Faşizm ve Toplum
Murat Belge

AKP kadroları İslâmiyet adına iktidarı ele geçirdiler; iktidara tutunmak aşamasını geride bırakarak sıkı sıkı tuttular. Bırakmaya da hiç niyetleri yok. Oy sonucu bırakır gibi oldularsa da Tayyip Erdoğan’ın hepsini solda sıfır bırakan iktidara yapışma tekniğiyle, hükümet kurmadan vakit öldürerek, bir yandan Kürtler’e savaş açıp korku ortamı yaratarak (PKK’nın değerli yardımlarıyla) gene üstte kalmayı başardılar. “Oy”dan yana korkuları pek yok gibi. “Kitleler bizden yana” diyorlar. O halde, bir tehlike varsa, bu tehlike nereden gelebilir? Gelse gelse bir darbeyle gelir. Nitekim hamle etti, ama tutturamadı.

Dolayısıyla şimdi dillere pelesenk olan kavram “darbe”. Bir insanın olacağı en kötü şey “darbeci” olmak. Birine küfür etmek isteyince “darbeci” diyorlar.

Darbe, evet, çok kötü bir şeydir ve ne kadar kötü olduğunu en iyi bilmesi gerekenlerden biri de biziz. Ancak, bir toplumda bizdeki gibi sık sık darbe oluyorsa, uzun süre iktidarda kalmasını değilse de olmasını hoş karşılayan bir kesim var demektir. Var mı burada böyle bir şey? Var elbette. Tarihi dolduran darbeleri bir yana bırakalım; 2002’den beri az mı darbe ajitasyonu yapıldı?

Ajitasyonu yapıldı ama kendi yapılamadı. 15 Temmuz 2016 girişimine kadar böyle bir eylem olmadıysa bunun birinci nedeni yapması “mutasavver” olanların dünyada çok kötü karşılanacağını biliyor olmalarıydı. 15 Temmuz’a gelinceye kadar bu durum belirli ölçüde değişti. Kimsenin, Tayyip Erdoğan rejimini korumak gibi bir kaygısı kalmadı. Bu, Tayyip Erdoğan rejiminin iddia ettiği gibi, 15 Temmuz girişimini Amerika’nın planladığı ya da teşvik ettiği anlamına gelmiyor. Ama bu rejimin herhangi bir nedenle sona ermesi bugün dünyada kimseyi üzmez. Bunu bu noktaya kimin getirdiğini tartışmanın da bir gereği yok. 15 Temmuz’a girişenler de, sanırım, yaptıkları işin sözgelişi 2003’te olacağı kadar kötü karşılanmayacağını hesaplıyorlardı.

Bugünlerde “ikinci dalga” diye bir konu da kulağa çalınıyor oradan buradan. Böyle bir şeye, en azından kısa vadede, ihtimal vermiyorum.

Evet, “darbe” denen şeyin nasıl bir fecaat olduğunu en iyi bilenler arasında bizim olmamız gerekiyor. Yalnız, “darbe”nin alternatifinin “faşizm” olduğu bir atmosferde yaşamaktayız. “Darbe” kötüdür, çünkü getirmesi mukadder olan rejim ya “askerî diktatörlük”tür ya da “Bonapartizm”. “Baskıcı burjuva yönetimleri”nin listesini sayarken bu listeye bir de “faşizm”i eklemek gerekiyor. Kapitalizmin anti-demokratik yönetim biçimlerinin arasında faşizmden beteri yok. Tayyip Erdoğan’ın fiilen getirmekte olduğu rejim de tastamam bu, faşizm.

Askerî diktatörlük toplumda taban bulmayan bir rejimdir. Görece kısa vadeli hedefleri gerçekleştirmek üzere duruma elkoyar, kaba kuvvetle iktidara tutunur. Genellikle de “oligarşik” diyebileceğimiz toplumlarda görülür. Buralarda toplumdan kopuk oligarşinin şu ya da bu kesiminin programını gerçekleştirmek üzere gelir.

Bonapartizm ki bizim Cumhuriyet’in aşağı yukarı temel siyasî rejimidir, bundan çok daha karmaşık bir rejimdir. Onun iddiası “sınıflar-üstü” olmaktır. Bir ölçüde gerçekten öyledir (askerî diktatörlük gibi bir “sınıf fraksiyonu” ile sıkı fıkı ittifak kurmaz); ama son analizde düzenden yanadır. Egemen sınıfların kendi aralarında egemenlik iç-hiyerarşisini kurmakta zorlandığı toplumlarda kendine zemin bulur. Aranan “hakem”in kendisi olduğunu iddia eder. Son derece otoriter bir rejimdir ama askerî diktatörlük gibi vahşi değildir.

Bunların arasında faşizm, tabandan gelen biçimdir. Birkaç (önemli olabilecek) farkla, sosyalist bir rejimin tabanı olması beklenen sınıf ve tabakaları kendi safında örgütleme başarısını gösterdiğinde, popüler ve popülist bir tarzda iktidara yürür. İktidarı bir kere gaspettikten sonra kolay kolay bırakmaz. Bonapartizm gibi “bütün toplumun babası” pozuna girmez. Kendi katı, esnemez ideolojisi vardır ve buna uymayanları yok etmekte hiç müdanaası yoktur. Gerilimden beslenir ve şiddet uygulayarak varolur.

Tayyip Erdoğan’ın 2012’den beri gösterdiği davranışlar bu kalıplara uygun “Aşağıdan yukarıya” mantığına da uyması en önemli etken. Bu, Cumhuriyet tarihinde ilk kez oluyor. Geçmişimizde “askerî diktatörlük” ile “Bonapartizm”in karmalarıyla yaşamaya alıştık. “Burjuva-demokratik” biçim de ara sıra görünüp kayboluyordu. Bonapartist restorasyonlarda bireysel planda “faşist bireyler” önemli “görevler”in başında bulunabiliyordu. Ama şimdiki gibi “tam teşekküllü” olma yolunda bir “faşizmimiz” olmamıştı.

“Darbenin iyisi olmaz” dedik, demeye devam ediyoruz. Dünya tarihinde “iyi” sonuç vermiş darbe örneği belki de gösterilebilir. Örneğin 1974’te Portekiz’de olan darbe böyle sonuç verdi.

Ama koşullar tamamen farklı. O darbede rol alan, çoğu genç subay, Portekiz’in Mozambik’te, Angola’da kolonyal savaşından gına getirmiş kadrolardı. Sittinsene sürmüş bir Salazar diktasından usanmış, demokrasiye geçerek Avrupa ile bütünleşmek isteyen bir toplum vardı. Uluslararası konjonktür de buna uygundu. Böyle olduğu halde gerçekten demokrasiye geçmekte zorlandılar. “Solluk” iddiasında cuntaları dağıtarak yapabildiler bunu. Hiç kolay olmadı.

Türkiye’deki olabilecek bir darbenin öyle bir eğilim göstermesi düşünülemez.

Tayyip Erdoğan’ın temsil ettiği İslâmo-faşist eğilimin panzehiri Kemalist Bonapartizm değildir. Demokratik olmayan herhangi bir rejim değildir. Buradaki mücadele bir “hangisi ehven-i şer” mücadelesi olmaktan çıkarılmalı, “şer” olmayan bir rejimin mücadelesi verilmelidir.

Toplumu (yani, “biz”i) kurtaracak bir güç bekleme alışkanlığı da artık terkedilmelidir.

Toplum kendini kurtaracak olgunluğa erişmedikçe toplum kurtulmaz.