Corbyn vs. Davutoğlu
Polat S. Alpman
İngiltere’de İşçi Partisi’nin seçimleri kaybetmesi, sağ iktidarların nobranlığından yorulan ve bir umutla sola bakanlar için hayal kırıklığına neden oldu. Belli ki gençlerin ilgisi ve sosyal medyadaki tıklanma ve izlenme sayısı, büyük bir zafer beklentisine neden olmuş. Zafer beklerken eldeki sandalyelerin de bir kısmını kaybetmek seçimde başarısız olduklarını gösterir. Ancak seçimlerde başarısız olmak siyasal alanda da başarısız olunduğu anlamına gelmez.

İşçi Partisi ve Jeremy Corbyn siyasal alanı yeniden düzenlenmeyi başaramadı, sol programın iktidar olmasını, en azından solun azınlık hükümeti kurmasını sağlayamadı ama en azından sol siyaseti ‘sol’ yapan talepleri ısrarla dile getirdi. Böylece uzun süredir neoliberalizm ile flört etmekte olan sol siyasetlerin, pek de bir şey söylemeyen, ezberlerini bozmayı başardı. Buna İngiltere seçimlerinin Avrupa ve Türkiye’deki farklı kesimler tarafından takip edilmesini sağlaması da eklenebilir. Yükselen milliyetçilik karşısında medeni kalabilmenin yollarını arayanların ilgiyle takip ettiği bu seçimin yenilgi ile sonuçlanması, herkesi kendi ülkelerinin gündemine geri dönmeye zorlarken küreselleşen umutsuzluğun da derinleşmesine neden oldu.

* * *

Corbyn’in bir süre lanetlenmesi ve sol programı bu kadar keskin ve açık biçimde savunması İngiltere solu içerisinde eleştiri konusu edilir mi, bilemiyorum. Ancak Türkiye’de kendisinin fazla solculuk yaptığı için seçimleri kaybettiğine ilişkin epey bir tezvirat dolaşıyor. İngiltere kamuoyu, İngiltere solunun seçim yenilgisinin nedenleri üzerine kendi hesaplaşmalarını yaparken Türkiye’de de sağ kendi içinde bölünerek çoğalmaya devam ediyor. Türkiye’deki siyasal alanın neredeyse tümüyle sağcılaştı ve sağ partiler, siyasal alanı büyük ölçüde işgal ettiği bir aşamaya gelindi.

Davutoğlu’nun Gelecek Partisi (GP), şimdilik gözden düşmüş AKP’lilerin partisi gibi görünse de ana akım İslamcılık içerisinde bir cazibe merkezine dönüşmeyi hedefliyor. AKP’de barınamayan ve hâlâ İslamcılık siyaseti içerisinde yer alan, kendisi için Saadet Partisi’nde bir ikbal göremeyenler için Gelecek Partisi bir sağ alternatif olarak siyasal alana yerleşmek istiyor. Bol hamaset, tumturaklı retorik ve her zamanki devletçilik dışında kalabalık faydasını gözeten bir siyasetin hedeflenmediğini söylemek zor değil.

Türkiye’deki sağın bölünmesinde ideolojik farklılıklardan daha çok çıkar çatışmalarının rol oynadığı biliniyor. Davutoğlu’nun partisinin kurulma hikayesine bakıldığında AKP içerisindeki farklı çıkar grupları arasındaki mücadelede Davutoğlu’nun kaybettiğini ve parti girişimlerinin bundan sonra başladığı biliniyor. Davutoğlu’nun ya da GP’nin kurucularının AKP’ye ve onun uygulamalarına yönelik esaslı eleştirilerle ortaya çıkmamış olması da bu durumun bir sonucudur. Bu nedenle siyasal alanda işgal ettiği yerin kötü bir AKP replikası olmaktan öteye geçmesi pek muhtemel görünmüyor. Türkiye’deki birçok parti gibi etno-dinsel siyaset yaparak seçmenlerin oyunu alsa da bu oyu almasını sağlayan kötücüllüğü yeniden üretmek dışında bir işlevi olmayacağı öne sürülebilir.

* * *

Milliyetçilik, dünyadaki birçok ülkede siyasetin başlıca kurucu unsuru olarak arz-ı endam ederken yerli-milli söylevlerle tepelenen siyasal alandan yüz çevirmeyen çoğunluğun, kendi faydalarını burada aramasının nedenlerinden biri solun siyasal başarısızlığıdır. Ancak bu başarısızlığı biraz temkinli bir dille ifade etmek gerekir. Birçok ülkede görüldüğü üzere gittikçe sertleşen ve saldırgan hale gelen siyasal alanın içerisinde yer alıp sol talepleri dile getirmenin naif görünmesine neden olan barbarlığın egemenliği, seçmenler üzerinde etkili olabiliyor. Bu nedenle sol siyasetler için kesif bir karamsarlığa değil, sol siyaseti siyasal alan ve ilişkiler içerisinde görünür hale getirecek pratiklere ihtiyaç var.

Davutoğlu’nun başarısı ya da başarısızlığı siyasal bir alternatifin ve kelimenin gerçek anlamıyla vahşi düzenin işleyişine yönelik gerçekçi bir itiraz olarak değil, dar grup çıkarlarının farklı yollarla dayatılmasını içeriyor. Türkiye’de sağın birbirinden farklı gibi görünen yüzlerine bir yenisinin daha eklenmiş olmasının kendi başına anlamı olmasa da, mevcut rejimin iç dengeleri bakımından bir anlamı olduğu muhakkak, en azından şimdilik.

Seçmenlere korkuyu dayatan milliyetçiliklere karşı gerçekçi dayanışmanın yollarını arayan bir siyaset, parmak şaklatarak gerçekleşmez. Corbyn’in mağlubiyeti bir seçim başarısızlığı olsa da siyasal alanda mücadele etmenin yollarını açması, en azından sol alternatifin bir siyasal talep olarak gündeme getirilmiş olması bakımından önemlidir. Siyasal alanda kendini dayatabilmenin tek yolunun seçim başarısı olmadığını, tersinden de olsa, MHP örneğinden biliyoruz. Avrupa solu bir süredir siyasal alana egemen olan neoliberal milliyetçi saldırganlığa çeşitli deneylerle karşı durmaya ve onu geriletmeye çalışırken başarısız olsa da, bu hamlelerin siyasal alanda çeşitli başarılar elde ettiğini, ciddi bir alternatif olarak alanda yer almaya devam ettiğini öne sürebiliriz.