Riya
Polat S. Alpman

Göründüğü gibi olmamak, ikiyüzlülük anlamında kullanılan riya kelimesi Arapça kökenli ve görüş, görünüm, görebilme yetisi gibi anlamları var. Riya kelimesi yazılış bakımından rüya kelimesi ile oldukça benzer. Her iki kelime de rey (ra’y) kelimesinden türetilmiş ve Arapçada görmek, görüş, kanaat anlamlarına geliyor. Türkçede rey kelimesi de bu anlamlara yakın olarak, oy anlamında kullanılıyor.

Riya ile rüya kelimelerinin aynı kelimeden türetilmesi, riyakârlık ile rüya görmenin ortak ya da benzer bir iş olarak anlaşılmasının sonucu olabilir. Rüya gören kişi ile kendini olduğundan farklı gösteren kişinin mahiyet itibariyle benzer bir şey yaptığı öne sürülebilir mi? Nihayetinde aslından farklı görünen kişi ile aslında olmayan şeyleri gören kişi arasında hem görünmek hem görmek hem de her iki durumun gerçek olmaması hususunda bir ortaklık var. Riyakâr göründüğü gibi olmamanın, olduğu gibi görünmemenin nimetlerinden istifade eder. Rüya gören için bu kadar kestirme bir genelleme yapılması zor. Rüya gören, gördüğü rüyanın, sahip olduğu hikayenin imkanlarıyla sınırlıdır.

Arapçada özel bir kelime var, mürai. Riyakârlık, ikiyüzlülük yapan kişiler için kullanılan bu kelime riyakarlığın niteliğine ilişkin bir bilgi vermez. Ancak rüya görenler için özel bir kelime olmamasına rağmen birçok farklı kültürde ve dini inanışta rüyalar türlere ayrılmıştır. Mitolojik, dini, kültürel açıdan yapılan rüya tasnifleri, rüya görenler için değil görülen rüyalar için yapılagelmiş. (Rüya meselesinin bir de bilimsel yönü var. Bilimsel açıdan rüya dönemi uyku başlangıcından yaklaşık bir saat sonra, REM aşamasında başlar. Aslında uyku ve rüya durumunda beyin işlem yapmaya devam ettiği gibi algılar da faaliyetini sürdürür, yani zannedildiğinin aksine beden ve zihin bilinçsiz bir durumda değildir. Klinik olarak bazı hastalıklardan mustarip olanların kötü ve kaygı düzeyini yükselten rüyalar gördükleri bulgulanmıştır.)

Rüyalar, kaynağı müphem gizemli görüntüler olarak düşünüldüğü için tanrıdan ya da şeytandan gelen mesajlar olduğuna inanılmıştır. Birçok kültürde farklı şekillerde kategori edilse de İslam kültüründe imanlı kişinin gördüğü rüyanın adı salih rüyadır ve –verilen rakamlar farklı olmasına rağmen- peygamberliğin kırk altı cüzünden biri olduğuna inanılır. Salih rüya dışında nefsi ve şeytani rüya olarak isimlendirilen iki tür rüyadan daha söz edilir. Hadis’ül nefs ya da edgâs-ı ahlâm olarak da adlandırılan nefsi rüya, kişinin gündelik yaşamdaki sıkıntılarından kaynaklanan karmaşık ve düzensiz rüyalardır. Şeytani rüya ise şeytanın kişiyi evhama ve vesveseye düşürmek için onu manipüle etmesi olarak özetlenebilir.

Riya ile rüya arasındaki etimolojik ilişki, toplumsal ve kültürel yapı içerisinde yer alan kişiyi kuşatan zihinsel evreni de gösterir. Bir görme –görünme biçimi aynı zamanda bir anlama– yorumlama biçimine karşılık gelir. Bu nedenle riyakâr ile muhlis, romantik ile realist, muhafazakar ile devrimci arasındaki fark kültür ya da kişilik farkı değildir. Tarih ve toplum, şimdi ve gelecek ile ilişki kurma biçimidir. Bu nedenle bizimki gibi toplumlarda kişinin olduğu şey ile olmaya azmettiği arasındaki çelişkilere karşı sergilediği irade dışında, kişiyi kendi mümkünlerine taşıyacak nitelikli ve sahici imkanlar bulması neredeyse imkansızdır. Riyakar bir rüyadan uyanmayı, riyakarların rüyalarını yıkmayı ilham eden bir irade... Hülasa, kişinin sahip olduğu ütopya ile yaşamla kurduğu ilişki arasında, ilkeleri ile davranışları arasında gücü azımsanmayacak bir bağ vardır.

Türkiye toplumunun kahir ekseriyetinin gördüğü rüya ile olduğu kişi arasında azımsanmayacak bir boşluğun bulunduğu, riyakârlığın gündelik ilişkilerin mütemmim cüzlerinden biri kabul edildiği, köprüyü geçmek sırtına binilen herkese dayı demenin olağan karşılandığı, danışıklı dövüşlerin ya da herkesin kazandığı mahalle çemkirmelerinin siyaset kabul edildiği, imamın dediğini yapıp yaptığını yapmamanın makbul varsayıldığı bir kültürel aktarımın karşısına aynı kültürün ürettiği farklı ilkelerle çıkmak iş görmez.

Yani işini doğru yapmak, dürüst olmak, kişiye değil doğruya ve ilkelere göre hareket etmek, hakkaniyetli davranmak gibi kültürün dile getirdiği her şey riyakarlık karşısında çürümek zorundadır ve çürüyor. Özcü bir kültür tasavvurundan hareketle ‘böyle kültüre böyle toplum’ demenin açıklayıcı bir yanı olmadığına göre bu kültürel oluşun toplumun önemli bir kısmının işine yaradığını kabul etmek gerekir. Türkiye’de siyasal alandan sosyal ve ekonomik alanlara kadar uzanan bütün toplumsal alanlarda, aileden okula, Meclis’ten mahkeme salonlarına kadar her yere sirayet eden riyakarlığın karşısına sahici bir pratikle çıkan her failin hınçla öğütüldüğü bir düzen tesis edilirken; ve bu durum her geçen gün daha da olağanlaşıp güçlenirken bu düzene itiraz eden herkesin bir biçimde bastırılması için verilen çabalar, bu düzenden istifade eden fırsatçıların ekmeğine sürülecek yağın bolluğundan kaynaklanıyor.

Bu sayede bir zamanlar söylendiğinde bir anlam içeren kelimeler riyakarlığın dilinde güç devşirmenin aracına dönüşebiliyor. Ev ahalisine her gün türlü bahanelerle terör yaşatan babanın, yaptığı her fenalığı ailenin iyiliği için yaptığını söylemesi ya da öğretmenin öğrencinin iyi eğitilmesi için ona dayak attığını öne sürmesi gibi. Ailenin saadeti için aileyi, öğrencinin iyiliği için eğitimi diline dolayan bu riyakarlık, siyasal alana taşındığında da ülkenin selametini diline dolamaya başlıyor. Demokrasi derken kendi sınıfsal ve sosyal çıkarlarından fazlasını kastetmeyen, hukuk derken kendisi dışındakilerin hakkını gasp eden riyakârlık, riyakar olup olmadığını anlamak ihtiyacında bile değil. bu riyakarlığın mevcut popülizmin hızına yetişmesi gerek ve o çok hızlı, hiçbir şey için zamanı yok. Bu riyakarlık performansı sadece iktidar için değil, muhalefet için de geçerli ancak muhalefetin kapasitesi ve etki düzeyi çok yetersiz olduğu için iktidar kadar fazla sırıtmıyor ya da daha dramatik olanı, kimse onu ciddiye alacak kadar önemsemiyor.

Amerika’da, Avrupa’da, burada ve her yerde riyakarlık o kadar çok kötülüğe neden oluyor ki artık bir Aydınlanma kategorisi olarak insanın öldüğünü, modern siyasal kategori olarak demokrasi çağının sona erdiğini öne süren karamsar bir tablodan söz edenlerin sayısı çoğalıyor. Böylece riyakarın gördüğü rüya gerçekleşiyor. Her şey içi boş ve anlamsız sözler yığınına dönüşüyor. Yalancılar ile yalanlara inananlar arasındaki hayali sınır ortadan kalkıyor ve birbirlerine dönüşüyor. Yaşamakta olduğumuz gerçekliğin yakıcı sertliğine rağmen unutulmaması gereken bir şey var, insan ölse de insanlık umudu var olmaya devam ediyor, demokrasi ölse de eşitlik, özgürlük, kardeşlik ve adalet talebi var olmaya devam ediyor. Bu talep ve bu talebe neden olan koşullar var olduğu sürece hakikat yalazından beslenen umut var olmaya devam edecektir.