Kolombiya: Neden ve Nasıl Barış? (I)
Sezin Öney


“Sen ve ben…
Yabancı egemenliğine karşı savaşıp yeni Kolombiya’yı yaratmak…
Düşün bunu…”

Ve dünyanın en uzun iç savaşını sona erdiren kareler arasında, ironik biçimde biri kadın biri erkek FARC üyelerinin, bu temsili konuşmaları da yer aldı. Fuerzas Armadas Revolucionarias de Colombia – Ejército del Pueblo (FARC), İngilizce olarak yayın yaptığı Twitter hesabından paylaştı bu kareyi…

FARC’ın, Kolombiya halkının genelini ve kendi tabanını, barışa ikna edebilmek için kullandığı iletişim stratejisinin, müzakerelerin nihayetine gelindiğini müjdeleyen son ve en eğlenceli halkası, işte bu kare oldu. 

Evet; 2012’de Küba’nın başkenti Havana’da başlayan barış müzakereleri, sonunda asıl meyvesini verdi. Aslında, bugüne gelişi sağlayan ilk temaslar, FARC liderliği ile “çocukluk arkadaşlığı” olan bir işadamının Kolombiya devleti tarafından araya sokulması ile başladı. Kolombiya’nın altı yıllık barış sürecinde, birçok badire atlatıldı ama hiçbir zaman tam bir çöküş yaşanmadı ve ipler ne geri planda, ne de kamuoyu önüne yansıtıldığı kadarıyla kopmadı. Tüm müzakere sürecinin kronolojisine şöyle bir bakarsak da, tarafların adım adım “anlaşmakta anlaştığını” görüyoruz. Yani, aslında, tüm müzakere süreci bana kalırsa bundan ibaret; bir kez, anlaşmakta anlaştınız mı ve bundan vazgeçmediniz mi, gerisi de geliyor. 

İngilizce’nin 16. yüzyıldan kalma özdeyişi, “If there is a will, there is a way”; yani “İrade varsa, yol da vardır” sözü bence, çatışma çözümlerindeki müzakere süreçlerinin de kalbinde yatan sır. Bu yazı geçirdiğim Japonya’da bu söze denk gelen özdeyiş ise; “naseba naru”, 為せば成る. Edo Dönemi yani, 18. yüzyıl sonunda yaşayan şair Uesugi Harunori’nin bir şiirinden alıntı bu:

なせばなる、なさねばならぬ、なにごとも

ならぬは、ひとのなさぬ なりけり

/naseba naru, nasaneba naranu, nanigoto mo

naranu wa hito no nasanu nari keri/

“Yaparsan olur; yapmazsan, olmaz.

Eğer bir şey yapılmamışsa, kimse bir şey yapmadığı içindir”.

Japonya’nın bir şeyi yapacaksa en iyisini yapma ve asla vazgeçmeme kültürüyle yakından tanıştıktan sonra, “irade” ve “dirayetin” önemini daha iyi anladım. Türkiye’de barışın giderek uzaklaştığı bugünlerde, Kolombiya barış süreci üzerine bir dizi yazıyla, “ne olduğunu”, geleceğe ilham kaynağı olabilmesi ümidi ile kaleme alıyorum. Bize çok uzak görünen bu süreç aslında bir o kadar da yakın; öncelikle, Türkiye’de, Kolombiya barışından kıvanç duymayan yok. Zaten her şart ve koşulda barış isteyenlerin desteğini ve binlerce kilometre ötedeki bu sorunun çözümüne sevinçlerini geçtim; Türkiye Cumhuriyeti devlet erkânı da, resmen bu sürece destek verdi.  

TC Dışişleri Bakanlığı’nın 26 Ağustos 2016 tarihli 200 numaralı açıklamasında şöyle denildi;

“Kolombiya Hükümeti ile Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC) arasında Havana'da sürdürülen görüşmelerin bir barış anlaşması metni üzerinde görüş birliğine varılması suretiyle sonlanması memnuniyetle karşılanmıştır. Sürecin bundan sonraki aşamalarının da başarıyla nihai hale gelmesi samimi beklentimizdir.

Kolombiya'nın yarım asırdan fazla süren, 220 bini aşkın insanın ölümüne, milyonlarca insanın yerlerinden edilmesine yol açan trajik bir dönemi arkasında bırakarak huzurlu ve müreffeh bir geleceğe yönelmesini sağlayacak bu anlaşma ile bölgenin istikrarı açısından önemli bir adım atılmıştır.

Türkiye, barış sürecine Amerika Devletleri Örgütü'nün (ADÖ) Barış Sürecini Destekleme Misyonu'nda (MAPP) görevlendirdiği diplomat vasıtasıyla somut katkı sağlamaktadır. Maddi desteğini 2016 yılında da devam ettirecektir. Çatışmalardan büyük zarar gören Kolombiya'nın Orejon bölgesinde TİKA tarafından yaptırılacak ilkokul inşaatı ile ilgili çalışmalar hızla sürdürülmektedir.

Türkiye bundan böyle de barışın kalıcı olmasına yönelik desteğini çeşitli işbirliği projelerini hayata geçirmek suretiyle devam ettirecektir.”

Sadece Kolombiya’da barışa “samimi bir sevinç” duyulduğunun ifade edilmesi ötesinde, Türkiye’de devlet, yine binlerce kilometre ötedeki bir başka barış sürecinde de aktif rol aldı. Dışişleri Bakanlığı tarafından, Filipinler Hükümeti ile Moro İslâmi Kurtuluş Cephesi (MILF) arasındaki barış sürecinde de, Uluslararası Temas Grubu üyesi, yani “üçüncü göz” olarak sürece destek verildi. Ancak, ne yazık ki, iş Türkiye’nin kendisinin içine gelince, orada “çözüm mözüm yok” diye esip gürleyen bir siyaset var. 

2016 başlarken de, Kıbrıs Sorunu ile beraber Kolombiya Savaşı’nın tarihe karışacağı kehanetinde bulunmuştum; açıkçası bu öngörü, sezgilere değil, verilere dayanıyordu. Her iki müzakere sürecinde de, müzakere eden taraflar çözüm yolunda büyük bir siyasi iradeye sahip ve sürece çok taraflı bir uluslararası destek var. Her iki müzakere sürecinde de taraflar, politik kültürlerinin ve içinden geldikleri yapının sosyal dokusunun bazı özelliklerini, sembolik bakımdan avantaja dönüştürdüler. Dahası, tarafların “savaştan”, “çatışmadan”, “gerginlikten” beklentisi kalmamıştı. Tersine, barışmanın, müzakereleri yürüten taraflara daha çok şey kazandıracağı psikolojisi hâkim. Bölgesel olarak da, taraflar için de miadı dolmuş ve bir külfete dönüşmüş çatışmalardan bahsediyoruz. 

Bu cümlelerde vurgu, hep “iki tarafa” yönelik dikkat ederseniz; barış müzakerelerinin tarafları, Kıbrıs’ta da, Kolombiya’da da, birbirlerine eşit davrandılar, davranıyorlar. Tüm bu faktörler bir araya geldiği için Kolombiya barış müzakereleri başarı ile sonuçlandı ve Kıbrıs barış görüşmelerinin de başarı ile sonuçlanması ihtimali çok yüksek. Tabii, her iki müzakerenin de başarısına nihai olarak karar verecek olanlar halklar; Kolombiya’da 2 Ekim’de, barış anlaşması referanduma sunulacak. Kıbrıs’ta ise, barış görüşmeleri öngördüğüm gibi olumlu sonuçlanırsa gene son kararı halk verecek. Şimdi, Kolombiya müzakerelerine odaklanarak, “başarının” nasıl geldiğine bakalım. Bu ilk bölümde, Kolombiya devletini temsil eden liderliğin rolünü inceleyeceğiz. Eğer, Kolombiya devletinin siyasi iradesinde bir duraksama veya tereddüt olsaydı, bugünlere gelinebilir miydi? Bence kesinlikle hayır; o nedenle, bu sürecin (elbette başka faktörlerce de desteklenen) en önemli öğesi, bana kalırsa, siyasi irade ve niyet. 

Siyasi İrade

Dediğim gibi, Kolombiya’da barışın mümkün olabilmesinin birinci derecede sorumluları, bana göre, siyasi iradeyi elinde tutan taraflar. Eğer, müzakerelerde rol alan liderler, özellikle de Kolombiya Devlet Başkanı Juan Manuel Santos Calderón bu kadar kararlı olmasaydı, çözüm gerçekten zordu. 

Kim bu Santos? Neden barışmak istedi? Neden bu konuda popülaritesini ve defaten siyasi pozisyonunu riske etti? Kendisinin de ifade ettiği gibi “savaşmak, barışmaktan daha kolay”. Usta bir poker oyuncusu olduğu da bilinen Santos, siyasi hayatıyla niçin kumar oynadı? 

Ekonomi eğitimi gören Juan Manuel, zengin ve tanınmış bir aile olan Santos’ların veliahtlarından. Uzun yıllar muhafazakâr çizgideki, ülkenin en çok satan gazetesi El Tiempo’nun sahibi olan Santos ailesinin oğlu olarak da, politikaya atılmadan önce gazetecilik yapmış. Kendisinin, aslında bu aileden gelmek dışında büyük bir kariyer başarısı olmamış - yani, ekonomistlik veya gazetecilik yıllarında siyasette kendi başına yükselmiş, sivrilip göz doldurmuş değil; daha ziyade İngilizcede “ağzında gümüş kaşıkla doğmuş” diye tabir edilenlerden. Merkez sağ-liberal çizgide biri. Ailesinin içinden çıkmış başka siyasetçiler de var; örneğin kuzeni Francisco Santos, önceki devlet başkanı Álvaro Uribe’nin yardımcısıydı. Juan Manuel Santos’un kendisinin de politikada asıl parlamasına Uribe döneminde, 2006-2009’da, Savunma Bakanlığı yapması yol açtı. Santos, Uribe’nin “güvenlik politikaları” konusundaki sağ koluydu. Bahsi geçen güvenlik politikaları da, FARC’ın çatışma yoluyla sindirilmesine odaklıydı. 

Santos’un Savunma Bakanlığı döneminde dikkat çeken özelliği risk alan, şahin girişimlerle ön plana çıkmasıydı. Bu dönemde, Kolombiya’da güvenliğin arttığını öne sürerek bakanlığını başarılı bulanlar var; ancak, bu “güvenliğin” bedelinin, uluslararası hukukun ihlali ve faili meçhuller olduğunu öne sürenler de… Üç yıllık bakanlığı zarfında, bence Santos’un göze çarpan özelliği, dikkat çekmeyi, risk almayı seven profili; bu yönleri de, en çok Operación Jaque (Şah Operasyonu) sırasında ortaya çıktı. 2 Temmuz 2008’de gerçekleşen bu askeri operasyonun adı, satrançtan esinle konmuş. Amaç da, aralarında 2002’de FARC tarafından kaçırılan Kolombiya eski başkan adaylarından Íngrid Betancourt’un da olduğu rehineleri kurtarmaktı. Aynı zamanda Fransa vatandaşı olan Betancourt’un kurtarılması için daha önce Fransız hükümetinin de aralarında bulunduğu taraflar, askeri operasyonlar gerçekleştirmişler ve başarısız olmuşlardı. Santos, 15 rehinin kurtarıldığı bu operasyonla, “şah çekmiş” oldu ve kendisini başkanlığa götürecek yolu da açtı. Ancak, bu operasyonun da tartışmalı yönleri vardı; hazırlığı bir yıl süren operasyon için FARC’ın içine muhbirler sokulmuştu. Bu ajanların örgüt içinde yükselerek uyguladığı plana göre, Betancourt’un da aralarında bulunduğu rehineler, insani yardım yapan sivil toplum kuruluşları tarafından bir başka mekâna nakledilerek FARC lideri Alfonso Cano ile buluşturulacaktı. Bu amaçla, “insani yardım görevlisi” rolü oynayan ajanlar da, operasyonda yer aldı. Ve bu kişilerin, Kızılhaç’ın sembolünü taşıyan giysilere büründüğü öne sürülüyor; Kızılhaç gibi insani yardım örgütlerinin sembollerinin ne amaçla olursa olsun, üyeleri dışında taşınması ise uluslararası savaş hukukuna göre “savaş suçu”. Zira, bu tarz bir aldatmaca, çatışma bölgelerinde çalışan tüm insani yardım görevlilerinin, “inandırıcılıklarını yitirmelerine” neden olarak yaşamını tehlikeye atabilir.

Santos’un, riskli askeri kumarları Jaque Operasyonu ile de bitmiyor; komşu ülke Ekvador’un hava sahasını ihlal ettiği hava operasyonu da başka bir örnek. Kolombiya-Ekvador sınırından iki kilometre kadar içeride olan bir FARC kampının bombalandığı bu olayda, örgütün lider kadrosundan Raúl Reyes’in bombalamadan kaçarken bir kara mayınına basarak ölmesi de, Santos’a “nam” kazandırdı. Bu hava operasyonunun Ekvador ve bölge ülkeleriyle Kolombiya arasında büyük krize neden olduğunu da anımsatalım. 

Santos’un şahinlik kariyerinde en tartışmalı noktalardan biri de, Escándalo de los falsos positivos (Sahte Rakamlar/Veriler Skandalı). 2008’den itibaren, Kolombiya Ordusu’nun, çatışmalarda öldürülen FARC üyesi sayısını şişirmek için, fakir ve zihinsel engelli kimseleri tenha yerlere çekerek infaz etmesi gibi bir şiddet dalgası başladı. Aslında, benzer olaylar 1990’larda da gerçekleşmişti; ancak, 2008’de başlayan dalgadaki faili meçhuller, daha sistematik biçimde gerçekleştirilen ve zihinsel engelliler gibi iyiden iyiye korumasız sivillerin öldürülmesi gibi tüyler ürpertici vakalardı. İlk katliam, 2008’de “iş” sözüyle kandırılarak başkent Bogota yakınlarındaki Soacha’dan alınıp, öldürülmesiyle gerçekleşmişti. Bu ilk faili meçhul olayının ortaya çıkmasıyla, Savunma Bakanı Santos da zora düştü. Santos, bu cinayetlerde hiçbir dahli olmadığını öne sürdü ve aralarında üç generalin de bulunduğu 27 askeri ordudan attı. Kolombiya Ordusu’nun FARC üyeleri ve sivillerin ölümleri arasında daha keskin bir ayrım yapabileceğini iddia ettiği bir sistemi de yürürlüğe koydu. Aynı dönem, Kolombiya Genelkurmay başkanı Mario Montaya da istifa etmek durumunda kaldı. Santos, 2009’da Savunma Bakanlığı’ndan ayrıldıktan sonra da, bu tarz faili meçhuller devam etti; 2012’ye gelindiğinde 3500’e yakın faili meçhul vakası kayda geçmişti.

Böyle bir şahin çizgiden sonra, 2010’da Santos’un başkanlık yarışı başladı. Kampanyası sırasında da, Santos barış değil, sert politikalarla FARC’ın gücünü baltalamayı vaat etti. Fakat seçimi kazandıktan sonra, FARC ile önce perde arkasından diyalog kurdu; 2012’de, Kolombiya devleti tarafından “terör örgütü” sayılan FARC ile resmi kanallardan görüşüldüğümü kamuoyuna açıkladı.

Santos, neden FARC ile görüşmeyi seçti? Kendi ifadesiyle, “FARC’a benim kadar sert kimse vurmamıştır. Ama tüm savaşlar bir noktada bitmek zorunda ve bu da müzakere yoluyla bir çözümü bulmayı gerektiriyor”. Gene Santos’un ifadesiyle aktarırsak, “Ben, hayatımın bir gününü, barış ve huzur içinde olabilmiş bir ülkeye ait olarak geçirmedim. Bu savaş, gerçekten kanımızı emdi, enerjimizi bitirdi ve bizi, şiddete bağışıklık kazanmış bir hale getirdi. Bunları bir toplum kabul etmemeli”.  

Kolombiyalılar, barışa pek umutlu bakmıyordu; 2012’de Gallup’un gerçekleştirdiği bir kamuoyu araştırmasına göre, halkın yüzde 52’si barış görüşmeleri konusunda karamsardı. 2012 Eylül’ünde IPSOS’un araştırmasına göre, barış görüşmelerine olan yaklaşık yüzde 77’lik halk desteği de, sadece iki ay içinde yüzde 20 ivme kaybetmiş ve Kasım 2012’de, yüzde 57’ye düşmüştü. 2013’e gelindiğinde, başkanlık seçimlerinin yenilenmesine sadece bir yıl kalmıştı ve barış müzakerelerine destek düşmeye devam ediyordu. Hatta Gallup’un 2013 Kasım’ındaki araştırmasına göre, halkın yüzde 75’lik bir kesimi, barış görüşmelerinin durdurulması veya sona erdirilmesini istiyordu. 

Santos’un popülaritesinde de büyük fire vardı. Gallup’a göre, Eylül 2012’de yüzde 60 olan destek oranı, Kasım’da yüzde 45’e düşmüştü. Bunun başlıca sebebi olarak da barış görüşmeleri gösteriliyordu. 2010-11 döneminde, yüzde 70’leri aşan oranlarda desteklenen Santos’un kendisi ise, tıpkı oyunun sonuna odaklı bir poker oyuncusu gibi, hiç istifini bozmadı ve masada dönen kartlara odaklanmaya devam etti. 

“Truman ve Roosevelt de poker oynardı. Bu oyun onlara, günlük hayatı anımsatıyordu. Kazanmak için, oyunun kurallarını bilmeniz lazım; ne zaman risk almanız gerektiğini, rakiplerinizin kim olduğunu ve tabii, şans ve vizyonunuz olması gerek”. 

2014’teki başkanlık seçimlerinde, az kalsın koltuğunu kaybediyordu Santos; birinci turda sadece yaklaşık yüzde 27’lik bir oy toplayabildi. Başlıca rakibi Óscar Iván Zuluaga ise yaklaşık yüzde 30’luk bir destek almıştı. İkinci turda da, Santos ve Zuluaga yarıştı ve Santos, yüzde 50’lik oy oranını kıl payı yakalayarak başkan olabildi. 

Santos’un da bir zamanlar “patronu” olan eski devlet başkanı Álvaro Uribe, kendisi yolsuzluk ve derin devlet hikâyeleriyle örülü çeşitli skandallar ve anayasayı değiştirerek üçüncü kez aday olmaya çalışmasının önünün Anayasa Mahkemesi tarafından kesilmesi nedeniyle aday olamıyordu. Fakat, perde arkasından ülke politikasında büyük rol oynuyor ve hem barışa hem de Santos’a fena halde karşı. Hatta, 2014 başkanlık seçimlerinde Santos’un başlıca rakibi Zuluaga’yı destekleyen ve Santos’un ailesinden ona “anti” isimleri de içeren Centro Democrático – Mano firme, corazón grande (Demokrat Merkez-Güçlü Eller, Güçlü Kalpler) Partisi’ni kurduran da o idi. Uribe’nin, Birleşmiş Milletlerin Mavi Marmara Soruşturma Komisyonu Başkan Yardımcısı olduğunu anımsatalım. 

Babası FARC tarafından öldürülmüş bir avukat olan Uribe, karizmatik bir kişilik olarak biliniyor ve hâlâ da barışın önündeki en büyük engellerden biri. Zira, halk nezdinde yüzde 70’lere varan destek oranını, 2 Ekim’deki referandumda barış anlaşmasının reddi için kullanmak için elinden geleni ardına koymuyor. Santos’un kendisinin destek oranı ise, bugün yüzde 21-25 bandında. 

Barış müzakereleri döneminde, 2014’te bir generalin FARC tarafından kaçırılması gibi olaylarda hep “poker yüzünü” koruyan ve ileriye bakan Santos, tüm rakiplerine, engellere rağmen, bugüne kadar siyasi iradesinden hiç taviz vermedi. Bakalım, barış savaşında Kolombiya politikasının son güleni o mu olacak, poker masası gibi baktığı siyasetten floş royal diyerek kalkabilecek ve referandumda barış anlaşmasının onay aldığını görebilecek mi?