Bir Yeri Kaybetmek Üzerine Notlar: Yusufeli’nin “Değeri”

İçinde bulunduğumuz pandemi sürecinin gündeme getirdiği tartışmalardan biri de kentleşmenin kendisinin sorgulanması oldu. Kentleşme giderek daha fazla mekânı ve canlıyı etkisi altına alırken, kentleri mümkün kılan altyapı ihtiyaçlarının aslında doğanın yok edilmesine denk düştüğünü daha fazla idrak eder hale geldik. Büyüyen kentlerin gıda, su ve enerji ihtiyaçlarını karşılamak üzere başka yerler yok olmak zorunda kalıyor ve pandemi süreci kentlerin aslında ne kadar kırılgan sistemler üzerine kurulu olduğunu gözler önüne seriyor. Yaşadığın yerde ayağını toprağa basabilmenin önemini pandemi sürecinde evine kapanmak zorunda olan ya da pandemi ile birlikte ekonomik zorluklar içine giren insanlar hiç bu kadar iyi anlamamıştı belki de. Bu yazıda kentleşmenin ve büyümenin gereklilikleri nedeniyle yok edilen bir yerleşim yerinden bahsedeceğim: Yusufeli’nden.

Türkiye’de HES Karşıtı hareketleri incelemek üzere yola çıktığım doktora tezimin[1] alan çalışmasının uğrak yerlerinden biri de Yusufeli’ydi. İlçeye 2013-2014 yılları arasındaki ziyaretlerim sırasında yaptığım görüşmelerin ana konularından biri tabii ki Yusufeli Barajı’ydı. Türkiye’nin en büyük, dünyanın ise üçüncü büyük barajı olarak gösterilen bu baraj 2019 verilerine göre 7.383 kişinin yaşadığı Yusufeli ilçe merkezini sular altında bırakacak. İlçeyi ziyaretim sırasında baraj inşaatı Yusufeli ilçesinin girişine kadar gelmişti. O dönemde inşaatın önündeki engeller patlayıcılarla ortadan kaldırılıyordu. Patlayıcıların yolculuk edenlere zarar vermemesi için de belli aralıklarla ilçeye giriş çıkışlar kapatılıyordu. Yani bu dönem yaşadığımız seyahat yasaklarını Yusufelililer birkaç yıl öncesinde baraj inşaatları nedeni ile deneyimliyorlardı. Onlar bir kapatılıp bir açılan ilçelerinde bir yandan geleceğini bildikleri bir yandan da gelmemesini umdukları bugünün yarattığı araf durumunda sabahı karşıladılar yıllardır. Bazılarının ise geceleri kâbusu oldu bu durum.

Yusufeli Barajı Çoruh Havzası Kalkınma Projesi’nin bir parçası. Çoruh Havzası Kalkınma Projesi kapsamında 10 adeti ana kol üzerinde olmak üzere toplam 27 adet baraj projesi planlandı. Bu barajlardan Deriner, Muratlı, Borçka, Yusufeli ve Artvin barajları Artvin ili sınırları içerisinde. Doğu Karadeniz’in en hızlı ve en uzun nehri olan Çoruh nehri üzerinde yapılan bu projenin tarihi 1962’ye dayanır. Projenin master planı 1982’de hazırlandı. Fizibilite raporu ise 1986’da çıktı.[2] Finansal sorunlar nedeni ile Yusufeli Barajı bugüne kadar sarktı. Yani ilçe sakinleri yaklaşık kırk yıldır baraj gündemi ile yaşıyor. 1998’de bu büyük projeye ev sahipliği yapacak olan Artvin’deki 222. Devlet Su işleri Şubesi, Devlet Su işleri Çoruh Projeleri 26. Bölge Müdürlüğü’ne dönüştürüldü. İşte “barajlar kenti” Artvin’in temelleri böyle atıldı.

(Kaynak: Sezai Sucu ve Talha Dinç, Çoruh Havzası Projeleri Sunumu, TMMOB 2. Su Politikaları Kongresi, http://www.imo.org.tr/resimler/ekutuphane/pdf/10912.pdf)

Yusufeli Barajı Çoruh Kalkınma Projesi’nin en tartışmalı barajıdır çünkü Yusufeli gibi büyük bir ilçe merkezinin sular altında kalmasına neden olacak. Çoruh Kalkınma Projeleri arasında en büyük toprak kaybına neden olacak olan barajla birlikte 3.219 hektar alan sular altında kalacak ve bunun %62’si orman alanıdır.[3] Yusufeli Barajı inşaatı Devlet Su İşleri tarafından 2012’de AKP döneminde yükselişe geçen üç şirkete, Limak-Cengiz-Kolin Ortak Girişimi’ne verildi. Bu üçlü elektrik dağıtımının özelleştirilmesi ile birlikte dört dağıtım bölgesinin ihalesini, Ankara-Sivas Hızlı Tren projesinin üç bölümünden ikisini ve 3. Havalimanı ihalesini almaları ile özellikle gündeme gelmişlerdi. Ayrı ayrı ele aldığımızda, Limak şirketi Mesut Yılmaz döneminde tartışmalı Karadeniz sahil yolu projelerinden aldığı ihalelerle tanınır. Limak şirketi 2004’te TEKEL’in Alkollü İçkiler bölümünün özelleştirmesi ihalesini de alan şirkettir. Sabiha Gökçen Havalimanı’nın işletmesi de 2008’de bu şirkete devredildi. Şirketin başkanı Nihat Özdemir yaptığı enerji yatırımları nedeni ile 2012’de dönemin Enerji Bakanı Taner Yıldız’dan Enerji Oscar Ödülü’nü aldı. Kolin Holding ise Yırca’da termik santral için 6.000 zeytin ağacını kesen şirkettir. Cengiz İnşaat’ı ise Cerattepe madeni ihalesinden tanıyoruz. Çiğdem Toker bu şirketin AKP döneminde faydalandığı ayrıcalıkları açıklamak için şirketokrasi terimini kullanır.[4] Toker bu kavramla hükümetlerin kamu ihaleleri yöntemi ile şirketleri ödüllendirip cezalandırmalarına gönderme yapar.

Çoruh Projeleri’nin kendi dönemlerinde sonlandırılması AKP hükümetine de önemli bir propaganda malzemesi sundu. Birçok hükümetin elinde kalan bu büyük projeler onların döneminde özel sektör işbirliği ile bitirilmeye başlandı. Çoruh’un “mavi gerdanlıkları” Artvin’in ilçelerini birer birer sular altında bırakırken, barajların büyüklükleri AKP’nin büyük hedeflerinin ve büyük adımlarının somutlanışı olarak gösteriliyordu. “Büyük eserler” olarak sunulan bu barajların ilde ve etkilenen ilçelerde yaşattığı travma bu bağlamda pek konuşulamadı. Devlet herkese toprağının karşılığını vereceğini söyledi. Hakikaten toprağın karşılığı nedir? İstimlak bedeli gerçekten atadan dededen yadigâr, konunun komşunun olduğu, baktığın büyüttüğün çiçeğin ağacın yeşerdiği toprağın değerini karşılar mı? Toprağın arsaya dönüşerek metalaştığı içinden geçtiğimiz bu dönemde “yaşam alanları” diye ısrar edenler tam da bu dönüşümü sorgulamamızı istiyorlar aslında. Arsalar alıyoruz, arsalar satıyoruz, arsalardan kâr elde ediyoruz, arsalardan zarar ediyoruz. Peki bu arsalara, arsa değil de “yaşam alanı” diye bakarsak ne olur? Mekânsal müdahaleler bu kadar hızlı ve bu kadar kolay yapılabilir mi? Söz konusu toprağın yaşattığı insanı, hayvanı, börtü böceği ve bunların arasındaki ilişkileri hesaba kattığımızda bu tür kapsamlı mekânsal müdahaleleri nasıl yeniden düşünebiliriz?

Yusufeli, Çoruh Nehri kıyısına kurulmuş bir ilçe. İlçede yeşil alan Çoruh’un taşıdığı alüvyonlar sayesinde oluşuyor ve Çoruh boyunca uzanıyor. Yusufelililer meyvelerini sebzelerini dere kenarından evlerinin önüne taşıdıkları topraklarla kurdukları bahçelerinde yetiştiriyorlar. Bu küçücük bahçeler o alüvyonların zenginliği sayesinde oldukça verimlidir. Karasal iklim olmasını bekleyeceğiniz bu ilçede Akdeniz ürünleri yetişiyor. Yusufeli ile ilgili çıkan haberlerde ilçe merkezinin daha önce de altı kez taşındığı sık sık vurgulanıyor ve halkın yeni yerleşim yeri ile ilgili heyecanı paylaşılıyor. Sanki altı kez taşınmış, bir kere daha taşınsa ne olacak deniyor. Sular altında kalacak olan ilçe merkezi altmış dokuz yıldır insanların doğduğu, yaşadığı ve öldüğü bir yer. Yeni yerleşim ise yukarıda bahsettiğim alüvyonlardan uzak oldukça yüksekte olan Yansıtıcılar Mevkii’nde. Yeni ilçe, hani derler ya “sıfır kilometre”, Yusufelililerin elleriyle kurdukları bahçeleri, bakıp büyüttükleri ağaçları, her gün suladıkları çiçekleri, o çok sevdikleri bahçe içindeki balkonları bu yerleşim yerinde olmayacak.

Yusufelililer aslında toprağın yaşamı yeniden üretimi ile ilişkisini vurgulamaya çalıştılar. İlçelerinin ve köylerinin yıkımdan kurtulması için mücadele verdiler. Protestolar düzenlediler. Dava açtılar. Hükümetlere farklı projelendirmeler önerdiler. Aslında baraj yapımı 2004-2008 yılları arasında İsveçli ve Fransız sponsorların geri çekilmesiyle durdu da. Fakat devlet yetkilileri projeden vazgeçmedi.  Uzun süre Yusufeli Barajı üzerine etnografik çalışmalar yürüten Erdem Evren 2008 sonrası dönemde AKP’nin ilerleme vaadinin ve belirsizlikleri giderip ekonomik fırsatlar yaratma pratiklerinin ilçede de duruma dair bir kabullenme yarattığını söyler.[5] Yine de benim yaptığım ziyaretlerde görüştüğüm Yusufelililer Borçka’dan geçerken Muratlı Barajı’nın sular altında bıraktığı caminin minaresini görmeye nasıl dayanamadıklarını anlatıyorlardı. Oradan her geçtiklerinde nasıl gözyaşlarını tutamadıklarını, ilçelerinin kaderlerini orada görmenin nasıl canlarını acıttıklarını ifade ediyorlardı. Son yerel seçimlerde Yusufeli’nin siyasi geleneğine aykırı bir şekilde seçimleri AKP, CHP’den kıl payıyla, seçim sonuçlarına itiraz ederek aldı. Bu durumun ilçe merkezinin sular altında kalmasıyla ilgili olmadığını düşünmek biraz zor.

Türkiye’de küçük ölçekli HES’lerin büyük barajlara alternatif, yenilenebilir enerji olarak sunulduğu ve oldukça tepkiyle karşılandığı bir dönemde Yusufeli Barajı diğer büyük barajlar gibi ilçe sakinleri dışında pek bir kimsenin dikkatini cezbetmedi. Bu durumun büyük barajların “kamu yararına” olduğu önkabulünden kaynaklandığı söylenebilir. Nihayetinde, büyük barajlar özellikle 1960’lardan bu yana devletin vatandaş gözünde teknik yeterliliğini kanıtlandığı ve gücünü ispatladığı önemli bir sembolik referans noktası oldu hep. Evimize elektrik getiren barajların yanında piknik yapmak ve onların önünde fotoğraf çekmek, barajın büyüklüğünden ve büyüklüğünün Avrupa ve dünya sıralamasındaki yerinden konuşmak milli kimliğimizi kuran, beni bizin bir parçası yapan önemli ritüellerden oldu. Doğaya hakim olabilen, ona şekil verebilen bir devletin, bir milletin parçası olmaktan gurur duyduk. Bu bize özgü değil tabii ki. Dünyanın her yerinde bu inanılmaz büyük yapılar ürettikleri enerji kadar etraflarında kurulan sembolizm için de önemli oldular. İçinden geçtiğimiz pandemi döneminde kalkınmacılığı ve doğa ile kurduğumuz ilişkiyi sorgulayan ”yaşam alanı” kavramı alternatif yaşamları düşünürken kilit bir noktada duruyor.

Şimdi belki de bu ulusal gurur kaynaklarının başka bir yönünü hatırlamanın tam da zamanı: Birçok mühendisin “omlet yapacaksan yumurta kıracaksın” diye baktığı yerler suların altında kalırken aslında kaybettiğimiz nasıl bir değer ve buna değer mi?


Destekleri için Cemil Aksu’ya ve Zeynep Gambetti’ye çok teşekkür ederim.

[1] Özlem Aslan, "Resistances against Hydropower Projects as Place-based Struggles: The Case of Artvin, Turkey", Mart 2019, http://hdl.handle.net/1807/96926

[2] Selin Bahçalı, Arda Bay ve Selver Özözen Kahraman, “HES’lerin Nüfus ve Yerleşme Hareketlerine Etkileri: Yusufeli Barajı Örneği,” Ege Coğrafya Dergisi 26 (2) 2017: 107-125.

[3] Saim Yıldırımer, Mehmet Özalp, and Esin Erdoğan Yüksel, “Büyük Baraj Projeleri ve Bağlantılı Yol İnşaatları Sonucunda Çoruh Nehri Havzasinda olusan Arazi Kayıplarının Tahribatlarının Belirlenmesi,” Artvin Coruh UniversityJournal of Forestry Faculty 16, no. 1 (2015), http://ofd.artvin.edu.tr/download/article-file/25882.

[4] Çiğdem Toker, “Cerattepe’deki Şirketokrasi”, Cumhuriyet, 13 Temmuz 2015, https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/cigdem-toker/cerattepedeki-sirketokrasi-320564

[5] Erdem Evren, “The Rise and Decline of an Anti-Dam Campaign: Yusufeli Dam Project and the Temporal Politics of Development”, Water History 6, 2014, s. 405-419.