Antisemitizm-İslamofobi Yarışına Verilen Sert Tepkiler
Ela Bilgen

4 Nisan 2017’de, 65 yaşındaki Sarah Halimi Paris’teki evinde öldürülmüştü. Bir yıl sonra 27 Mart 2018’de yine Paris’te bu kez 85 yaşındaki Mireille Knoll kendi evinde bir cinayete kurban gitti. Her iki kadın da Yahudi’ydi ve her ikisi de 20’li yaşlarındaki genç erkekler tarafından, tanıkların ifadesine göre “Allahu ekber” nidalarıyla öldürülmüştü. Her iki cinayetin gerçekleştirilme biçimindeki vahşet Fransa kamuoyu üzerinde derin bir etki bıraktı. Üstelik ilk cinayetin başlangıçta Fransız yetkililerce münferit bir olay olarak değerlendirilmesi geniş çaplı protestolara neden oldu, zira suçun temelindeki antisemitik saikin üstünün örtüldüğü düşünüldü.

II. Dünya Savaşı sırasında soykırımdan kurtulmuş olan Knoll’un cenazesine Cumhurbaşkanı Macron dâhil binlerce kişi katıldı. Bundan birkaç hafta sonra da Le Parisien gazetesinde “Yeni Antisemitizme Karşı Manifesto” yayınlandı. Manifesto yaklaşık 300 kişi tarafından imzalandı ve Manuel Valls, Nicolas Sarkozy, Gérard Depardieu gibi ünlü isimler de imzacılar arasında yer aldı.

Manifesto, Fransa’da yakın dönemde Yahudilere karşı gerçekleşen saldırılara ilişkin İçişleri Bakanlığı verilerini içeriyor ve siyasi otoriteler ve medya tarafından konuya gereken önemin verilmemesinden şikâyet ediyor. “Son yıllarda öldürülen 11 Yahudi’nin, sadece Yahudi oldukları için radikal İslamcılar tarafından öldürülmüş” olduğuna dikkat çekerek antisemitizmin yalnız Yahudilerin sorunu olmadığını belirtiyor. Bununla birlikte ülkenin antisemitizm karşısındaki sessizliğini de, İslamofobiye karşı abartılı bir hassasiyet içinde olunmasına bağlıyor. Öyle ki “İslamofobinin kötülüğü üzerinde durulmasının İçişleri Bakanlığı verilerinin üstünü örttüğünü” ifade ediyor.

Manifestonun en sorunlu ve tartışmaya yol açan tarafı Yahudilere karşı uygulanan ırkçılığı radikal İslamcılara özgülemesi. Bildiriyi kaleme alanların yaptığı eski ve yeni antisemitizm ayrımı da aslında buna dayanıyor. Manifestoya göre Fransa’da meydana gelen “İslamcı saldırılardan” sonra aşırı sağ tarafından gerçekleştirilen “eski” antisemitik uygulamalara, radikal solun “yeni antisemitizmi” eklendi. Çünkü sol (ya da Manifesto’nun diliyle Fransız elitleri) “İslamcı radikalizmi yalnızca toplumsal bir başkaldırının ifadesi olarak değerlendirme” eğilimine girdi ve Yahudileri öldürenleri “birer toplum kurbanına” dönüştürdü. Yani Manifeto yeni antisemitizmden, radikal İslamcıları ve İslamofobiye karşı aşırı temkinli/hassas davranan Fransızları sorumlu tutmakta.

Bildiride de yer verildiği gibi Mireille Knoll için düzenlenen yürüyüşe Fransız imamların da katılım göstermesi ise metnin yazarlarını antisemitik olan ve olmayan Müslümanlar arasında bir ayrım yapmaya zorladı. Ancak bunu yaparken “Fransa İslamına” bir yükümlülük getirmekten kaçınmadılar ve “Yahudileri, Hıristiyanları ve inanmayanları öldürmeyi ve cezalandırmayı öngören Kuran ayetlerinin, teoloji otoriteleri tarafından artık hükümsüz sayılmasını” talep ettiler.

Kuran’la ilgili yapılan bu öneri özellikle Fransa dışındaki Müslümanların sert tepkisine yol açtı. Mısır’da örneğin, hem siyasi otoriteler, hem sivil toplum örgütleri bildirinin hemen ertesinde Kuran’ın değiştirilemez oluşunu vurgulayan açıklamalar yaptılar.

Fransa içindeki itirazların yoğunlaştığı noktaysa, bildirinin sadece Müslümanlara yönelmesi oldu. Manifesto’yla getirilen Kuran düzenlemesi önerisi “inananların, suç işlemek için kutsal bir metni dayanak almasının önüne geçilmesini” amaçlıyor. Fransa’daki Müslümanlarsa bu durumun Kuran’a özgü olmadığını, hatta böyle bir yaklaşımla, “alçakların kanıyla toprağı sulamak”tan bahseden Fransa milli marşının dahi gözden geçirilmesi gerekeceğini ifade ettiler.

Cenevre merkezli insan hakları örgütü Uluslararası Adalet Merkezi de antisemitizmin ve ırkçılığın sadece Müslümanlar değil, toplumun her kesiminden kişiler tarafından sergilenebildiğine dikkat çekerek, manifestonun sadece Müslüman topluluğa odaklanmasının “gereksiz biçimde tahrik edici“ olduğunu vurguladı.

Türkiye’de ise, 21 Nisan’da yayınlanan manifesto tuhaf biçimde, ancak birkaç gündür gündemde. Gazeteler son birkaç gündür art arda “Fransa’ya sert tepki” başlıkları atıyor ve hem iktidardan, hem muhalefetten siyasilerin ya da Diyanet’ten YÖK’e kadar çeşitli kamu kurumlarının açıklamalarını konu ediyorlar. Aslında görünen o ki Dışişleri Bakanı’ndan ana muhalefet liderine ve Cumhurbaşkanı’ndan rakiplerine herkes “tepkisi”ni, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’a borçlu. Zira Kalın, 6 Mayıs’ta attığı bir tweet’te, The Atlantic dergisinde 3 Mayıs’ta yayınlanan ve Karine Piser tarafından kaleme alınan makaleyi paylaşarak “Aralarında Sarkozy’nin de bulunduğu 300 Fransız yazar ve siyasetçi, şiddet ve Yahudi düşmanlığı yayıyor iddiasıyla Kur’an’dan bazı ayetlerin çıkartılmasını talep etmiş. Modern çağda cehalet ve hamâkat bu kadar olabilir!” yorumunu yapmıştı. Bu -miş’li geçmiş zamanlı paylaşımın ardından aynı gün AB Bakanı Ömer Çelik, ertesi gün de Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ kınama tweet’leri attı.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise “sert tepki”sini, 6 Mayıs’ta katıldığı bir toplantıda "Bugün Fransa'da içlerinde Sarkozy'in de bulunduğu densizler Kur'an-ı Kerim'in bazı ayetlerinin değişmesi gerektiğini, bazı bölümlerin çıkarılması gerektiğini savunmuşlar. Kutsal kitabımız senin yaz boz tahtan mı? Neymiş efendim Yahudi düşmanlığı içeriyormuş. Tarih boyunca siz Yahudilere zulüm ettiniz." sözleriyle gösterdi.

8 Mayıs’ta Diyanet İşleri Başkanlığı, “Fransa’da başlatılan iftira kampanyasını” kınadı. Başbakan Binali Yıldırım da aynı gün “Dün Fransa’da 300 kendini bilmezin imzası ile yayımlanan bildiri bir cehalet manifestosudur.” dedi. Ama yine aynı gün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı açıklama bu kez “Önceki gün, Fransa'da kendini bilmez bir grup çıkmış Kuran-ı Kerim'den bazı ayetlerin çıkartılmasını isteyen bir bildiri yayınlamış.” şeklindeydi.

Cumhurbaşkanın açıklamaları CHP ve İyi Parti’yi yüreklendirmiş olacak, hemen aynı gün onlar da birer açıklamayla “sert tepki”lerini kamuoyuna yansıttılar. Muharrem İnce ise ertesi gün gerçekleşen Edirne mitingi sırasında tepkisini dile getirdi ama “Türkiye bölünürse bu sefer karşıdan size laf gelir. Fransız gelir kutsal kitabımıza laf gelir. Sen kimsin senin haddine mi? Ben önce herkesin iri olmasını, diri olmasını göreceğim sonra Fransa, Putin hepiniz geleceksiniz. Sizinle de görüşeceğiz.” şeklindeki açıklaması, konuşanın kim olduğuna dair kafaları epey karıştırdı.

Her birinde ayrı ayrı ülke ve bölge masaları ya da dış ilişkiler departmanları bulunan Dışişleri ve AB Bakanlığının ya da Başbakanlığın bağlı kuruluşlarının verecekleri tepkilerin tesadüfen görülen gazete haberlerine bağlı olması, muhalefetin tepkilerininse iktidardakinden geri kalmama telaşına dayanması nedeniyle Türkiye, Fransa’da ifade özgürlüğü ve ırkçılık karşıtlığı çerçevesinde yapılan tartışmaya kendi özgün ve derli toplu, kurumsal tezleriyle katkı sunamadı. Bağırmak ve meydan okumak anlamında son derece sert olan tepkiler, zamanında ve etkili yanıt vermek anlamında açıkça zayıf kaldı. Siyasetin önde gelenlerinin bunu umursamadığıysa ortada. İhtiyaç halinde yeni bir “İslam karşıtlığını” yardıma çağırabileceklerinden emin olarak bu faslı kapattılar.