, denebilir mi?

Türkiye’de ideoloji ile siyaset yapıldığını öne sürenler Türkiye’nin nasıl bir ülke olduğu konusunda ciddi kafa karışıklığına sahip olanlardır. Çünkü dünyanın ileri kapitalist ülkelerindeki diğer sağ siyasetler için yüz kızartıcı bir siyasal hat olan Türk sağı için ideoloji, bir şeyleri umarsızca sevmek ve bir şeylerden ölesiye nefret etmek dışında bir şey ifade etmediği için hamaset yüklü çığırtkanlıklar milli siyasetimiz olagelmiştir. Dolayısıyla ideolojimiz her türlü çıkarcılığa yatkın yerli pragmatizme, her türlü fırsatçılığa açık milli oportünizme fevkalade münasiptir. Bu nedenle değişen dış politikanın nedeni ideolojiden pragmatizme geçiş değil, mevcut politikaların egemenler için iç ve dış politikada yeteri kadar fayda, çıkar, fırsat üretmemesinin bir sonucu olarak okumak daha sahici görünmektedir. 

Buraya kadar her şey Türkiye için olağan sayılırken asıl trajedi İslamcılığın yaşadığıdır. Cumhurbaşkanının Mavi Marmara gemisiyle ilgili “Bana mı sordunuz” çıkışına karşı tek cümle edemeyecek hale gelen İslami camia için yaşanan itibar kaybı, kısa vadede siyasal birikimlerinin de olanca hızıyla erimesini beraberinde getirebilir, demek fazla lüks ve Avrupai olur. Burada böyle şeyler olmaz, burası Türkiye... Burada olsa olsa yeni bir ihanet-sadakat hikayesi yazılır ve her zamanki gibi çoğunluk, pragmatizmin serin sularında kendi şahsi çıkarları için herkesin geleceğini Allah’a havale eder.