"İffet"le Büyümek
Evren Balta

1985 yılında ortaokula yeni başlamıştım. Bir gün gazetede kaldıkları yurdun kapısına erkek arkadaşlarıyla gelen iki kız öğrencinin yurt müdürü tarafından iffetsizlikleri nedeniyle polise şikâyet edildiğini ve karakola götürülen kız öğrencilerin bekaret kontrolüne gönderilmekten son anda kurtulduklarını okudum.

Bir erkekle bir kapının önüne gitmek yapılmaması gereken büyük bir suç olarak zihnime işlendi.

Bundan bir kaç yıl sonra bu sefer başka bir gazetede 14, 15 ve 18 yaşlarında olan üç kızın Niğde Kız Yetiştirme Yurdu’ndan izinsiz ayrıldıktan 2 gün sonra geri döndüklerini ve iffetlerinin bozulmuş olabileceği gerekçesiyle bekaret kontrolü için doktora gönderildiklerini okudum. Kızların intihara teşebbüs ettiklerini hatırlıyorum sanki. Bilmiyorum, belki de öyle olmadı. Belki de aynısı bana olsa ne yapardım diye düşündüğümden hafızamın bana oynadığı bir oyundu bu.

1992 yılında başka bir haberde 15 yaşında bir kız çocuğunun babasının okul müdürü tarafından bekaret testine yönlendirildiğini okudum. Bekaret kontrolüne götürüleceğini anlayan kız çocuğu uçurumdan atlayıp intihar edecek, babası kızının ölümü ile yetinmeyecek ve kızının ölü bedenine devlet eliyle bekaret kontrolü yaptıracaktı.

Sanırım bu haber sonrasında hayatımda ilk kez bir kadın eylemine katıldım: “bekaret kontrolüne hayır kampanyası”. O kampanya toplumsal cinsiyete bakışımı radikal bir biçimde değiştirecekti.

Biz bekaret kontrolüne hayır kampanyası yaparken, devlet bekaret kontrolünü kurumsallaştırmakla meşguldü. 31 Ocak 1995 yılında Ortaokul Kurumları Ödül ve Disiplin Yönetmeliği’ne “iffetsizliği tespit edilmiş olmak” örgün eğitimden uzaklaştırılma nedeni olarak girdi. Çiller hükümetinin Milli Eğitim Bakanı Nevzat Ayaz’a göre yönetmelik gerekliydi, çünkü ancak böylelikle “iffetsiz öğrencilerin diğer öğrencilere ahlaki yönden kötü örnek olması” engellenebilecekti. Nevzat Ayaz’ın bir öğrencinin iffetsiz olup olmadığının nasıl tespit edileceği sorulduğunda verdiği cevap ise ibretlikti : “Sözlükte ve TCK’da bunun tanımları” var.

1998 yılında bu sefer de (hem de) Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Işılay Saygın “aileler kızlarını bekaret kontrolüne götürmeli, birkaç genç kız intihar etmiş önemli değil” diye bence Türkiye toplumsal cinsiyet tarihine geçecek bir açıklama yapacaktı.

2001 yılında MHP’li Sağlık Bakanı Osman Durmuş bakanlığına bağlı Sağlık Meslek Lisesi öğrencilerine ‘Bekâret zorunluluğu’ getirdi. Yeni yönetmeliğe göre, fuhuş yaptığı ya da cinsel ilişkiye girdiği ‘yapılacak araştırmalar’ sonucu tespit edilen öğrenciler okuldan atılacak ve diğer bakanlıklara bağlı örgün öğretim kurumlarına da gidemeyeceklerdi.

Ben bu ülkede bu korkunç uygulamanın haberlerini okuyarak büyüdüm. Devlet, okul, güvenlik güçleri, doktorların ele ele vererek kadınların iffetsizliğini ölçtüğü bekaret kontrolleri nedeniyle onlarca genç kadının intihar ettiğine tanıklık ettim.

Üstelik aynı dönemde aynı devlet yetkilileri, okul müdürleri, güvenlik güçleri genç kadınların başörtüleri yüzünden okula gitmesine izin vermiyorlardı. İnsana inanılmaz geliyor ama öyleydi.

Kadının sanırım TCK ve sözlükte erkeklerin/devletin istediği gibi giyinen, erkeklerin/devletin istediği gibi konuşan, erkeklerin/devletin izin verdikleri ile görüşen bir cinsin adı olduğuna kanaat getirmişlerdi. Kadın ne başörtüsü takacak kadar kapalı, ne bir erkekle el ele tutuşacak kadar açık fikirli olmalıydı. 

Kadınların yeterince açık fikirli olmadığını ölçen bekaret odalarının yanına, kadınların yeterince kapalı olmadığını ölçen ikna odaları kuruluyordu.

Büyük oranda kadınların mücadelesinin sonucunda ve ancak 2004 yılında AKP ve CHP uzlaşarak kadın bedenini devletin kontrolüne açan bekaret kontrolü uygulamasına son verdiler. Yeni yasaya göre kişiyi bekaret kontrolüne götüren kişi kadar bu muayeneyi yapan doktor da ceza alacaktı.

Bu dönemden sonra iffeti muayene masasında test eden bekaret kontrolü uygulaması büyük oranda uygulamadan kalktı. Ama iffet meselesi Türkiye muhafazakârlığının çelik çekirdeği olarak orada öylece durmaya devam etti. Bir zamanlar bekaret kontrolleri ile test edilen kadınların iffeti artık bekaret kontrolüne gerek kalmadan “tespit edilmeye” başlandı. Örneğin kadının kahkahasıyla, örneğin şortuyla, örneğin çalışmasıyla, örneğin yaptırdığı kürtajla...

Kadının devletin/erkeklerin istediği ile görüşen, devletin/erkeklerin istediği gibi giyinen bir cins olduğuna dair derin inanç devam etti. Hiç sarsılmadan, hatta daha da derinleşerek devam etti.

Yeni kuşaklar bekaret kontrolü haberleri ile büyümedi. Ama gece sokağa çıktığı için iffetsiz suçlamasına maruz kalan, boşanmak istediği için öldürülen, şortu yüzünden dayak yiyen kadınların haberleri ile büyüdü. Onlar bu ülkenin başbakan yardımcısının “kadın iffetli olacak, herkesin içinde kahkaha atmayacak” dediğini duydu. Tepkisini mırıldanarak gösteren erkekler ile otobüse bindi.

Kadın özgürlüğü başımızı açtığımız ya da kapadığımızda; şort ya da şalvar giydiğimizde gelmeyecek.

Geçin bunları.

Erkekler bir kadının kendisi için çizdiği yaşamın farklılığına saygı duymayı öğrendiğinde gelecek. Devlet bırakın yasak koymayı, başı açık ya da kapalı, şortlu ya da değil kadınların seçimleri üzerine konuşma hakkı olmadığını öğrendiğinde gelecek. Ben ne giyersem hiç kimsenin mırıldanmaya bile hakkı olmadığı anlaşıldığında gelecek.

Şimdi Ayşegül Terzi’yi döven bir meczupmuş diyorsunuz. Bana kalırsa ölü kızının bedeni üzerinde bekaret kontrolü yaptıran baba da bir meczuptu. Ama bütün bu meczuplar yaptıklarını yapabilecek gücü o tepede oturan akıllı adamlardan aldılar. Onlar o tepede oturan akıllı adamların ufak bir ışık oyunuyla aynada canavara dönüşmüş suretleriydiler...