Popülizm ve Medya
Murat Belge

Popülizm görülen bir yerde bir lider var. “Bir” değil, “her yerde” diyeyim. Trump ortaya çıkıp seçimi kazanıncaya kadar “Amerika popülizmin kol gezdiği bir ülkedir” demezdik. Bunun karşıtını da demezdik muhtemelen; “Popülizm Amerika’da hiçbir zaman baskın olamaz” gibi, iddialı bir cümle de kurmazdık. Nasıl kuralım ki daha eskiler bir yana, Reagan ya da George Bush (Junior) gibi “kişilikler” de bu toplumda başkan seçildi. Öte yandan, temsilî demokrasinin doğduğu yer olan “Britanya”da, İngiltere’de popülizmin “muzaffer” olacağını pek düşünmezdik ama oldu!

Yani, “popülist lider” bir sihirbaz gibi; geliyor, sihirli asasıyla dokunuyor ve “abra kadabra” gibi bir söz söylüyor; o saat orada bir “popülist hareket” doğuyor.

Böyle bir şey olabilir mi? Bence olamaz.

Yani, o “abra kadabra” sözü söylenmeden önce orada bir hazırlık olmalı ki, sihirbaz gelip asasıyla dokununca böyle bir hareket biçimlensin.

“Orada” dedim ya, bu öyle özgül bir “orası” değil. Çünkü her yerde bu fenomenle karşılaşabiliyoruz. Ama karşılaşıncaya kadar farkında değiliz. Çünkü bu olay oluncaya kadar bir “hazırlık” mı diyeceğiz, ne diyeceksek, bu süreç bize “normal” görünüyor. Trump seçilince “A-a!” diyoruz. O zaman başlıyoruz, “Ne oldu? Nasıl oldu?” diye araştırmaya.

Şimdi, “Brexit’ten sonra, Britanya’da başladılar araştırmaya. Örneğin arkadaşım Anthony Barnett şu anda kitap yazıyor ya da belki şu birkaç günde bitirmiştir. Bu arada bazı başka araştırmaların sonuçları da New York Times’a yansıdı: “tabloid basın” diyorlar.

“Tabloid” terimi bizde pek kullanılmaz, çünkü bir iki istisna dışında zaten bütün basın tabloid’dir. Her zaman “biraz daha piyasa” olmaya çalışan, bir zamanki Günaydın, daha sonraki Tan gibi “gazeteler” olmuştur; ama bu onlar gibi olmayanları Le Monde ya da Frankfurter Allgemeine düzeyine çıkarmaz.

İmdi, başta The Sun, İngiltere bulvar gazetelerinin Brexit –lehine yalan dolu– kampanyalar yaptıkları doğru. Ama Brexit’i onların gerçekleştirdiğini söyleyebilir miyiz?

Kamuya açık söz söylediklerinde, kendileri, bunun bir “abartma” olacağını söylüyorlar. Bu tür yayınların başındakiler her zaman “halk”ın zihnindekini yansıttıklarını, bunu kendilerinin icat etmediklerini iddia ederler. Ama bu çok doğru değildir. Çok zaman insanların düşüncelerine müdahale ederler ve gene çok zaman bunu yapmak için yanlış (yalan) bilgi pompalarlar. Bu gazeteler Brexit için de farklı davranmadılar.

“Biz, halktan bize geleni doğru anlıyoruz, onu yansıtıyoruz.” İddia bu. Tamam da, “güneşin altında söylenmemiş yeni bir şey yoktur” denilmiştir zaten. Kimse onların hiç kimsenin aklına gelmemiş özgün fikirler yarattığını düşünmüyor. Olanı kullandıklarını biliyoruz.

Yalnız piyasa gazeteciliği yapanlar değil bunlar. “Halkın nabzını tutma” iddiasında bulunan, sözgelişi “popüler sanatçılar”, çok kişi aynı şeyi yapıyor. İnsanların aklından her türlü şey geçer; bunların bir kısmını kendilerine bile itiraf etmek istemezler. İşte bu “nabız tutan” takım bu tür “düşünce”leri kapar, dillendirir, böylece meşrulaştırır. Birtakım “değer skalaları” icat etmeseler de varolanları abartarak, insanî-ahlâkî skalaları geçersizleştirmekte kullanırlar. Yani, çocukluğumuzdan beri “ahlâksızlık” olarak gördüğümüz bir şeyi (sözgelişi “gammazlık”) bu “skala”ya göre kutsal görev haline getirirler (örneğin “sayın muhbir vatandaşlar” ya da şimdiki (çevremizde FETÖ’cü olduğundan şüphe duyduklarınızı ihbar edin).

Tabloid denen yayınlar bu süreç içinde önemli, belki birinci dereceden belirleyici bir rol oynuyor olabilirler; ama bu süreçlerin tamamının onların eseri olduğunu düşünmüyorum. Günümüzde internet de burada gittikçe büyüyen pay sahibi.

Bu görece yeni icat, insanlığın geleceği için parlak vaatler içeriyor; ancak bugünkü varlığı olumludan çok olumsuz etki yaratıyor. Şöyle: bir kere, son derece zengin bilgi verdiği izlenimini (ya da “yanılsama”sını) yaratıyor. Oysa verdiği bilgilerin çoğu en hafif deyimle “tartışmalı”. İnsanı bir “zaaflar yumağı” olarak gören ve bundan yararlanmaya karar vermiş kimselerin elinde “sansasyonel yalan”ı yaymanın ve yerleştirmenin zengin bir birikimi var. Yalanı yayanların etki çemberi, doğrunun ardında olanlarınkinden çok daha geniş. Şu sıralarda Türkiye’de özellikle olduğu gibi (ama hep vardı), bunu bir sanayi haline getirmişler. “Kabataş Yalanı”nı düşünün; o yalanın alıcısı almış zihnine yerleştirmiş onu (özenle); şimdi kolay mı öyle bir olay olmadığını o adama anlatmak?

Bu teknoloji yerine oturdukça şimdi olan suiistimallerin azalacağını ve etkisini kaybedeceğini umuyor ve tahmin ediyorum. Ama bugün bunlar bir hayli etkili. Sağda solda, sihirbazın asası değince biçimleniveren popülizm hareketlerinin zihnî temelini de bunlar oluşturuyor.

Popülist ideolojiler liberalizm gibi, sosyalizm gibi, epey bir zaman önce belirli bir kalıba girmiş, bakınca tanınır bir biçim edinmiş ideolojiler değil. Koşullara göre, ad hoc çıkıyorlar, mantar misali. Ortak bir “strüktür”leri yok. Ama ortak özellikleri var.

Her popülist ideoloji, doğru ile yanlışın kendine göre bir karışımı. Evrensel bir amaç gütmüyor, “şöyle bir dünya için” demiyor. “Dünya” için değil “kendi” için çalışıyor; “amaca” doğru değil, bir “şikâyet”ten yola çıkarak cisimleşiyor. “Şikâyet”inin abartılı olsa da sonunda doğru bir zemini olması gerek. Ama bundan öte, gerçeklikle ya da mantıkla ilişkileri bir hayli gevşek olabilir.

Bu karmaşa içinde tabloidlerin, ama daha çok “tabloid üslûbu”nun, önemli bir yeri olması doğal.