Murat Özyaşar: Coğrafya ve Tarih Geriliminde Hikâye (II)
Derviş Aydın Akkoç

“Gecikme”den, geç kalmış olmaktan fena halde mustariptir Murat Özyaşar. Ayna Çarpması’nın leziz parçalarından biri olan “Kapının Cümle Halleri” öyküsündeki şu buruk-agresif çıkışta; eşanlı olarak hem anlatının ürkek-kırılgan kahramanının halet-i ruhiyesi hem de –daha diplerde- bizatihi yazarın yazarlık sancısı yankılanır: 

“Sınıfta en arka sıraya oturur, öğretmenin sorduğu soruyu bildiği halde, bir türlü cevap veremezdi. O, cevabı içinde tekrarlaya dursun, parmağını kaldırıp kaldıramama arasında gidip gelsin, öğretmen yeni bir soruya geçmiş olurdu çoktan. Hep gecikme. Hep gecikme.”[1]

Birbiriyle bağlantılı iki düzlemde yorumlanmaya müsait bir pasaj bu. İçinde iktidar ilişkilerinin devindiği siyasal bir mekân olarak “sınıf” kelimesi, şayet bir “mecaz” katına yükseltilirse; coğrafi-Kürdistanî arka planı olduğu kadar estetik alanı da yörüngesine alabilir niteliktedir: Kelimenin çağrışımları uyarınca, bu çift düzlemli mekânda özne “en arka sırada”, demek tam olarak görünmeyen, bulanık ve karanlık bir koordinatta, bir tezahür merkezi olarak ışıklı tahtaya (sahneye) epey uzakta, tembel-marj (sesi çıkmayan) öğrencilerle yan yanıdır. 

Bununla birlikte, soru sorulmuş; “sorun” belirmiş, cümlesini bekleyen yahut arayan “olay” vuku bulmuştur. Yazar-öznenin anlatacakları vardır, fakat işte mevzu o kritik “söz alma”, dilde tecessüm etme anına; ses çıkarmaya, görünür olmaya geldiğinde parmağı kaldırıp kaldıramama arasında; ilk cümleyi kurup kuramama arasında gidip geliyor, öne çıkma ile geri çekilme arasında salınıyordur. Tahribatını içeriye yönelten yüksek dozda bir gerilimdir bu. Öte yandan, mevcut gerilimi daha da artıran bir parametre de daima yürürlüktedir: özne bu tutulma halinde kalakalırken, “öğretmen” yeni bir soruya “çoktan” geçmiş oluyor; sorular ve sorunlar üst üste yığılıyordur. “Çoktan”ta biriken negatif enerji “hep gecikme, hep gecikme” hayıflanmasında olduğu üzere, sınırlı ve kısıtlı bir şekilde yüzeye vurabiliyor; kıyıcı bir yetinmezlik uç veriyordur... 

Murat Özyaşar’da konuşma arzusunun bu geri tepme şiddeti, susmada dalgalanmalara neden olur: söz içeride sürekli tekrarlanıp duruyor, yani müstakbel cümle yeniden ve başka şekillerde kuruluyor ama bir türlü ağızdan dökülemiyor; dökülse bile “çoktan”da seğiren gecikmişlik duygusu kurulmuş cümleye olduğu kadar kurulacak olası cümlelere de amansızca musallat oluyordur. Gecikmişlik duygusuna içten içe işleyen bir “beyhudelik” hissi de refakat ediyordur tabii. Doğrudan “olay”ın kendisini değil, birinci yahut ikinci dereceden etkilerini, serpintilerini karşılayabiliyordur ancak. 

“Kara Sayfa” öyküsündeki şu sahih cümle basit bir itiraftan yahut melodramatik bir çaresizlik beyanından ziyade anlatılmak istenen “şeyi” bütünüyle karşılayamama riskinin, hikâye anlatma faslının tepetaklak çökebileceğinin ifadesi aynı zamanda: “Anlatayım. Üstelik bunun beyhude olduğunu bile bile.” Bir blöf yahut şantaj mı bu? Anlatmanın “beyhude olduğunu bile bile”, üstelik gecikmişliğe rağmen yine de parmak kaldırmada ısrar etmek: Murat Özyaşar “oyuna” bu beyhudelik önkabulü ile girecek; kaybedeceğini, azar azar eksileceğini bilerek hareket edecektir... 

***

Yorumun sınırlarını zorlamak pahasına, Özyaşar’ın metinlerini eleştirel bir işleme tabi tutmak, mevcut metinsel akıştaki yerini tayin etmek için, mutlaka coğrafi düzleme temas etmek üzere, ama daha önce ve öncelikle edebi-estetik muharebe düzlemine; yazarın yazma eylemi esnasındaki ruhsal çatışma süreçlerine, bu çatışmalarla nasıl baş ettiğine ya da havlu attığı anlara eğilmek gerek. Zira Özyaşar’da estetik üretim sürecindeki edebi tıkanmalar ve kilitlenmeler coğrafya gerçekliğine göre, bu gerçekliğin olanca tazyikine rağmen çok daha baskın ve yakıcıdır. Nitekim Özyaşar’ın metinlerini kıymetli hale getiren de, coğrafya gerçekliğini estetik yaratımın karşısına onu boğmak, susturmak üzere çıkarmaması, aksine hakkında söz üretmenin hayli netameli olduğu coğrafya gerçekliğine (elbette sadece coğrafya gerçekliği değil!) evvela edebi-estetik yaratımdan hareketle varmak istemesi, söz kurma bahsinde daha meşakkatli bir yol tercih etmiş olmasıdır. Murat Özyaşar, edebi cümleyi kurmak, kurtarmak, bir sonraki cümleye sıçramak için coğrafya bağlamını bir süreliğine de askıya almayı daha başlarken göze almıştır. 

***

“Sınıf” kelimesi etrafında yorumun sınırlarını genişletecek olursak, Murat Özyaşar açısından işleri daha girift hale getiren bir başka unsur daha var: Parmak kaldırma hususunda –ister en ön sıralarda, ister orta sıralarda, isterse en arkalarda olsun- sınıfı geçmiş, sorulara kendilerince cevaplar verip geçer notlar almış, üst sınıflarda okuyan ya da çoktan okullardan mezun olmuş başka yazarlar da devrededir. “Hep gecikme, hep gecikme” duygusunun başlıca muhatapları da bu başkalarıdır zaten. “Metinler arasılık” addedilen edebi-estetik savaşım alanında cümlelerini kurmuş ve alandan çekilmiş yazarlar vardır. Asla yalnız değildir. Tarihsel bağlamın ve bu bağlama tabi coğrafyanın basıncından daha fazla bu “ötekiler”dir Murat Özyaşar’ı meşgul eden. Edebi ifadeyi öncekilerin güçlü bir şekilde yer işgal ettiği bu zorlu savaşımdan çekip almak zorundadır. Ama gözünü karartıp “masaya oturma” kararı almıştır. Güvendiği tek bir güç vardır, bileği: “zarını kendisi atacaktır.”

Ayna Çarpması özelinde masadakilerin bir kısmı: Oğuz Atay, Bilge Karasu, Barış Bıçakçı Kafka gibi çetin ceviz hasımlar... Başı sıkıştığında, nöbetçi eczane misali kapılarını çaldığı; cümlelere kapsüller halinde imaj, imge, motif ve ses transferinde bulunduğu, müttefik kuvvetler olarak Turgut Uyar, Ece Ayhan, Edip Cansever, Metin Kaygalak, Kemal Varol gibi şairler (bu enflasyonist “şiirsel” transferlerin ve yük bindirmelerin bedelini yazardan ziyade metinler ödeyecek; ikazlara kulak kesilen yazar, cümlelerin selameti adına “şiirsel dilde” tasarrufa gidecektir, sonraki işlerde)...


***

Gelgelim Ayna Çarpması’ndaki esas oyunculardan/rakiplerden biri ve belki de en önemlisi, yedi yıllık bir kesintiden sonra Sarı Kahkaha’ya da sızıp uzanan Yusuf Atılgan’dır... Tüm bu şahısların dışında biri daha var, daha karanlıkta, daha ıslak ve tekinsiz bir yerde duran... Fakat önce Yusuf Atılgan’la devam etmeye çalışacağım... 



[1] Murat Özyaşar, Ayna Çarpması, İstanbul: Doğan Yayınları, 6. Baskı, 2017.