Düş Eskizleri
Derviş Aydın Akkoç

Biter elbet bir gün korkunç gürültüsü dünyanın. Susar dinamoların, helikopterlerin, kasnakların, ambulansların, haber bültenlerinin gıcırtıları. Siyasetçilerin, din adamlarının, anne ve babaların, kadim zaman düşünürlerinin, akademisyenlerin, şairlerin hatta, kanaya sancıya dudakları dikilir. O sıra yeryüzünün bütün radyolarının pilleri biter, berber dükkânlarına kilit vurulur, uykulu gözlüklü terziler tatile çıkar. Hamlet hem hayaletle hem annesiyle hem de amcasıyla barışır: Nedir ki eylem? Gazeteciler istifa eder. Matbaaların kâğıt stokları tükenir. Ormanlar ayağa kalkar. Yayınevleri kapanır. Çevirmenler, düzeltmenler bir daha oturmamak üzere masalarından kalkar, sözlükleri kılavuzları pencerelerden atıp yorgancı açarlar. Gardiyanlar pikniğe gider. Saat tamircileri güneş saatine dönmenin faydalarından bahseder. Barajlar parçalanıp dağılır, tarlalara kavuşur sular, elektrikler kesilir. Mumsuz kibritsiz (bakkallar sürgüne gönderilmiştir) gecelerde yıldızlardan medet umulur. Sabah güneşi bin yıldan sonra ilk kez can-ı ciğerden beklenir. Freud sigarayı bırakır, damağı alınmaz. Kasap çırakları işten ayrılmak zorunda kalır. Doğranacak hayvanlar mezbahaları basıp bıçakları kancaları çöle gömer, kasaplara karışmazlar. Bileyciler köye döner, davul çalarlar. Kafka ilk kez içten bir kahkaha patlatır. Tapu kadastro memurları raflarda küflenen gayrimenkul evraklarını yakma kararı alırlar. Evrak yakma zevki bir kurumdan diğerine hızla yayılır. Diplomalar, sürücü belgeleri, evlilik cüzdanları, kafa kâğıtları –ne var ne yoksa- ateşe verilir. Emlakçılar sinek avlar, yalancı ilanlar asarlar camlarına. Evler gereksizleşir. Sınırlar, tel örgüler cıva gibi erir. İnsan, ayaklarını fark eder. Dişlerinde kan kokusuyla Dracula ömründe ilk defa bir eli cebinde, bir elinde sigarası bir yokuştan aşağı iner, günün parıltıları alnını okşar, yatışır. Bankalar birer ikişer çöker. Para pul olur. Doktorlar önlüklerini çıkarıp ütüsüz gömleklerle gezerler. Cadılar –şifacılar– geri dönerler. Kimseye kızmazlar. Jimnastik aletleri ortalığa düşer. Bütün bunlar olurken, tüfeklerin namlularına çakıl taşları doldurulur. Üniformalar –zabıtalardan başlamak üzere- denizlere atılır, arkalarından bakılmaz... Ve fabrikalar ibretlik müzelere çevrilir. Haklı işçi biter, haksız burjuva biter. Bütün o gevezelikler, kamusal hırgürler buharlaşır. Beslenme hususunda kuşlar ya da sevimli eşekler örnek alınır. Suyla, havayla, bitki kökleriyle beslenilir. Hayvanlara duyulan dipsiz haset ve kıskançlık yok olur. Midedir neticede, doyurulur. Ekmek kaygısı son bulur, hem “insan sadece ekmekle yaşamaz” ki, duyulup işitilmemiş yeni “sözler” de ekmek gibidir ağızda. Hangi ağızda? Şimdiye kadar sözü elinde tutanların kendiliğinden parmakları kırılır. İmamlar, papazlar, hahamlar, bilginler alıp yanlarına inançlarını turşu suyu içerler, bir taşra kasabasında...


***

Ve elbet bir gün atom altı parçacıkları, bir üçgenin iç açılarının toplamı, evrimin kayıp halkası, termodinamiğin ikinci yasası da susar. Çekilir aradan otoban sıcakları. Taze, hiç duyulmamış bir rüzgârın serinliği kollara bacaklara bir tül gibi dolanır. Teorilerin kurşunî ağırlığı uzaklardan kıvrıla saçıla gelen sularda dağılır. Duyurunca kendini doludizgin hayat, kelimeler kalır yalnızca geriye. Kelimeler: diş çıkaran çocukların damak kaşıntısı. Kaşıntıdan sancıya geçip yırtılınca narin damak ve uç verince bembeyaz diş ağızda, yepyeni bir söz dökülünce dudakların arasından, işte o vakit tüm memuriyetler kaldırılır. Nüfus daireleri en önce. Kimlikler ve adlar bir daha hatırlanmamak üzere hafızalardan silinir. Kadın ölür. Erkek ölür. Protestan ölür. Ortodoks ölür. Bok püsür herkes ölür... Yeniden doğmak için, külden değil, ateşten...