Bir Yeni Türkiye İdeali Olarak Belarus
Ahmet İnsel

Avrupa Konseyi haritasına bakarsanız, içine bütün Avrupa’yı, Balkanlar’ı, Türkiye ve Rusya’yı, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’ı alan, büyük ve monoton bir mavi renk görürsünüz. Bunun ortasında küçük bir gri alan, çürük diş gibi sırıtır. Burası Avrupa Konseyi üyesi olmayan yegâne ülkedir. Bu sırıtan çürük diş, Belarus’tur. Bu ülkenin Avrupa Konseyi üyesi olmamasının, yegâne değil ama esas nedeni, idam cezasını uygulamaya devam etmesidir. İdam cezası, en son, 2011 Minsk metrosu saldırısını gerçekleştiren ve birçok kişinin ölümüne neden olan iki kişiye uygulandı. Bugün Avrupa Konseyi üyeleri arasında kâğıt üzerinde idam cezasının olduğu Rusya, Azerbaycan, Ermenistan gibi ülkeler var. Ama bunların hepsi idam cezasının infaz edilmesi konusunda moratoryum ilan etmiş, yani cezanın infaz edilemeyeceği güvencesi vermiş durumda. 

Belarus da tek sorun elbette idam cezası değil. İfade özgürlüğünün son derece kısıtlı olduğu, medyanın Başkan’ın çok yakın denetimi altında tutulduğu, muhaliflerin tutuklandığı ya da kayboldukları, asgari seçim güvenliği sağlanmadığı için AGİT’in seçim sonuçlarını teyit etmeyi reddettiği bir ülke burası. 1994’den beri ülkeyi aralıksız yöneten Başkan Aleksandr Lukaşenko’nun 2006’dan beri ABD’ye giriş vizesi yok. Avrupa Birliği de, 2010’da itibaren Lukaşenko ve 157 Belaruslu yönetici hakkında benzer bir vize yasağı kararı almıştı. Bu yasağı bu yıl kaldırdı. 

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Belarus ziyareti vesilesiyle dile getirdiği değerlendirmeler, Belarus’un nasıl bir rejim olduğunu biraz bilenler açısından, Türkiye için gönlünden geçenin ne olduğu konusunda ciddi ipuçları veriyor. Cumhurbaşkanı’na göre, Belarus bir huzur ve barış ülkesi. Avrupa’da yer almakta ama hem başkanlık sistemi yürürlükte hem idam cezası uygulanıyor. Daha ne olsun? Huzursuzluk, diyor Tayyip Erdoğan, dışarıdan, Batı’dan getiriliyor bu ülkeye. “Belarus bir Avrupa ülkesi, orası da başkanlık sistemiyle yönetiliyor. Avrupa Belarus’a çok saldırıyor sizde bu (idam cezası) niçin var diye. Sayın Başkan da halkım memnun ben de memnunum, diyor. Belarus’un Başkanı’na da Batı ‘diktatör’ diye saldırıyor. Bir yerde huzur barış varsa, Batı hemen oraya saldırmaya başlıyor.”

Belarus gerçekten de Tayyip Erdoğan’ın gönlünden geçene uygun bir huzur ve barış ülkesi. Belarus Başkanu Lukaşenko, siyasal çoğulculuğu toplumu bölme aracı olarak tanımlıyor. Ülkesinde geçerli olan sistemin, liderle halk arasında doğrudan ilişki kurulan bir yönetim olduğunu belirtip, zaten halkın da görünmez olduğunu ilave ediyor. Herhalde halk, liderle bütünleşirken, onu fazla yormamak için görünmez olmayı seçmiş Belarus’ta. Böylece Lukaşenko’nun her gün sabahtan akşama konuşmasına da gerek kalmıyor. Bu açıdan Türkiye’den daha huzurlu olduğuna hiç şüphe yok.

2005’te Çek Cumhuriyeti eski cumhurbaşkanı Vaclav Havel, 12 kişiyle birlikte Belarus Başkanı’nın politikalarını eleştiren bir bildiri yayımlamıştı. Bildiride, on milyon kişinin yaşadığı bu ülkenin on bir yıldan beri Aleksander Lukaşenko’ya tâbi olarak yaşadığı belirtiliyor ve Belarus Başkanı’na göre “ülkeyi yönetmenin temel insan ve yurttaşlık haklarını çiğnemek, muhalifleri, gazetecileri hapsetmek ya da kaçırmak, medya manipülasyonlarıyla yurttaşları aldatmak” olduğu belirtiliyordu. Vaclav Havel bu bildiri yayımlandıktan kısa bir süre sonra vefat etti. Lukaşenko’nun oluşturduğu partiler koalisyonu ise, 2006, 2011 ve 2015 parlamento seçimlerinde aynı başarıyı tekrar ettiler. Başkan, muhalefetin hemen hiç olmadığı bir parlamento ve ona bütünüyle tâbi bir başbakanla ülkeyi huzur içinde yönetmeye devam ediyor.

Lukaşenko, 1994’te yolsuzlukla mücadele ve demokrasi vaadiyle ilk kez seçildiğinde gerçekten yüksek bir oy almıştı. İki yıl sonra anayasada tadilat yapıp, kendi yetkilerini genişletti. Başkanlık süresini yedi yıla çıkardı. Bir dizi atama yetkisini kendine aldı. Bu arada Sovyetler Birliği’nden kalma iktisadi sistem büyük ölçüde korundu. Böylece, özgürlüğün son derece kısıtlı olduğu ama asgari sosyal hakların büyük ölçüde korunduğu, hemen herkesin bir şekilde istihdam edildiği, gelir dağılımı eşitsizliğinin az olduğu bir iktisadi ve sosyal sistem sürdürüldü. Bugün Belarus’ta, Rusya’da olduğu gibi oligarklar, milyarderler yok veya yok denecek kadar az. Aleksander Lukaşenko’nun, tüm ülkeyi ve devleti kendisine bağlamış tek oligark olduğunu gözlemciler ifade ediyor. Bu da huzur ve barışın bir parçası.

Bugün Belarus, basın ve ifade özgürlüğü açısından Türkiye ile aynı seviyede, bu durumun en kötü olduğu ülkeler grubu içinde yer alıyor. Kişi başına gelirin 8.000 dolar olduğu ama insan gelişme endeksine göre Türkiye’den çok daha ileri bir durumda olan bir ülke. Yaşlılar, emekliler, Sovyetler döneminden kalma sanayi komplekslerinde çalışan işçiler Lukaşenko’ya oy vermeye devam ediyorlar. Lukaşenko da, bir Sovyetler Birliği müzesine benzeyen ülkeyi demir yumrukla yönetmeye devam ediyor.

Tayyip Erdoğan’ı Belarus Cumhuriyeti’nin siyasal ve iktisadi durumu hakkında danışmanlarının nasıl bilgilendirdiklerini bilmiyoruz. Ama bu yukarıdaki bilgilere sahip olarak konuşuyor olsaydı, kendisinin gene Lukaşenko yönetiminin Belarus’un başkanlık sistemi ve idam cezası sayesinde örnek bir ülke olduğunu iddia etmeye devam edeceğini düşünebiliriz. Çünkü Batı ile köprüleri atmaya karar verince, gözünüzü çevireceğiniz ideal üç aşağı beş yukarı bu.