Koyun Gibi
Tanıl Bora

Milletin-halkın-seçmenin “koyun gibi” olduğundan yakınmak, eski seçkinler diyebileceğimiz zümrede yaygındı, biliyorsunuz. Her nevi yılgın muhalif arasında da buna meyledenler bulunur. Ahalinin sürü içgüdüsüyle davranmaya yatkınlığını, şuursuzluğunu anlatır.

Milli Mücadele önderlerinden Rauf Bey, anılarında, son Osmanlı sultanı Vahdettin’in “Bir millet var, koyun sürüsü… Buna bir çoban lazım… O da benim…’’ dediğini aktarır, o da meşhurdur.

***

Günümüzün popüler evrim psikologu Steven Pinker, “Niçin biz insanlar çok zaman böyle koyunlar gibi davranıyoruz?”[1] sorusunu, akıl akıldan üstündür’e güvenmek, dışlanmama kaygısı gibi hiç de irrasyonel olmayan saiklerle cevaplıyor. Evrim psikologları, hafif mahcubiyetle, hep insanların koyun gibi davranmasının “normal” olduğunu hatırlatma gereği duyuyorlar. İnsanların karar anlarındaki tercihlerini içinde bulundukları grup davranışına göre belirlediğini gösteren sayısız psikoloji deneyi var. Diğerleri öyle istiyordur zannıyla, kendi istemediği şeyi yapma eğiliminin gücünü gösteren deneyler de var. Konformizmin, muazzam bir evrimsel gücü var.

Bir başka psikolog, Nick Haslam, beşerî ilişki ağlarının dışına çıkan veya çekilen insanların mekanik bir gayri-insanîleşmeye yönelmesi gibi, bir cemaat içinde sosyalleşmenin de “animalist (yani hayvanî) gayri-insanîleşmeye” yol açabildiğini hatırlatıyor. Topluluğun dışındakilerin insanî nitelikler taşıdığını inkâr etme veya ‘görmeme’, onları ‘hayvansı’ bir yere koyma eğilimi…[2] Koyunlaşma normalinin karanlık yüzü...

***

En erken evcilleştirilen hayvanlardan olan koyunun, yaban haliyle, yani tarım devriminden önce, aslında o kadar da “koyun gibi” olmadığını biliyoruz. “Durmadan melemeye ve koyun gibi davranmaya başlamaları”[3] bu süreçte gerçekleşmiş. Çiftçi-insanların seçimleri sonucu, -istemedikleri agresif kuzuları koçları daha çabuk keserlermiş-, nesilden nesile “daha şişman, daha itaatkâr ve daha az meraklı” hale gelmişler.[4] Daha itaatkârdan beteri, daha az meraklı hale gelmeleri değil mi! 

Latif Demirci’nin Canavar Koyun Orhan’ını özlemle yâd edelim. 

***

Koyun, Hıristiyanlık’ta çok güçlü bir imge. Doğrudan doğruya İsa’nın imgesi: Dünyevî günahları üzerine alıp insanları kurtaran kurban olarak koyun-İsa. Ama ilâhî bir koyun-çoban ‘diyalektiği’ de var. İsa aynı zamanda “iyi çoban”dır (Yuhanna, 10). İncil’in lisanında kurtuluşa erecek halklar, koyunlardır; helâk olacak olanlarsa, keçiler. (Matta, 25) Hüküm gününde çoban (Tanrı-İsa), koyunları sağına, keçileri soluna alacaktır. Sağ-sol davası!

***

Georg Simmel, moda üzerine ünlü denemesinde, sosyal bir dinamik olarak sürüye katılmayla sürüden ayrı durma gerilimini bu masum konudan hareketle güzel özetler: 

Kendimizi toplumsal grubumuza uyarlayışımız ile bireyselliğimizi öne çıkarıp grup içinde sivrilişimiz arasındaki çatışmaya, bu ikisi arasında verilen tavizlere, yavaş yavaş varılıp hızla yitirilen uzlaşmalara bakarak, toplumun bütün tarihini okumak mümkündür. İçsel hayatımızın bu iki kutup arasındaki salınımları… Bir yanda devamlılığa, birliğe, eşitliğe, benzerliğe, diğer yanda değişime, özgüllüğe, biricikliğe duyulan ilgi.[5] 

***

Hem milliyetçi hem İslâmcı-muhafazakâr okur-yazar kamuoylarında çok itibar gören tarihçi-felsefeci İhsan Fazlıoğlu’nun, bir koyunluk methiyesi var, uzun aktaracağım.[6]   

Alaaddin Çelebî’nin 15. yüzyılda kaleme aldığı Tariku’l-edeb [Edeb Yolu] adlı eserinde “her bir taifenin (milletin) doğasını teşhis” etmeye çalışırken, “artık Anadolu’da siyasî bir iradenin etrafında millet haline gelmiş Oğuzlar”ı koyuna benzetişine tutunan Fazlıoğlu, bir koyun-millet güzellemesi yapar:

Bir millet ki koyun gibidir, mensubiyetine sadıktır, bu mensubiyeti paylaşan diğer mensubdaşlarına müşfiktir; medenî olmanın gerektirdiği yavaşlığı yani sükûneti vardır. Çünkü bir şehirde iskan edilmiştir, meskeni vardır, sakindir. Millet olmanın gereği olarak insanlar birbirini kollar, aralarında dostluk vardır, birbirlerinin sözünü dinlerler, ama en önemlisi bir koyun sürüsü gibi omuzlarını birbirlerinin omuzlarına sürterek yürüyecek, yol alacak kadar birliklidirler; başka bir deyişle birbirlerine ‘temasları’ yoğundur. Bu niteliklere sahip olduklarından, yani koyun gibi olduklarından birbirlerine menfaatlidirler; boş yaşamazlar, iş görürler; dolayısıyla bayındırdırlar. Birlik ile dirlikleri vardır. Çünkü koyun mensup olduğu sürü içerisinde birlik ve dirlik kazanır.

Fazlıoğlu, “Tanzimat’tan bu yana… sömürgeci kapitalist güçler ile içerideki uzantılarının” bu niteliklerden rahatsız oldukları kanaatindedir, çünkü koyun sürüsü gibi “birbirlerinin omuzlarına sürterek, birbirlerine temas ederek tarihte yol alan bir milleti yenme”nin kolay olmadığını biliyorlardır. Kâbusname’den “Çobanı iyi olursa bu milletle büyük işler yapılır” vecizesini delil gösterir. Zaten Fazlıoğlu’nun metinleri de siyasetnâme üslûbundadır.

Aktardığım denemenin başlığı: “Biz Türkler koyunluğumuzu geri istiyoruz.” Fazlıoğlu, “itaat etme, boyun eğme cihetini” öne çıkararak koyun kelimesinin itibarsızlaştırılmasına itiraz ediyor. Ona göre bunlar da zaten menfi değildir. Zira kime-nereye itaat edildiği, “hangi sürüye mensup bir koyun olunduğu” önemlidir. “Sömürgeci kapitalist güç” ve tabii şerikleri, millet kendisine itaat etmediği, yani “bilgi ve adalet yani nizam-ı âlem için savaşmak” yerine “yakıp yıktığı-yiyip-içip-seviştiği” için, koyun imgesini böyle karalama amaçlı kullanıyorlardır. Koyunluğu kötülemek, “aralarında sadakatin, şefkatin, birbirine muvafakatın, ülfetin ve itaatın olmadığı, birbirine sürtünmekten, temas etmekten kaçınan; birbirine menfaati değil, faydası dokunan, millet anlamında değil, yığın anlamında bir sürü” yaratmak içindir. Oysa “Türk milleti çobanını bulduğunda sürü olmaya hazır ve büyük işler yapmaya namzettir,” Fazlıoğlu’na göre, onun için koyunluğunu geri istiyordur.

Evrim psikolojisinin bulgu ve dikkatlerini, koyun-çoban ilişkisinin ilâhiyatını, sürüye dâhil olma ve dışına çıkabilme arasındaki beşerî gerilimi ve onun iptalini… bütün bunları, bu koyunluk methiyesine bakarak yeniden tartabilirsiniz.

***

Keçilere gelelim… Koyun mecazından irkilmek, umumiyetle sol bir ‘tepi’, değil mi? ÖDP kurulmaktayken, bir arkadaşım, “ağıla girmek üzere birbirine yanaşan koyunlara benzemiyor muyuz?” endişesini dile getirmişti bir sohbette. Kendisi de partiye üye olmuştu, elinden geleni yapmaya hazırdı, zaten o sıra sosyalist cemaatlerin büyük çoğunluğu bu yeni partiye ümit bağlıyor, katılıyordu. Arkadaşımın endişesi, salt bir araya gelmeye, salt birleşmeye, adeta politikayı ikame eden bir anlam yüklenmesiydi. Programın, stratejinin, hedefin, sözün ve örgütlenme emeğinin, birleşmeye atfedilen anlam ve önemde tüketilmesiydi. (Daha beteri, geriye sırf “bir arada kalma”nın kalmasıdır.) Ondandı, “koyun gibi yapıyor olmayalım…” tereddüdü.

Eskişehirli Devrimci Yolcuların deneyimlerini aktardıkları kitapta,[7] Türkiye’de sosyalist solun varlık çağı olan 70’li yıllara dair, kısa ama güçlü özeleştirel nazarlar var. Örgütlenmede hep aynı mahallelere çakılıp kalmayla ilgili, hep “kolay yerlere”, yani zaten sosyalist harekete meyilli yerlere, -tercihen hep Alevi köylerine-, gitmeyle ilgili, başka bir sosyalist hareketten taban kaydırmak üzere “çalışma yapma”ya sarf edilen enerjiyle ilgili (Yunus Isın’ın söyledikleri, s. 491)… Meşhur “en geniş kitle içinde en dar kadro çalışması” düsturunun, fiilen “en dar kitle içinde en geniş kadro çalışması”na dönüşmesiyle ilgili (bu nükteli tespit, Ferruh Yılmaz’ın, s. 506). 

Bugün, dayanışma içinde gerçekten birbirine sokulmanın hayatî ihtiyaç olduğu bir zamanda, muhakkak lâzımken, bunun için adım atmak farz iken… yine de, bir yandan da, o arkadaşımın “koyunlar gibi davranıyor olmayalım” tereddüdünü, birbirine sarılmayı politikanın ikamesi haline getirme meyline karşı ikazını aklımdan çıkaramıyorum.



[1] Steven Pinker: Gewalt - eine neue Geschichte der Menschheit. Fischer Verlag, Frankfurt am Main 2013, s. 830.

 

[2] https://pdfs.semanticscholar.org/778f/6c509c7b9d56a3495a3067281733d2cd5814.pdf

[3] Theodore Zeldin: İnsanlığın Mahrem Tarihi. Çev. Elif Özsayar. Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1998, s. 139.

[4] Yuval Noah Harari: Hayvanlardan Tanrılara Sapiens. Çev. Ertuğrul Genç. Kolektif Kitap, İstanbul 2015, S. 103.

[5] Georg Simmel: “Moda felsefesi”, Modern Kültürde Çatışma içinde, çev. Tanıl Bora İletişim Yayınları, 2017 (11. Baskı), s. 112-113.

[6] İhsan Fazlıoğlu: Akıllı Türk Makul Tarih. Papersense Yayınları, İstanbul 2016 (5. Baskı), s. 44-47. İlk yayınlanışı: Anlayış dergisi, Ocak 2004.

[7] Ersin Toker: Porsuk Durgun Akardı – Mustafa Çalıkuşu Anısına. Ayrıntı Yayınları, 2018. Parantez içinde aktardığım isimler ve sayfa numaraları bu kitaptan.