Nasıl Büyümek?
Sema Aslan

Gaye Boralıoğlu’nun başka bir dünyadan kendine, kendi günahlarına bakan bir adamın hikâyesini anlattığı romanı “Dünyadan Aşağı”, diyelim ki un ufak edilmiş, zerrelerine ayrılmış, çiğnenmiş ve kapı dışarı bırakılarak hayatı boyu evsizliğe mahkûm edilmiş bir çocuğun/oğulun kendini ve babasını hep yeniden kurmak ve kuramamak hikâyesi aynı zamanda. İnsanın her gün yeniden başlamaya azmetmesinin gerçeküstü hevesi bir yana, bir başkasının kapladığı yeri tekrar tekrar tarif etmeye, böylelikle sanki kırışıklıklarını açmaya, havasını almaya çalışması epey acıklı bir şey. Nasıl büyüyeceğini bilemeyen insanın ‘bir şekilde’ büyümesi kadar acıklı. 

Romanın ana karakteri Hilmi Aydın, cinayet masasında ‘maktul’ sıfatıyla ele alınacakken ölümün kıyısından döner. Biz okurlar roman boyunca birkaç kez ‘katil’ lafının geçtiğini görsek de polisiye bir olay yaşanmaz. Oysa Hilmi Aydın tam da cehennemin kapısındaydı. Adı çağrılınca dönüp baktı ve birtakım ödevlerin sorumluluğuyla birlikte kendisine sunulmuş ikinci şansını kullanmak üzere yeni hayatına başladı. Zaten hikâye de bugün değilse yarın öbür gün mutlaka ölecek olan Hilmi Aydın’ın ölüm korkusu, cennet ve cehennem tahayyülünden beslenen iyi insan olma ahdiyle yol alıyor. Hilmi Aydın bu yolda “insan olmaya geldim” ufkuna varamıyorsa da özüne bakmaya gayret ettiği anlar yok değil. İşte “Dünyadan Aşağı” bu anlarda Hilmi Aydın’ın kendiyle, babasıyla, kadınlarla, anılarla, sokaklarla ve giderek tüm dünyayla uzak yakın, doğru yanlış ilişkisi üzerinden düşünüyor. Yazarın pek çok kez çentik attığı Kafka’nın “Babaya Mektup”ta sorduğu gibi, Hilmi Aydın da soruyor; babasının etkisinden bağımsız büyüyebilseydi, nasıl bir insan olurdu? Ya da sevilseydi. Ya da babası kendi ‘kudretinden haberdar olsaydı’.

Kudret demişken… Hilmi Aydın, iyi insan olma gayretindeyken de, insan 7’sinde neyse 70’de odur havasındayken de hep izlendiğini düşünür. Ama Tanrı, ama baba, ama anlatıcı/yazar tarafından. Hatta çok ciddiye almadığı eski karısının ‘kalp gözü’ tarafından. En sıradan adamın bile bu kadar çok kişi tarafından izlenmesi, romanın akışı içinde doğal bir biçimde yer bulmuş kendine. Öte yandan yazarın, Hilmi Aydın’ın bihaber göründüğü kudretini gösterdiği anlardan biliyoruz ki, Hilmi Aydın da izliyor. Fakat epey dar bir açıdan. Bu darlık ve sığlık diğer roman karakterlerinin de sorularını duymamızı sağlıyor.

Birbirini izleyen ve tekrarlayan hatalarla baba oğul (anne kız da olabilirdi belki) ilişkisini anlatırken, ulu orta görünmeyen satırlarında da bir fani olarak bu dünyada var olmayı tartışıyor “Dünyadan Aşağı”. İyi ve kötünün, ceza ve ödülün bir anlam taşımayabileceği, kıyaslanmanın ve tartılmanın ağır şekilde mukabele edilmeye benzeyebileceği, yaşamanın ölmekten beter olabileceği anları yaratarak anlatıcılarını konuşturuyor Gaye Boralıoğlu. Ölümden sonra hayat ve ikinci şans gibi hem üslup hem de hikâye etme esnekliği açısından geniş bir aralıkta işlenebilecek bir malzemeyi, bugünün gerçekliğinde, insanların apaçık cinayetlerle öldürüldüğü alanlarda ve direndiği meydanlarda durarak işlemiş yazar. Romandaki her bir karakter dünyadan aşağı düşmemek için bir yol aramış ya da bulmuş.

“Dünyadan Aşağı” da yazarının ve okurlarının yoludur belki.