Yaygın düşünce kalıplarından biri de Z kuşağının umursamaz, tembel, bilgisayar başında oturan, cep telefonuna yapışık yaşayan ve bu yüzden giderek asosyalleşen bireylerden oluştuğuydu. Görünüşte böyle olsa da bu algıya sahip olanlara, aslında Z kuşağının kendilerinden önceki kuşaklardan farklı olarak internetle doğup büyüdüklerini ve bu araçla büyüklerden daha farklı bir ilişkiye sahip olduklarını, sosyal ilişkilerini bu sanal ağlar üzerinden sürdürdüklerini gözden kaçırmamaları gerektiğini hatırlatmak lazım. Etrafı teknolojik aygıtlarla çevrili bir dünyaya doğan bu gençlerin, teknolojiyle ilişkisi önceki kuşakların zorunluluklardan doğan kısıtlı ilişkisine benzemiyor, doğal olarak.
Newroz’un getirdiği iyimserlik, Rojava’da büyük çatışmalardan sonra edinilen kazanımlarla birlikte ulusal bilincin daha da gelişmesi, Irak ve Iran, Rojava ve Avrupa’daki Kürtler arasında dışa vurulan bu yeni coşkunun ve gelecek umudunun Türkiye’deki Müzakere Süreci ile pekişmesi ve barışçıl bir Newroz geçirme arzusu da Kürtlerin bu süreçteki davranışlarını belirleyen önemli faktörler arasında yer almıştır. Bu etkenlerin hepsi, Kürtleri protestoları üçüncü bir taraf olarak ‘temkinli bir sempati’ ile izlemeye sevk etmiş gibi görünüyor.
Ekonomik boykotlar, demokratik kanalların daraldığı ortamlarda, yurttaşlar için güçlü bir sivil direnç aracıdır. Bugün, iktidar-sermaye ilişkilerinin olağanüstü görünür hale geldiği, bazı şirketlerin doğrudan iktidarın uzantısı gibi davrandığı, demokratik hakların sistematik biçimde kısıtlandığı bir ortamda, tüketicilerin ekonomik tercihleri politik bir anlam kazanmaktadır. Ekonomik boykotlar, işbirliği yapmayı reddetmenin, rızayı geri çekmenin, sessiz ama güçlü bir protestonun ifadesidir. Sandıkta oy vermek önemlidir, ancak demokrasi sadece dört yılda bir sandığa gitmek değildir.
Emeklilik bir serap haline geliyor. Şunu söyleyen bir ruh hali ile: Emekli olduğumda, bu sosyalizmdir, benim sosyalizmim; emeklilik kendi kaderini tayin etme özgürlüğü demektir. Sonunda istediğim gibi yaşayabileceğim. Ve Macron’un, benim bu hayalimi, “özgürlüğümün” iki yılını benden çaldığı hissediliyor.
Kazak halk isyanı adaletten yana önemli ve kalıcı sonuçlar doğurdu. Birincisi Nursultan Nazarbayev’in ülkenin modern kurucu babası elbaşı unvanı ile ortalıkta dolaşmasını ve tarihe böyle geçmesini engelledi. Onu kuşaklar saygın bir lider olarak değil, mala mülke tapan aç gözlü yaşlı bir adam olarak hatırlayacak. Nitekim Tokayev geri adım attı ve başkentin adı Nur-Sultan yerine tekrar Astana olarak değişti.
Ulusal Grev’de kullanılan sloganlar ve yapılan eylemler de halk reaksiyonunun sadece vergi reformuyla ilgili olmadığının güçlü bir kanıtı. Gösteriler esnasında Kolombiya’nın büyük şehirlerinden biri olan Cali’deki İspanyol işgalci heykelinin devrilmesi, yapılan çağrılarda kullanılan “Ulus için grev” tanımı, “Biz iyiler, sizden sayıca fazlayız” sloganı ve halkın büyük marketleri yağmalayarak ne kadar çalışsalar da kendi bütçelerinin almaya yetmediği ürünleri kaparak kaçması aslında otoriter bir yönetime karşı gösterilen büyük bir ortak tepkidir.
Bize göre parçalı, noktasal, ve kısa süreli -dolayısıyla kapsadıkları bakımından eşit olmayan- sokağa çıkma yasaklarının esas yol açtığı hak ihlalleri yasağa maruz kalanlar değil, yasağın kapsamının dışında kalan ve hayatını idame ettirmek için sokakta çalışmak zorunda kalanlar oldu. Yıllardır hakları OHALvari pratiklerle askıya alan iktidar, pandemi sırasında kapsamlı bir sokağa çıkma yasağı ilan etmeyip, kapsamlı bir sosyal dayanışma fonunu devreye sokmaktan imtina ederek işe gitmek zorunda kalanları hastalanma riskiyle başbaşa bıraktı.