Solcu Müslüman da Neymiş!
Polat S. Alpman

İnşa Kültürevi’nde 12-13 Ocak tarihleri arasında İslam ve Sol Çalıştayı düzenleneceği ilan edildikten ve katılımcılar belli olduktan sonra her iki cenahtan da çeşitli tepkiler geldi. Olumlu ve olumsuz kanaat içeren bu tepkiler, daralan siyasal alana ilişkin bir tartışma yürütmekten ya da siyasal analiz içermekten farklı kanaatlerin siyasal bir ambalajla dile getirilmesi anlamına geliyor. Bu tepkileri önemsizleştirmek yerine politik dil üzerine düşünmek, sloganların değerini yok saymayan ama samimi sohbetin kadrini kıymetini bilerek konuşmanın yollarını aramak, siyasal alanı yeniden açmak için bir basamak olarak kabul edilemez mi?

Aslında bu konu pek uzak olmayan bir geçmişte “sol ilahiyat” başlığı altında tartışılmıştı. Hatta bu meseleye Birikim’in birçok sayısında özel başlıklar altında yer verilmişti. O vakitler sol ilahiyat tartışması belli bir çerçeve ve zemin oluşturamamasına rağmen, verilen tepkilerden anlaşıldığı kadarıyla, bu tür bir arayış ve hatta ortaklaşma gayreti, hatırı sayılır bir kesim tarafından -en hafif tabirle- gereksiz ve biraz da sevimsiz olarak değerlendirildi ve üzeri hızla örtülüp geçildi.

Yine aynı süreçte belirgin hale gelen meselelerden biri solcu Müslümanların, İslamcılık muhitinde yaşadıkları dışlanmaydı. Sosyalist solun önemli bir kısmı dindarların solcu olamayacağına kanaat ettikleri için bu dışlamayı pek umursamadı. Oradan solcu oldukları gerekçesiyle taşlanmaları yetmez gibi sol muhitin önemli bir kısmında da İslamcılıkları göze battı. Buna rağmen her iki yerde de kendilerine bir alan açmayı başardılar ve bugün eskisi kadar zayıf bir hat olmanın biraz daha ötesine geçtiler. Bunu İhsan Eliaçık ve Anti-kapitalist Müslümanlar ile sınırlandırmak yanıltıcı olabilir. Burada daha geniş kesimin ilgisine mazhar olan bir soldan söz etmek daha doğru olacaktır.


İslamcılar arasında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin İslamcılık hanesine yazılan uygulamalarının neredeyse tamamının Türkiye’deki İslamcılık hareketini ve düşüncesini ortadan kaldırma girişiminin bir parçası olarak yorumlanması yeni değil. İslamcılık içerisinde AKP’den kopuşun çok yönlü gerçekleştiği, bu kopuşun bir yönünün muhafazakârlaşmaya, bir yönünün sekülerleşmeye doğru savrulduğu sıklıkla ifade ediliyor. Sahadan elde edilmiş herhangi bir bilgi olmamasına rağmen bu kopuşlardan birinin sol olduğunu düşünmek için birçok neden var. Bu kesim içerisinde milliyetçilik ile devletçilik üzerine inşa edilen dini söylemin enerjisini tüketmeye yüz tuttuğu ve solculuğun bir türünün Sünni dindarlar arasında karşılık bulmaya başladığı bir yerde, solun, yeni muhataplarına söyleyecek yeni bir şeyleri var mı?

* * *

Solun içerisindeki bazı kişiler ve gruplar İslamcılarla ortaklaşma çabasına anlam veremiyor. Hükümet dışında durmaya özen gösteren ve İslamcılık içerisinde yer alan bazı kişi ve gruplar da bu ortaklaşma çabasını küçümseyip bir tür acizlik olarak nitelendiriyor. Bu ortaklaşmadan bir bereket hâsıl olacağına inanan ve buna ikna olan bazı kesimler ise buluşulacak yerin ne olduğu konusunda bazı sorulara ve kuşkulara sahip. Bu ve benzeri sorunların dile getirilmesinin ön koşulunun bir politik dil inşası olduğu öne sürülebilir.

Solun uzun süredir, ikna olmamaya yeminli karşıtları bir yana, kendisine kulak kesilmeye hazır olan kesimleri bile ikna etmeyi hedefleyen bir dil stratejisi geliştirmemesinin, böyle bir kaygıya sahip olmamasının nedenleri üzerine düşünmek gerek. Ancak daha önemlisi, siyasal, tarihsel ve toplumsal değişimlerin dinamiklerini anlamak ve açıklamak konusunda güçlü teorik malzemeye sahip olan bir siyasal hareket olarak solun, her şey hakkında kaygılanırken bu dilsizlik konusundaki kaygısızlığının ve belki de isteksizliğinin nedenleri üzerine düşünmektir.

* * * 

Solcu Müslüman profili Türkiye için bilinen, tanınan, aşina olunan bir profil değil. Türkiye’de dindarların, çok kısa bir dönem paranteze alınacak olursa, milliyetçi ve muhafazakar oldukları, genellikle sağcılık çizgisini takip ettikleri söylenir. Belki de AKP hükümetlerinin İslamcılık üzerindeki etkilerinden biri, sol alternatifin İslami kamuoyunun gündemine bir seçenek olarak yerleşecek olmasının sosyo-politik olanaklarını açmasıdır; fakat bunu şimdiden kestirmek zor. Yine de İslamcılık hareketi içerisindeki bu sol damarın gelişerek kitleselleşmesi sadece İslamcıların meselesi olarak değerlendirilemez.

Solcu Müslümanlar solculuklarını elbette İslam’ın belli bir yorumundan aldıkları ilhamla inşa edeceklerdir. Bu sol ile İslamcılık arasındaki buluşmanın ‘ilahiyat’ zemininde gerçekleşeceği anlamına gelmez. Kaldı ki, sosyalist olmak tarih, toplum, siyaset ile ilgili metodolojik ve eleştirel bir bakış açısına sahip olmak anlamına gelir ve bunun sınırları dinler kadar esnek ve geniş değildir. Oysa sol, sosyalizmden daha geniş bir terkip ve insanları birbirinden ayıran değil, birleştiren şeylerin ortak adıdır. Solu İslamcılara kapatmaya çalışmak yerine, onların da kendilerini solun içinde tanımlamalarını ve orada makbul hissetmelerini sağlayacakları bir selamlaşmaya, solun da ihtiyacı var.

Bu ihtiyacı politik strateji ya da bir araç olarak değil, karşılaşmaların beraberinde getireceği samimiyet ile gidermek zor değil. Samimiyet yukardan bakmayı, parmak sallamayı, buyurgan dille konuşmayı içermez, kendi sıcaklığı ve serinliğiyle gelir. “Ben böyle inanıyorum” diyene “hayır, senin dinin böyle değil, böyle inanamazsın” demenin en azından ayıp olduğunu hatırlamak gerekmez mi?