“Memento Park”: Hatırlayarak Unutmak, Komünizm “Kalıntıları”
Derviş Aydın Akkoç

Neredeyse her iktidar dönüşümü esnasında vulu bulan tipik bir edim: kurulmakta olan yeni bir iktidar eski iktidarın icraatları üzerinde müdahalelerde bulunur. Yeni kurulan iktidar eski iktidarın kurucu sembollerini, objelerini asimile etmeye, değilse kıyıya köşeye itmeye, hatta mümkünse bunları büsbütün “unutuşun” gri sularına salmaya çalışır. Ne var ki, eskinin sembollerini yok etmek kadar onları muhafaza etmek de unutma stratejisinin önemli bir vehçesidir: “ibretlik hale getirmek üzere koruma altına alarak, daima hatırlatarak ve hatırlayarak unutmak...” Bir sembolü kaba saba bir şekilde parçalayıp yok etmektense onu belli bir rasyonalite uyarınca korumak, “teşhir” maksatlı bir kullanıma açık hale getirmek, daha incelikli –medeni– bir yöntemdir… 

***

Bu itibarla, Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de kurulan “Memento Park” (Hafıza Parkı), koruyarak unutmaya dayalı iktidar tutumunun bir emsali olarak tasarlanmış bir hafıza-teşhir mekânı. Şehrin Buda yakasının bitip doğanın yavaş yavaş başladığı, geniş yolların bir yanında çıplak düzlüklerin, öte yanında sarı kahverengi yapraklarıyla ormanların uzadığı ıssız bir arazide kurulan Memento Park, Macaristan’ın “komünist” dönemini resmeden “heykellerle” donatılmış seyirlik bir mekân. Kentin bitip “doğa”nın başladığı bir toprak parçası üzerine bir park inşa etmek, bu parkı da dönemin komünist öznelerinin (Lenin, Marx, Engels, Dimitrov, Béla Kun, Yüzbaşı Ostapenko) heykelleriyle donatmak elbette kendi içinde sembolik açıdan konuşkan bir politik jestin tezahürü: Kentin, kentte anlamına kavuşan “medeniyetin” sınırlarının ötesine, paradoksal bir şekilde yine kente özgü bir alan olarak bir park kurmak, parkta sergilenen figürleri ve bu figürlerin “zamanında” temsil ettikleri düşünceleri ancak ve sadece doğaya, çağ ve medeniyet dışı ölü bir koordinata sabitlemek demek. 

***
1945 ve 1989 arası “komünist dönem”den toplam 42 parçanın sergilendiği, bir park olmanın yanı sıra, bir tür açık hava müzesi izlenimi de veren “Memento Park”ın tasarımcısı Akos Eleod’un –İngilizce- tanıtım bröşülerinde yer alan sözleri, parkın kuruluş “mantığını” ifade etmekte: “Bu Park diktatörlükle ilgilidir. Fakat aynı zamanda Park’ın tasarımı ve inşası demokrasiyle de ilgilidir. Nitekim yalnızca demokrasi diktatörlük hakkında özgürce düşünme fırsatını sunabilir.” Birbirinin karşıtı olarak konumlandırılmış iki kavram: demokrasi ve diktatörlük. Tasarımcının sözlerine paralel bir şekilde siyasi makam sözcüleri de demokrasi ve diktatörlük bağlamında Park’ın kuruluşunu değerlendirmekteler. 2005-2006 yıllarının Kültür Bakanı Andras Bozoki’nin sözleri ise “diktatörlük” mefhumunun yanı sıra, anokronik bir şekilde “tiranlık” sıfatını da devreye sokmakta: “Memento Parkı’nın gerisindeki karmaşık fikir ve tarihsel düşünüş iki dönemi birbirinden ayırmak üzerine kuruludur. Sanatın bakış açısından tiranlık devrini yeniden sergilenmek ve bu sayede demokrasinin sembolik itibarının uluslararası önemini ifade etmek.” Parkın kuruluşu, iktidar tarafından desteklenişi işlevsel bir pornografik zihniyete dayanmakta: geçmişin hayaletlerini defetmektense onları yabanda kafeslemek, kafeslerken birer kötülük-şer imgeleri olarak onları teşhir etmek…   

***

Lenin’in yahut Marx’ın heykelleri sonradan, diktatörlük dönemini lanetlemek üzere yeniden üretilmiş heykeller değiller ama: 42 parçanın büyük çoğunluğu “komünist” dönemde zaten kentin muhtelif yerlerine dikilmiş heykellerden oluşmakta. Yağmur yahut kar sularıyla bakırını-demirini kusmuş, pas lekeleriyle bezeli, derin çatlaklardan yana bereketli heykellerin içinde en dikkat çekici olanı: Altı metre uzunlukta, “komünist” dönemde Budapeşte’deki Gellert Tepesi’ne dikilmiş ve bir vakitler kentin her yönünden görülen, belinde makineli tüfeği ve kalın parkasıyla, tanıtım broşüründe geçtiği üzere “haşin-korkunç bakışlı” (evil-eyed) Sovyet askerinin heykeli. Sovyet askerinde olduğu üzere, bazı heykeller hakikaten abartılı ölçülere sahip: kollar, baldırlar ve bilekler “gücün” ve “iktidarın” ifadesi olan kas yığınlarından ibaret. Her abartıda olduğu gibi bu heykellerde de belli başlı zayıflıklar, güçsüzlükler perdelenmiş, hasıraltı edilmiş gibi…   

***

“Memento Park”ın hemen girişinde, cam bir bölme içinde, epey sıkıldığı her halinden belli bir kadının tezgâhtarlık yaptığı küçücük bir dükkân var: Dükkânda “komünist” dönemin orak çekiçlerle, yıldızlarla ve komünist liderlerin suretleriyle işlenmiş ürünleri (anahtarlıklar, rozetler, pullar, çakmaklar, kibrit kutuları, kahve fincanları, zarflar, içki mataralaları, afişler…) cuzi fiyatlara satılmakta. Cam bölmenin sağında parkın içindeki heykellerin “kartpostallar” halinde satıldığı dönmeli-tel bir tezgâh da var. Her kartpostalın arkasına, sol üst köşeye yine İngilizce standart bir yazı iliştirilmiş: “Memento Park, Komünist Diktatörlüğün Kalıntıları”. Çoktan çekilip gitmiş bir korkunun tezahürü olan “komünist” ya da “diktatörlük” kelimelerinden ziyade, “kalıntılar” kelimesi çok daha çarpıcı: zamanın acımasız dalgalarının kentin kıyılarına ittiği, kapitalizm enkazının altında kalmış, bir dönüşümün yıkımından, parçalanıp dağılmadan hasbel kader sağ çıkmış, ama günden güne daha da tanınmaz hale gelen “kalıntılar”… Şehrin göz alan, ışıltılı “görülecek yerlerinin” hayli dışında, ketum bir ıssızlığın herhangi bir yerine kurulmuş, onca çürükleri, henüz kitapsız bir şairin dizesinde geçtiği üzere “su yaraları” ile dağlanmış “heykeller” ve kabartmalar; bir vakitler yığınların özgürlük arzularını şahışlarında temsil eden imgelerden geriye kalan derme çatma, kırık dökük kırıntılar, “kalıntılar”: bir park ya da açık hava müzesi, ama belki de kuş uçmaz kervan geçmez bir yerdeki bir mezarlık…

***

Vahşi suskunluğu ile kasvetli bir mekân Memento Park: akşam kızıllığı Lenin’in belirsiz bir yere uzanmış ellerinin arasından cam gibi kırılgan bir gökyüzü parçasına saçılıyor, az sonra kızıllık sessizce karanlığa çekilmek üzere kımıldıyor, günahı ve sevabıyla kapitalizme yenik düşmenin mağrurluğu karanlığa gömülen keskin hatlarda hâlâ buz gibi belirgin... Rüzgârsa metalik madeni bir sesle parkın ücralarından parmak uçlarına vuruyor, bulanık karışık hislerle parkı geride bırakırken dönüp atılan bir bakışa, “soğuk sularda balina avcıları”ndan söz eden Usta’nın bir dizesi gelip usulca yerleşiyor; eskisi ve yeni fikirleriyle bütün bir parkı dolanıp bıçakla keserek: “İri atlarınız Macardı dantelleriniz Alman.”