Malazgirt
Tanıl Bora

26 Ağustos, Malazgirt meydan muharebesinin 946. yıldönümü olarak, yeni bir şaşaayla kutlandı. Devlet protokolü, kıymeti bilinmeyen bir büyük günün hatırasını telâfi etme âciliyetiyle seferber oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, o zaman Sultan Alp Arslan kimlerle mücadele ettiyse bugün kendilerinin de onlarla mücadele ettiğini söyledi. İktidar neşriyatı, tıpkı Malazgirt’teki gibi, bugün de “yeryüzünün merkez güçleriyle hesaplaşma” davasının davacısı olduğumuzu anlattı. “Muş ekonomisine Malazgirt piyangosu” haberleriyle, esnafın da gönlünün hoş edildiği duyuruldu. Önümüzdeki yıl bu yıldönümünün çok daha alâyişli kutlanacağı duyuruldu. Millî günler kadrosunun revizyonuna dönük bir yeni hamle mahiyeti de taşıyan bu kutlama, Kemalist-Cumhuriyetçi çevreler nazarında, elbette, 30 Ağustos’u gölgelemek anlamına geliyordu. Onlar da elden geldiğince 30 Ağustos alâyişini çoğaltmaya bakıyorlar.

***

1971’de, 900. yıldönümünde de, milliyetçi-muhafazakâr cenahın Malazgirt’i Dumlupınar’a rakip çıkartmaya dönük bir hamlesi olmuştu. Adalet Partisi’nin MHP’ye yakın kanadının önde gelen isimlerinden saygın Selçuklu tarihçisi Osman Turan, bu günün millî bayram yapılması önerisini dile getirmişti. Belki seneye yapılmış olur. Yine 1971’de Türkçülüğün şedit ideologu Nihal Atsız, 900. yıldönümü vesilesiyle savaşın yapıldığı ovanın yanında Alparslan adlı bir büyük şehir kurulması, etrafında 24 Oğuz boyunu canlandırmak üzere 24 modern örnek köy tesis edilmesi gibi öneriler getirmişti. Bakalım, belki seneye…

***

Osman Turan, İbrahim Kafesoğlu ve Mehmet Altay Köymen, Malazgirt’i milatlaştıran milliyetçi-muhafazakâr tarih yazımının kurucularıdır. Onların 1940’lardan itibaren geliştirdiği motifler, bugünkü Malazgirt ve Selçuklu mitosunun temelini oluşturuyor: Anadolu’nun Türkler’e vaat edilmişliği, Türkler’in İslam’ın öncüsü ve dünya-tarihsel bir egemenlik misyonunun taşıyıcısı oldukları… ve bilhassa Osman Turan’ın üzerinde durduğu, bu tarihsel misyonun timsali olarak, merkeziyetçiliğin ve azametli devlet kültürünün inşası.[1] 

***

Milliyetçi-muhafazakâr tasavvurda Selçuklu, Orta Asya’dan Osmanlı’ya süren bir devamlılığın, bir ezelî-ebedî misyonun ‘gayrı ihtiyarî’ durağıdır. Günümüz millî kültür ihyâcılığı söylemi, bu gurur ve şuurla Selçuklu-ve-Osmanlı’yı darmadağınık meczediyor. Osmanlı kadar ‘popüler’ olmayan Selçuklu, daha ziyade resmî ve sivil binaları ‘süsleyen’ geometrik desenler ve kubbe külâhlarıyla temsil olunuyor. Ankara girişlerine dikilen süper eklektik mimarîli kapılar gibi. Yine Ankara’da “1071 Malazgirt bulvarı” adı, o gün “Sultan Alp Arslan’ın mücadele ettiği güçlerin” bugünkü uzantısı gibi tasavvur edilen ODTÜ’yü fethetme cehdinin timsalidir.

***

Selçuklu tarihini okursanız, Türk-İslâm ‘ülküsüne’ ve bu misyonu içselleştirmiş bir devlet kült’üne doğru istikrarlı bir akıştan çok başka şeyler görebilirsiniz. Eskilerden Nejat Kaymaz, daha yeni kuşaklardan Songül Mecit (Anadolu Selçukluları, çev. Özkan Akpınar, İletişim, 2017), örneğin, çok daha karmaşık ve çok yönlü bir tarihsel süreci ortaya koyarlar. Başka Müslüman hanedanlarla rekabetin birçok durumda küffarla çatışmanın önüne geçtiğini; İslâmî ‘dünya-tarihsel’ misyona dair iddiaların, olsa olsa bu ‘iç’ rekabet çerçevesinde iş gördüğünü… Selçuklular’ın Bizans’la bir nevi simbiyoz halinde varolduğunu… Bizzat Osman Turan’ın tabiriyle “çapul”a meyilli, isyankâr göçebe Türkmenler’le ‘yerleşerek’ saltanat kurmaya azmeden hanedan fraksiyonları arasındaki daimî gerilimi... Tabii ki Türkmen ahalinin ‘senkretik’ ve heterodoks din anlayışı ile ortodoksiye meyyal devlet erkânı arasındaki gerilimle birlikte… görebilirsiniz.

Milliyetçi-muhafazakâr camiaya uzak olmayan Selçuklu tarihçisi Mikail Bayram, İran devlet töresine hayranlığının hüküm sürdüğü Malatya muhiti ile ‘Türkmen ruhlu’ Tokat-Sivas-Amasya muhiti arasındaki çekişmeye parmak basar.[2]   

Selçuklular’ın Bizans’la simbiyotik denebilecek ilişkisinden söz etmiştik ya… Yine Mikail Bayram, Selçuklu sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev’le Bizanslı Komnenos sülâlesinden gelen Mavrazemos arasında kurulan akrabalığın sonuçlarını anlatır. Manuel Mavrazemos, Uc Vilayeti’ne (Denizli havalisi) Selçuklu Emiri olarak atanmış; o ve ardından oğulları, otuz yıla yakın süre emirliği bu adla sürdürmüşler, daha sonraki nesilde Müslüman olmuşlardır.[3]  Cemal Kafadar da, “Diyar-ı Rum”da Müslüman topluluklarla Hıristiyan halklar arasındaki ilişkilerin karmaşıklığına, geçişliliğine dikkat çeker.[4] 

Bundan birkaç yıl önce, “Çözüm Süreci” zamanlarında, iktidar sözcüleri Malazgirt’te Selçuklu saflarında Kürtler’in ‘hatta’ Bizans idaresinden hoşnutsuz Ermeniler’in yer aldığını hatırlatarak, Malazgirt ‘ruhunu’ bir tarihsel millî mutabakatın tohumu olarak serpmiyorlar mıydı? 

***

Türkçüler’in ve İslâmcılar’ın radikalleri arasında bir vakitler Malazgirt’in milatlaştırılmasına şüpheyle bakıldığını da hatırlayalım. Türkçüler, burada “tüm Türklüğü” unuturcasına Anadolu’ya odaklanma ‘riskini’ görüyorlardı. Atsız Malazgirt’le gururlanır ama milat saymaz. Ona göre asıl dönüm noktası “Selçuk hanedanının idaresindeki Türkler”in Gazneliler’i yendiği Dendanekan savaşıdır (1040); Malazgirt ise “çoktan kurulmuş kuvvetli bir devletin başka bir kuvveti yenmesinden başka bir şey değil…”

70’ler ve sonrasının yeni veya radikal İslâmcılığı da, Malazgirt’in milatlaştırılmasından, İslâm’ın hem Türkleştirilmesine, hem de 1071 öncesi tarihinin kenara itilmesine sebebiyet verdiği için rahatsız olmuştur.

***

Selçuklu-Osmanlı devamlılığında veya mukayesesinde Selçuklu’yu Osmanlı’dan ehven gören milliyetçi-muhafazakâr Anadolucuları da unutmayalım. Bu akımın öncülerinden tarihçi Mükrimin Halil Yinanç, 1924’te, “Anadolu medeniyetini gerçekten temsil eden bir devir” diye yüceltir Selçuklu’yu: “Anadolu birliğinin idamesi, memleketin mamur olması yolunda çalışmak dolayısıyla halkın yükselmesi, hülasa Anadolu haricine göz dikmeme ve fetih arzusundan dolayı kan dökmeme” bakımlarından Osmanlı’dan üstün görür.[5] 

Yakın zamanda, muhalif-eleştirel İslâmcılardan Kenan Çamurcu, Selçuklu’yu ademi merkezî bir vasatta birçok şehrin parladığı, çok merkezli yapısıyla özler. Selçuklu’nun Doğu’yla, İran’la alış verişli, “yumuşak güç”ünü, Osmanlı’nın askerî karakterine üstün sayar. Sivil yapıların daha güçlü olduğu Selçuklu, “edebiyatın, sanatın, felsefenin, bilimin imparatorluğu”dur ona göre.[6]

Buralardan bakanlara Malazgirt, çoğulcu –esasen Müslümanlar arası-çoğulcu– bir Anadoluluğun küşadı olarak görünür.

***

Malazgirt deyince, bir de… 2014 yerel seçimlerinde oyların %39.3’ünü alarak belediye başkanı seçilen BDP’li Halis Coşkun “terör örgütüne üye olma” suçlamasıyla tutuklanan belediye başkanlarındandır. 1 Aralık 2016’dan beri, belediyeyi kayyım olarak atanan kaymakam yönetiyor.


[1] Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2003 (16. Basım).

[2] Mikail Bayram: Türkiye Selçukluları Üzerine Araştırmalar, Kömen Yayınları, Konya 2055, s. 1-22.

[3] Mikail Bayram, ay., s. 139-147.

[4] Cemal Kafadar: Kendine Ait Bir Roma. Metis Yayınları, İstanbul 2017.

[5] Mükrimin Halil Yinanç: Millî Tarihimizin Adı,  Hareket Yayınları, İstanbul 1969, s.  30-31.

[6] Kenan Çamurcu: Asimetrik Vakalarda Kıble Tayini, Destek Yayınevi, İstanbul 2012, s. 87 vd., 155 vd., 448 vd.