Hrant Dink, Bir Teferruat
Polat S. Alpman

10 yıl olmuş.

Dile kolay... 10 yıl olmuş ve aradan geçen zaman kimsenin derdine derman olmamış, kimsenin yarası kabuk tutmamış, kimsenin kederi sekînet bulmamış, olan olduğuyla öylece kalakalmış, ne acı!

Hrant Dink’in katledilmesinin üzerinden geçen bu 10 koca yıl, yaşadığımız ülkenin, içinde bulunduğumuz coğrafyanın ve hatta dünyanın gittikçe barbarlaştığına tanık olduğumuz bir 10 yıl oldu. Dünyada sağ siyasetler yükselirken savaş ve çatışma alanları da gittikçe genişledi. İçerde ve dışarda ayrımcılık, eşitsizlik ve adaletsizlik büyük bir çağ yangını olarak her yeri çepeçevre kuşattı.

Bu geçen 10 yıl boyunca Hrantlar, Hrant gibiler için her şey eskisinden biraz daha kötü, biraz daha kirli, biraz daha renksiz. Eskiden dile getirildiğinde muhataplarda zuhur eden samimiyet, yerine yoz bir tarafgirliğin hırçınlığına bırakmış. Zaman değişmiş, bir şeyler eskisinden beter hale gelmiş. Öyle ki, dün bu cinayetin yoluna taş döşeyenler, bugün büyük olasılıkla başka cinayetlerin yoluna taş döşemeye devam ediyorlar. Belki yetkileri ve isimleri farklı, belki de aynı ama zihniyetleri büyük ölçüde benzer kişiler. 

Bir şeyleri çok seven, bir şeylerden onları öldürecek kadar nefret eden, birilerinden ya da bir şeylerden ölesiye korkan, bir şeyleri ya da birilerini yok etmekten hep büyük bir haz alanlar... ve böyle olmayı vatanperverlik sayan kişiler.

Hrant Dink’i vurmuşlar sırtından, beyaz beresi ile siyah-beyaz kamera görüntülerine düşmüş tetikçinin sureti ve yakalanmış. Sonra işte o ünlü poz beliriveriyor. Fotoğraf bir karakolda çekilmiş ve tetikçi ile kol kola giren adamlar var, gülümsüyorlar. Tetikçinin elinde Türk bayrağı var, bir ucunu kendisi tutuyor, diğerini bir devlet memuru. Arkada, karakol duvarında da Türk bayrağı var. Duvardaki bayrağın üst tarafında “Vatan toprağı kutsaldır, kaderine terk edilemez” yazıyor. Bu havalı cümlenin altına K. Atatürk’ün imzası konulmuş.

Burada “kaderine terk etmek” ifadesiyle, Hrant Dink’in bu ülkenin haysiyetli bir yurttaşı olarak hayatına devam edebilmesi kast ediliyor olmalı. “Kader” dedikleri de 10 yıl önce öldürülen Hrant Dink işte.

Dünyayı dost ve düşman ikiliği üzerinden görmenin sağladığı konfor, her türlü hak ihlalini meşrulaştıran veciz ifadelerle süslendiğinde akıl ve vicdan sahibi olmaya kimsenin ihtiyacı kalmamış oluyor. “Bir Ermeni'yi öldürdüm” diye bağırarak kaçan tetikçiye özenenlerin taktıkları beyaz berelerle Halaskârgazi’de volta atmaları ile “hepiniz Emenisiniz, hepiniz piçsiniz” diye pankart açmaları aynı konforun bir parçası. Bir de kocaman unvanlara sahip kravatlı adamların bu cinayet ile ilgili Jandarma’dan, Emniyet’e ve MİT’e kadar uzanan bazı kurumlara ve bazı devletlulara kol kanat gererken “off the record” dile getirdikleri ama herkesin içten içe bildiği, en azından hissettiği bir başka veciz cümle vardı. Fonda yine Türk bayrağı, cümlenin altında yine K. Atatürk imzası varmış gibi okunabilir: “Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır.”

Burada “teferruat” Hrant Dink. Hani şu Malatya’dan gelen ve İstanbul’da bir yetimhanede büyüyen, Şişli’de Halâskârgazi Caddesi üzerinde, Agos gazetesinin hemen önünde “bir bebekten bir katil yaratan karanlık” tarafından sırtından vurularak katledilen gazeteci, solcu, Ermeni, baba, koca, dede…

Öldürüldüğü gün, 19 Ocak 2007’de yayınlanan son yazısının başlığı “Ruh halimin güvercin tedirginliği” idi. Şöyle yazıyordu son satırlarında: 

“Muhtemelen 2007 benim açımdan daha da zor bir yıl olacak. Yargılanmalar sürecek, yeniler başlayacak. Kimbilir daha ne gibi haksızlıklarla karşı karşıya kalacağım? Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım. Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.”

10 yıl geçmiş… şimdi kentin ortasındaki güvercinleri öldürüyorlar. [1]


[1] Güvercinleri zehirli yemle katlettiler: link