Oedipus Karmaşası (41): Lacan
Erdoğan Özmen

Bu yazı dizisi boyunca farklı Lacancı kavramlara da (Babanın-Adı, simgesel, fallus, annenin arzusu, büyük Öteki vb.) başvurmam gereken zamanlar oldu. Söz konusu kavramları birbirine eklemleyen farklı bir Oedipus teorisidir Lacan’ınki. İki bakımdan farklı bir teoridir bu: İlki, Lacan’ın “Freud’a Dönüş” olarak adlandırdığı kendi teorik girişiminin temel ekseni ile ilişkilidir. Psikanalitik teorinin biçimselleştirilmesi olarak tanımlayabileceğimiz eksenle. Kendini daha baştan Oedipus’un bir metafor olarak düşünülmesiyle açığa vuran bir jesttir bu. Temel bir bilimsellik ölçütü olarak ölçme teknikleri ya da deneyciliğin yerini biçimselleştirmenin almasıdır. Bu, Lacan’a göre psikanalizin kendini diğer felsefi ya da psikolojik düşünüş ve zihniyetlerden ayırmasının en etkili yolu olacaktır. Yine Oedipus’un Saussurecü dilbilimin kavramlarıyla yeniden yorumlanmasına, (Saussure’ün tam aksine) gösterenin (signifier, sound-image [ses-imge]) gösterilen (signified, concept [kavram]) karşısındaki önceliğinin esas alınarak başlanmasını da aynı biçimselleştirme jesti bağlamına yerleştirmeliyiz demek ki.

Lacan’ın Freud’dan sonraki psikanaliz teorisyenlerine, özellikle de ego-psikolojisine yönelik temel eleştirisi ve kendi özne teorisi de bu zeminde gelişir: Freud’un bilinçdışına, bilinçli ve düşünen özneye yabancı/meçhul bilgiye yaptığı onca vurguya rağmen söz konusu teorisyenler mütemadiyen bilinçli benlik (conscious self) fikrini, ve sentez yapma kudret ve becerisine, yani gerçekliği bütünleştirme, süperegonun sert ahlâki buyrukları ile id’in ele avuca gelmez dürtüleri arasında arabuluculuk yapma işlev ve yeteneğine sahip bir ego anlayışını öne çıkarmışlardır. Halbuki psikanalizin öznesi (Oedipus’tan beri) bilgisiz, “bildiğinden habersiz/bildiğini bilmeyen” öznedir. Niçin yaptığını bilmeden yapan öznedir. Nitekim Oedipus da yapmış olduğu şeyleri bilmeden, tam bir bilgisizlik/cehalet içinde yapmış değil midir?

Yani bir biçimdir söz konusu olan. Bir biçim olarak Oedipus karmaşası. Öznenin davranışına hükmeden ve bunu, -tam da bir biçim olarak işlediği için- aynı öznenin kavrayış/idrak/farkındalığının olmayışı, bilgisizliği sayesinde/zemininde gerçekleştiren bir biçim. Sonraki tüm ayrılık ve özdeşimleri, demek sevgi ve nefret, rekabet ve işbirliği ilişkilerini, belli başlı hayat dönemeçlerindeki (evlilik ve boşanma, ebeveyn olma, okula başlama, ergenlik, hastalık ve önemli kayıplar, mesleğe-işe başlama vb.) başarı başarısızlık, ilerleme gerileme, katetme geriye düşme, insiyatif alma ya da ketlenme/tökezlenmeleri, oldukça geniş bir yelpazede zuhur eden onca içeriği çerçeveleyen ve kontrol eden bir biçim olarak Oedipus karmaşası. Lacan’ın müdahalesini bu biçimin iyice vurgulanması, belirgin kılınması gibi düşünmeliyiz.

İnsanın bir özne olarak ortaya çıkışı tek seferde, birden gerçekleşmiyor. İkili, hatta paradoksal diyebileceğimiz bir zamansallık içinde, tedricen oluyor, oluşuyor, kendimizi var ediyoruz. Bir anlamda hem çoktan oradayız, ne isek oyuz, hem de henüz hiç olmadığımız şeyiz. İnsanın mucizesidir bu, önünde bir olanaklar ufkunun, olağanüstü bir boyutun açılması, eşsiz bir kapasiteyle, varlığının gücül (virtüel) kapasitesiyle buluşması. Demek şimdiki zamanın tek katlı düzlemine sığmamak, ötesine geçmek, bir yere yerleşmek fiilinin dışına taşmaktır bu. Belirli her bir ânın hem zaten olduğumuz şeyle, hem de olacak olduğumuz/henüz olmadığımız şeyle, o halde aynı anda her iki yönde de katedildiği zaman-dışı bir zaman. İçinde özdeşimlerin ve sevgi nesnesi/bağlanma olaylarının ve/ya ayrılıkların draması olarak Oedipus’un edimselleştiği bir zamansallık. O halde şunu da ekleyelim: Genellikle söylenegeldiği üzere psikanaliz, basitçe geçmiş yaşantıların şimdiyi, mevcut kişilik yapısını ve psikopatolojiyi belirlediğini söylemez.

İkincisi ise daha apaçık (görünürde hemen herkes fikir birliği içinde çünkü) olmasına rağmen sıklıkla ihmal edilen ya da gerektiği gibi ele alınmayan fantezi meselesi. Belki de daha doğrusu şudur: Bilinçdışının çekirdeğini oluşturduğu ölçüde fantezi konusuna nasıl, hangi teorik araçlarla yaklaşılacağı konusunda henüz acemi sayılırız, ya da fanteziye nüfuz etmenin güçlüğü nedeniyle daha kolay yollara sapıveriyoruz.

Psikanalizin adım adım inşa edileceği süreci başlatan, -Althusser’in kavramlarıyla söylersek- bilinçdışı kıtasını bilime açan devrimci jest/epistemolojik kopuş, Freud’un travma teorisini terk ederek fantezi teorisini oluşturmaya koyulmasıdır. Böylece artık psikanalitik teorinin merkezine, gerçek bir olayın hatırlamaya dayalı yeniden-inşası/üretilmesinden ziyade, libidinal arzunun imgesel yaratımı olarak kavranan fantezi yerleşecektir. Günümüzün hızdan ve görüntüden ibaret kültüründe, ve büyük anlatıların geri çekildiği ve zemin kaybettiği neoliberalizmin zamanında psikanalitik teorinin yer yer bu zahmetli ve dolambaçlı yolunu/yöntemini terk ederek hepimizi mağdur/kurban statüsüne indirgeyen (ve bir bakıma infantilize eden) travma söylemine/teorisine teslim oluşunda dile gelen de bir yönüyle insanlığın mevcut büyük gerilemesinin hikâyesi değil midir? Her şey başka her şeyle bir biçimde bağlantılı çünkü.

Lacancı Oedipus teorisinin fantezi kavramına itibarını iade ettiğini ileri süreceğim. Dahası travma olgusunu da fantezi oluşumuna/düzeyine tabi kıldığını, demek bambaşka bir travma kavramı geliştirdiğini. Daha uzun biçimde ele alınması gereken bir konu gerçi ama, Lacancı kliniğin yer yer, başka bazı kavramları ve uygulamaları nedeniyle söz konusu fantezi anlayışını ıskalayan, o teorik içgörüsünün hakkını veremeyen bir pratiğe savrulabildiğini de eklemiş olayım. Klinik pratiğinde karşısına çıkan sorunlar, güçlükler ve olaylardan yola çıkarak başlangıçta başka disiplinlerden ödünç aldığı kavramların yerine adım adım kendi özgün kavramlarını yaratan Freud’un serüveninin tam aksi bir durumdur buradaki: Teorik zenginliği, içgörüsü ve icatları karşısında bocalayan/büyülenen ve buna karşılık gelen bir pratiği yaratmak konusunda yeterince başarılı olamamaktır bu.