Saygı Duyuyorum
Tanıl Bora

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mehmet Özhaseki, seçmenlere yolladığı mektubun “en kalbî duygularla” selâmlama” öncesi son cümlesinde: “Alacağınız kararlara ve sandıktaki tercihlerinize şimdiden saygı duyacağımızı ifade ediyorum,” diyordu. (Buradaki çoğul şahıs kipi, sadece Sayın-Özhaseki’nin yüksek kişiliğine mi işaret eder acaba, yoksa topyekûn iktidar kuvvetlerinin Biz’ine mi?) Bir seçim sonucuna saygı duyacağını söylemek fuzulî sayılır ama zamanımızda kulağa âlicenapça gelebilir; hele bahse konu Biz’in, seçimi Özhaseki’nin rakibi kazanacak olursa onun yerinde oturtulmayacağı yönündeki ‘ikazları’ göz önüne alındığında.

Seçim sonrasında da, iktidar mahfillerinde ve medyasında oya saygısızlığın en saygısız örneklerini gördük. HDP’li oyuna saygı ise, onun hayrını görenler nezdinde bile, tesis edilmiş değil.

***

2017 anayasa referandumu öncesinde de başbakan Binali Yıldırım, PKK-FETÖ-CHP-HDP’nin “Hayır” oyları içinde “terörle ilgisi olmayanların” tercihine saygı duyacağını söylemesini de, bir âlicenaplık bir liberallik alâmeti olarak görenler çıkabilirdi. Çünkü genellikle bir solukta anılarak düzlenen bu silsileyle ‘iltisaklandırılan’ herhangi birisine veya şeye, -oya moya da-, saygı duymak gerekmediğini söyleyen erkânı dinliyorduk. Veya mesela Adalet ve Kalkınma Partili TBMM Adalet Komisyonu üyesi Yılmaz Tunç, “Hayır diyenlere de, Evet diyenlere de saygı duyuyoruz. Ancak terör örgütü mensuplarının ‘Hayır’ dediğini hatırlatmaktan daha doğal bir şey olamaz” diyerek saygıyı askıya alıyordu.

Muktedirin şartlı saygısı, bu. (‘Şartlı salıverilen’ bir saygı.) Hem bir âlicenaplık ihsanıdır, göz yumuyor, ‘hadi bakalım,’ diyor. Hem de ikaz ediyor, bahşedilen o saygının kırılganlığını haber veriyor.

“Evet diyene de hayır diyene de…”, “ona oy verene de buna oy verene de,” kısacası “herkese” saygı duyduğuna dair resmî beyanlarda, bu devletlû âlicenaplık sedasında, bir tahammülün iç çekişini de işitebilirsiniz. Hadi bakalım, buna da saygı duyuyoruz…

***

Futbol muhitinin dili, saygı duyarken daha şeffaf, daha kiniktir. Rastgele birkaç demeç: “Trabzonspor’a saygı duyuyoruz ama bizim de puana ihtiyacımız var” (2006, Sakaryaspor teknik direktörü rahmetli Nejat Biyediç), “Başakşehir’e saygı duyuyoruz ama 3 puanı alacağız” (4 Kasım 2016, Galatasaraylı Podolski), “Rakibimizin gücünü biliyoruz ve Fenerbahçe’ye saygı duyuyoruz ama kimseden çekinmiyoruz” (2016, Giresunspor sözcüsü). Ve türün bütün örneklerini soyutlayan önerme - tabii ki Feyyaz’dan: “Herkese saygı duyuyoruz ama kimseden de korkmuyoruz” (2017, Bandırmaspor teknik direktörü Feyyaz Uçar). 

Bu lisanda saygı duymak, rakibin gücünü kabul etmektir. Onla baş edebilmenin ilk koşulu olan stratejik icap… Bir kadim savaş sanatı hikmeti olarak saygı.

***

“Saygı”nın bir başka stratejik kullanımı, bir egemenlik veya tahakküm hamlesi olarak saygıya zorlamak: “Saygı duymak zorundasınız”. Ara ara işitiyoruz bu emri. “Yargının kararına...” “Millî iradeye, milletin oylarıyla seçilen”e... “Milletin inançlarına”... saygı duymak zorundasınız! Bir tanınma talebi bu. Güçlü olanın tanınma talebi. Gücü tanıma cinsinden, otoriteyi kabullenme, boyun eğme cinsinden bir saygı istiyor. Saygıyı, öyle anlıyor, anlatıyor.

***

Necip Fazıl, saygıyla korkuyu bitişik düşünürdü. “İnsan ve insan toplulukları, bir saygı ve korku mihrakı etrafında halkalanmaya muhtaç” idiler ona göre. Saygı hakikatten doğar, korku da onun peşinden gelirdi. “Korku, saygıdan daha geniş… saygı, korkunun bir parçası” idi.[1] (Bu, Necip Fazıl’ın Sokrates tefsiri oluyor!)

***

Saygı kelimesinin lügat karşılığı: 1. Sayma, hesaba alma. 2. İtibar, değer verme. Çağatay Türkçesine uzanan araştırmalar, “sayġu”nun kökünü sayıya, saymaya götürüyor.[2] Anlamın devamında: düşünce, düşünme, kanı, tasa, kaygı, üzüntü var.

Batı dillerindeki karşılığı, respect. 17. yüzyılda Latince respectio’dan evrilmiş: geriye-bakma, yeniden-bakma, dikkate alma anlamında. 

***

Tolstoy Anna Karenina’da bir kahramanına, “sevginin yokluğunda açılan boşluğu doldurmak için uydurulmuş,” dedirtir saygı için.[3] Hıristiyanca sevginin cezbesini ve kudretini özleyerek; saygıyı, adeta o sevgiyi gömen modernliğin dekadansına ait bir değer sayarak…

Bu “Şark”ın veya geç-modernleşmenin bir huyu mu? Nilgün Toker, bir sohbette, “saydıklarımızı sevmiyoruz, sevdiklerimizi saymıyoruz,” diye yakınmıştı… Sevdiklerimize saygı göstermeye (ek zahmete, ‘protokole’) ‘gerek duymuyoruz’; saygı gösterdiklerimiz ise sevmediğimiz ama bir ilişkiye (genellikle güce dayalı bir ilişki) mecbur kaldıklarımız oluyor; saygı, o sevgisiz mecburiyet (güç) ilişkisinin bir işareti olarak yer ediyor böylece. 

Müslüm Gürses’in “Aşka saygı kalmadı” mısraını bu derde akraba çıkarabiliriz.

***

18./19. yüzyılda yaşamış Fransız ahlâkçı-denemeci Joseph Joubert (Diderot’nun sekreteri olarak biliniyor) demiş ki: “Bugünlerde saygı göstermek, saygıyı kazanmak kadar zor.” Bugünlerde, buralarda, ikisi de zor, ikisi de kıt.

***

Saygı kıtlığı, zamanımızın iki bilge düşünürünün, Theodore Zeldin ve Richard Sennett’in, adını koyarak dert ettikleri bir mesele.

Theodore Zeldin, İnsanlığın Mahrem Tarihi’nde,[4] “Dünyada her zaman saygı kıtlığı çekilmiş, çünkü saygı, her zaman çok cüz’i miktarda üretilmiştir,” der (141); din, “en önemsiz kişinin bile ruhanî değere sahip olduğunu” söyleyerek, saygı için en sık başvurulan çare olmuştur (145) ama asıl demokrasi, en büyük vaatlerinden birinin “herkesi saygıya kavuşturmak” olmasıyla çığır açar (144). Ne çare ki bugün, “dünyada hiç kimsenin önceden sezemediği bir saygı kıtlığı yaşanıyor”dur (37). Zeldin, dönüp dolaşıp bundan yakınır: “Dünyada ihtiyaç duyduğumuzdan çok daha az saygıyla idare ediyoruz” (26), “insanlığın büyük bölümü hak ettiği saygıyı görmediği duygusuyla yaşıyor” (139) – öyle ki, saygı kazanma isteği, iktidar isteğinin önüne geçmiş durumda, ona göre. 

Mübarek Richard Sennett, Saygı[5] adlı kitabının altbaşlığında, neden böyle olduğunun notunu düşer baştan: “Eşit olmayan bir dünyada…” Onun nazarında da insanın büyük bir açlığını, mahrumiyetini teşkil eden saygı kıtlığı, “çoğu açlıklar gibi, insan yapımı bir kıtlık”tır (17) ve temelinde eşitsizlik yatar. Saygı kaynakların kıt olduğu, “dış dünyanın onayının olmadığı” yerde, toplumsal onur çok kırılgandır, sürekli teyide ihtiyaç duyar, “saygı duyulmamaya” karşı elektrikli bir hassaslık gelişir (48). Bu vasat, özellikle aşağıdakileri, ezilenleri, bir “sıfır toplamlı saygı oyunu”na iter: kendinden şüpheye dönüşen eşitsizlik, ancak ötekilerin saygınlığına saldırarak hafifletilebiliyordur. “Şerefsiz” ilencinin bolluğunu düşünün – saygı kıtlığının simetriğidir o. “Saygının toplumsal kıtlığının kasvetli bir sonucu”dur bu Sennett’e göre (59-66). 

Sennett, -Tolstoy’a cevap yetiştirircesine-, eşitsiz ilişkide mânen ezici olabilecek merhametin duygusallığına karşı, saygının denkleştirici mesafesinin kıymetini bilmeye çağırır (34-36). Saygı duymanın yetmeyebileceğini hatırlatarak, saygı gösterme edimi ve bunun adâbı üzerine, “saygının hissedilmesini ve inandırıcılığını sağlayan kelimeler ve jestler bulmak” üzerine düşünmeye çağırır (211).

O, sosyalistçe bir saygının, bu temel dikkatlerden gayrı, kendini simetrik karşılıklılıkla sınırlamadan, armağan ilişkisi içinde gelişmesini ister. Geçerken, eski tüfek komünist amcasının, 1930’ların, ’40’ların örgütlü solundan duyduğu hayal kırıklığında, o örgütsel yapının “yoldaşlar arasında karşılıklı saygının önünde durduğunu keşfedişinin” rolünü zikretmesi, hazindir (253).

***

Riyakâr “saygı duyuyorum”lar kasvetli bir saygı kıtlığına, müstebit “saygı duyacaksınız” tazyikleri güç istencine dayalı bir saygı arzusuna işaret ediyor. Korkuya bitişik ezici bir saygı imtiyazı… 

Bunların yerine, eşitliği idman eden bir saygıyı koyabilir miyiz? Riyakâr kasılmadan da, el pençe divan tabasbustan da uzak, sakin bir saygı… Anlam kökündeki hesaba alma (sayma), dikkat gösterme, yeniden-bakma (re-spect) özeninin hakkını veren bir saygı…


[1] Necip Fazıl Kısakürek: Çerçeve – 3. Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 2010, s. 185-6 (yazının ilk yayımlanışı: 23 Temmuz 1952).

[2] Süleyman Demirel nasıl diyordu: “Oylar tartılmıyor, sayılıyor.” Sayı saymak ve sayıyı saymak - sayıya saygı, yani.

[3] Lev N. Toltsoy: Anna Karenina. Çev. Ergin Altay. İletişim Yayınları, İstanbul 2019, s. 927.

[4] Çev. Elif Özsayar. Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1998. Sayfa atıfları bu kitaptan.

[5] Çev. Ümmühan Bardak. Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2005. Sayfa atıfları bu kitaptan.