Oedipus Karmaşası (XXIV): Kastrasyon (I)
Erdoğan Özmen

Klasik Freudçu teoriye göre kastrasyon, cinsler arasındaki anatomik farklılığa (penisin varlığı ve yokluğu) ilişkin çocuğun karşı karşıya kaldığı muammaya cevap olarak üretilen bir fantazi ve bu fantazi temelinde örgütlenen karmaşadır. Çocuk bu farklılığı kızların penisinin kesilmiş olduğu olgusuna atfederek anlamlandıracaktır. Dolayısıyla burada bir tür çocuksu (infantil) cinsel teori söz konusudur: Kastrasyon karmaşasıyla birlikte herkesin bir penisi olduğu şeklindeki infantil teori, dişilerin kastre edildiği teorisiyle yer değiştirmiş olur. Bu yeni teorinin kızlarda ve oğlanlarda tümüyle farklı sonuçları olur. Erkek çocuk, cinsel etkinliklerine karşılık olarak kendi penisinin de baba tarafından kesileceği korkusuna kapılırken (kastrasyon anksiyetesi), kız çocuğu kendisinin anne tarafından çoktan kastre edildiğini varsayarak/düşünerek, bunu inkar ve telafi etmeye koyulur. Penis ikamesi olacak bir çocuk arayışı/talebinin öznesi olarak yapacaktır bunu. Bu bağlamda Freud, “penis hasedi”nden (penis envy) söz edecektir.

Kastrasyon karmaşasının ortaya çıkması, kızların ve oğlanların yalnızca erkek cinsel organını tanıdıkları/bildikleri psikoseksüel gelişim evresiyle (fallik evre) ilişkilidir. Buna göre, fallik evreye ulaşan kız çocuğunun ilgisi, tıpkı oğlan çocuğu gibi penise (küçük oğlanın kendi bedeninden zaten bildiği bir şeydir bu) yöneliktir. Kız çocuğu oğlanın penisini gerçekten gördüğünde, “bundan” kendisinde olmadığını fark eder. Freud’un, kızlarda kastrasyon kaygısı değil kastrasyon karmaşası ortaya çıkar derken kast ettiği şeydir bu: Zira zaten sahip olmadığı bir şeyi kaybetmekten de korkmayacaktır. Bu evre aynı zamanda kısmi dürtülerin genital organların önceliğinde, onlara tabi olarak birleştiği zamana karşılık gelir.

Freud, kastrasyon karmaşasını Oedipus karmaşası ile ilişkilendirir ve Oedipus karmaşasında kastrasyonun oynadığı rolün kızlarda ve oğlanlarda farklı olduğunu ileri sürer. Erkek çocuğunda, kastrasyon karmaşası Oedipus karmaşasından çıkış noktası, onun sonlanma krizidir. Oedipus erkek çocukta kastrasyonla doğduğu ve sona erdiğine göre, demek sonlanma krizi olan şey aynı zamanda tetikleyici olan şeydir de. Deyim yerindeyse dönüp kendi üstüne kapanan, hareketsiz, herhangi bir yenilik ve açılım sağlamayan bir süreçtir söz konusu olan. Penis denen biyolojik çıkıntıdan kaynaklanan tüm o güç, iktidar ve üstünlük böbürlenmelerine karşın tuhaf bir cisimsizlik ve anlamsızlık, basbayağı bir dayanıksızlık, yok mu burada? Söz konusu yetersiz açıklama çerçevesi bakımından bile, erkekliğin bir tür boşunalık duygusuyla, bir derinlik kaybı ve/ya da yüzeysellikle, engellenme eşiğinin düşük olması/çarçabuk öfkeye kapılmakla, aradığını bulamama, dahası çoğu kez ne aradığını bile bilememeyle malül oluşundaki esrarın aydınlatılmasına ilişkin bir şey? Çünkü, genellikle bir tehditle ete kemiğe bürünen kastrasyon korkusunun etkisiyle erkek çocuk, anneye yönelik arzusundan vaz geçer ve gizillik dönemine (latency period) girer. O halde bir de, korku ve tehdit karşısında geri çekilmek, sessizliğe gömülmek vardır burada.

Yine bu anlatıya göre kız çocuğu için kastrasyon karmaşası Oedipus karmaşasına girdiği an, giriş noktasıdır. Kendisini penisten mahrum bıraktığı için annesini suçlar kız çocuğu. Hissettiği içerleme/kırgınlıkla anneden çektiği libidinal arzularını babaya yöneltir. Demek erkek çocukta karmaşa bir sevgiden vazgeçişe yaslanırken kız çocuğunda babaya yönelik ödipal sevgiye yol açar. Dolayısıyla kız çocuk kastrasyon karmaşası yoluyla Oedipus karmaşasına girer. Burada belirli bir nihai krizden söz edilemez artık. Yukarıda da söz ettiğim üzere, bu çerçevede karmaşanın belki de en belirgin niteliği şudur: kız çocuğu zaten sahip olmadığı bir şeyi kaybetmekten de korkmayacaktır. Kadınların kayıp/yas, üzüntü, keder ve tahammül kapasitelerindeki genişlik bir de bu yüzdendir belki.

Freud’un gelip dayandığı nokta evrensel bir fenomen olarak kastrasyon karmaşasıdır. Temel bir “kadınsılığın reddi”nden köken alan bir fenomendir bu: her öznede ortaya çıkan ve psikanalitik tedavinin ötesine asla geçemeyeceği nihai sınır.

Psikanalitik teorinin en tartışmalı mevzusundan söz ediyoruz. Psikoseksüel gelişimin hem kız hem de erkek çocuğunda penise sahip olup olmama durumuna göre tahayyül edildiği, erkeğin biyolojik cinsel organının aşırı-değerlendirildiği ve libidonun esas olarak erkeksi bir tabiatta düşünüldüğü bir tür fallik tekçilik (phallic monism) mevzusu bu. O halde, kız çocuğunda penis hasedine, erkek çocuğuna göre dezavantajlı konumda olduğu hissine ve çoktan kastre edilmiş olduğu bilgisine yol açtığı düşünülen bir karmaşanın varsaydığı/yaslandığı temel zemin değil midir kadınsılığın reddi? Kadın cinselliğinin kendi özgün niteliklerini anlayamamaktan penis hasedini kadınsılığı inşa eden ve örgütleyen şey olarak görmeye kadar, kendini olabilecek en müşkül açmazda kurmaya çalışan bu teorik jesti yine de muhafaza etmeli miyiz peki? Bize sağladığı herhangi bir içgörü varsa bile, bunun için nereye bakmalıyız?

Bunca kasvetli şeyin ardından R.J.Stoller’ın hoş/keskin saptamasıyla bitirelim: “Eğer Freud vajinası olmayan bir kadınla çalışmış olsaydı, kadının istediği tek şeyin bir penisten ziyade vajina olacağını zaten görmüş/idrak etmiş olurdu.”[1]



[1] Hem bu alıntı hem de yazının diğer kısımları için bkz. J.-M. Quinodoz, Reading Freud, Routledge, 2008, 177-182, ve D.Evans, Dictionary of Lacanian Psychoanalysis, Routledge, 1997, 20-4.