Rusya'da Boykot da Kaybetti
Ahmet İnsel

Rusya’da başkanlık seçimini kimin kazanacağı konusunda en ufak şüphe yoktu. Beklendiği gibi, Vladimir Putin birinci turda dördüncü defa yeniden seçildi. 2012’de birinci turda aldığı şaibeli yüzde 63,6 oy oranını, bu sefer yüzde 76,7’e çıkardı. Bu Putin’in on sekiz yıldır aldığı en yüksek oy oranı. Seçime katılmasına izin verilen diğer yedi adayın arasında ilk sırada gelen Komünist Parti’nin adayı, işinsanı Pavel Grudinin’in aldığı oy yüzde 15’in altında kaldı. Daha önce Putin’in kurduğu Birleşik Rusya Partisi’ne üye olmuş olan Grudinin’in temsil ettiği sol programın alacağı oylara halkın memnuniyetsizliğinin göstergesi olarak bakılıyordu.

Rusya’da başkanlık seçimlerinde esas soru işareti, katılım oranıydı. Batı basınında Putin’in en güçlü rakibi olarak gösterilen Aleksey Navalni’nin yargı yoluyla adaylığı engellendikten sonra yaptığı boykot çağrısının sonucu merak ediliyordu. 18 Mart akşamı sandıklar kapandığında katılımın, yüzde 67,4’le, 2012 başkanlık seçimlerinden iki puan daha yüksek gerçekleştiği ortaya çıktı. Boykot kampanyası etkili olmamıştı.

Navalni boykotun başarısız olmasını diğer adayların seçimlere katılmasına bağlıyor. Bu nedenle seçim gecesi, kendisiyle seçim sonrasında işbirliği öneren, oyu yüzde ikiye bile varmayan liberal aday Sobçak’ı hakaretle yanıtladı. Kendisinden başka kimsenin gerçek muhalefeti temsil etmediğine olan inancı, taşkın öfkesi, Slav milliyetçiliği içeren eğilimleri ve aşırı kibriyle Navalni’nin etrafında güçlü bir muhalefet örgütlenmesi pek mümkün görünmüyor. Ayrıca Navalni’nin Rusya’da yolsuzluklara karşı mücadele etme dışında farklı ne önerdiği de pek belli değil. Büyük ölçüde yolsuzlukla mücadele temasıyla sınırlı bir siyasal programın bir sivil toplum örgütü hareketi sınırlarını aşması zor.

Neredeyse hiç seçim kampanyası yürütmeyen Putin, seçimlere başında Medvedev’in olduğu partisi Birleşik Rusya’nın adayı olarak değil, bağımsız aday olarak girmişti. Putin’in bunu partinin yıpranmış imajından kurtulmak ve aynı zamanda halefi kim olacak sorusuna parti içinde maruz kalmamak için yaptığı iddia ediliyor. Bu seçimde Putin’in önem verdiği iki sonuç vardı: Alacağı oy oranı ve katılım. Bunu 70-70 hedefiyle dile getiriyordu. 

Katılımın yüksek olması için hem teşvik hem baskı yöntemleri kullanıldı. Örneğin kamu kurumlarında çalışanların işyeri seçim sandığında oy vermeye zorlandıklarını belirtiyor gözlemciler. Seçim kurulu, seçimden en geç bir hafta önce seçmenin talep etmesi halinde, kayıtlı olduğu sandıktan başka bir sandıkta oy kullanmasını mümkün kılmıştı. Rusya’da seçmen haklarını savunma amaçlı çalışan Golos derneği beş milyon civarında seçmenin oyunu her zamanki seçim sandığında değil, gene aynı yerleşim yerinde başka bir sandıkta kullandığını iddia ediyor. Ama aynı zamanda, seçim komisyonunun seçmen listelerinde mükerrer ve ölmüş seçmenleri temizlemeye gerçekten çalıştığını, sonucun zaten garantili olduğu için iktidarın abartılı seçim hilesi yapmaya ihtiyacı olmadığını belirtiyor. Yarısında kamera olan 93.700 seçim bürosunun birkaçından yansıyan sandığa oy doldurma işlemlerinin de, sadakat gösterisi yapmaktan kendilerini alamayanların işi olduğunu söylüyor. Örneğin Çeçenistan Başkanı Kadirov, Çeçenistan’da Putin’in aldığı oy oranını %93 olarak ilan etti! Böyle örnekler var ama seçim sonuçlarını anlamlı biçimde değiştirecek boyutta olmadıklarını gözlemciler teslim ediyor. Katılımın belki iki-üç puan şişirilmiş olması muhtemel ama sonuçta Rusya’da diğer seçimlerle kıyaslandığında katılım ortalamanın üstünde gerçekleşti son başkanlık seçiminde.

Medyayı, özellikle televizyonu büyük ölçüde denetimi altına almış olan Putin karşısında diğer adaylar seçim kampanyalarını çok büyük bir eşitsizlik ortamında yürüttüler. Yargı Putin lehine baskı aygıtı olarak çalıştı. Güçlü bir muhalefet potansiyeli taşıyan bazı siyasal figürler, birkaç yıl önce cinayete kurban gitmişti. Bütün bu olgular Rusya’da seçimlerin demokratik meşruiyetini sorgulamayı meşru kılıyor. Buna karşılık son seçimde, Navalni boykot etmeye çağırmasaydı, sonuç değişir miydi sorusu da ister istemez akla geliyor. Bunun yanıtı, hayır. Putin’in oy oranı biraz daha düşük olurdu, o kadar. Katılımı teşvik için idarenin aldığı önlemler, yer yer çocukça olsa da, belli bir adaya baskı altında oy verdirmek anlamına gelmiyor. Seçime katılımı teşvik etmek demokratik ilkelere aykırı değil. 

İkinci soru, Navalni’nin seçimlere katılması engellenmeseydi, Putin birinci turda seçilebilir miydi? Atı alan Üsküdar’ı geçti, bu sorunun artık kesin yanıtı olmayacak ama ortaya çıkan seçim sonuçları, Putin’in az farkla da olsa, gene de birinci turda seçilebileceğine işaret ediyor. Navalni’nin seçimlerden sonra, “70-70 hedefi tutmadı, kazanan biziz” demesi biraz züğürt tesellisini andırıyor. 

Rusya’da seçimler boykot politikasının sınırlarını bir kez daha gösterdi. Boykotun başarılı olabilmesi için gerekli koşullardan biri, boykotun muhalefetin en güçlü partisi veya hareketi tarafından yürütülmesi ve diğer muhalifleri de etrafında toplayabilmesidir. Aksi takdirde parçalı bölüklü bir muhalefetin bir kısmının yürüttüğü seçim boykotu etkili olmuyor. Seçimi geçersiz kılacak bir asgari katılım oranının yokluğunda, boykotun göreli bir başarı şansı olması için, seçim sonrasında yürütülecek muhalefetin de, hele bu parlamento dışı muhalefet olacaksa, güçlü ve dirençli olacağına seçmen topluluğunun önemli bir kısmının inanması gerekiyor. Bu koşulların hiçbiri Rusya’da yoktu. Birçok başka ülkede olduğu gibi, Rusya’da da seçimleri boykot politikası başarılı olmadı. Birkaç ay sonra hatırlanacağı bile şüpheli…