Mavi ve Pembenin Haricinde Eğitim

Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar.[1]

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, tüm insanların her bakımdan eşit doğduğunu, akıl ve vicdana sahip olduklarını, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmaları gerektiği vurgusuyla başlar. 20. yüzyıl savaş ve devrimlerin, şimdilerde bu iki olgunun ortak paydası olan şiddetin yüzyılı olmuştur.[2] İkinci Dünya Savaşı’nın yaşandığı bu yüzyılda büyük kayıplar yaşayan insanlığı korumak için birçok devlet masaya oturmuş ve Evrensel Beyanname bu şekilde ortaya çıkmıştır. Çünkü insanlar eşittir ve eşit yaşama hakkına sahiptir. İnsanlık krizinin yaşandığı bu dönemlerde eşcinsel bireyler de haklarını arama yoluna girmişlerdir. Uluslararası arenada LGBTİ (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Travesti, Transseksüel, İnterseks) bireyleri birebir koruyan bir sözleşme olmasa bile, çeşitli sözleşmelere ve beyannamelere ek protokoller ve kanunlar oluşturulup, bireyler yasal yollar ile koruma altına alınmıştır.[3] LGBTİ bireyler, her ne kadar yazılı kurallarla korunsalar bile, toplumsal yaşamda birçok ayrımcılıkla karşı karşıya kalabiliyorlar. Bu alanlardan biri ise eğitim ortamıdır. İnsan yaşamında, çocukluk ve genç yetişkinlik dönemine denk gelen eğitim ve okul hayatında LGBTİ bireylerin yaşadığı ayrımcılıklar, bu kişilerin okullarını bırakmalarına bile sebep olabiliyor.

Dünya’daki yasaları, düzenlemeleri ve eğitim sistemlerini bir kenara bırakıp, Türkiye’deki eğitim sisteminin detaylarını düşünecek olursak, neredeyse eğitimin her bir aşamasının biyolojik cinsel kimlikler üzerine inşa edildiğini görebiliriz. Okulların, yurtların fiziksel ortamlarından, eğitim sisteminin içeriklerine kadar hemen her şey “pembe ve mavi kimlikler” üzerinden yapılandırılmıştır. Şimdi sizlerden okul yaşamlarınızı düşünmenizi ve “gökkuşağı kimlikler” üzerine bir anınız olup olmadığını hatırlamanızı rica edeceğim. Birçok kişi ya bu konu üzerine hiç düşünmemiştir, ya çocukluk yıllarında “gökkuşağı kimlikleri” “ayıp” karşılamıştır, ya da kötü anıları vardır. İşte tam bu düşüncelerden yola çıkarak, bu çalışmayı hazırlarken “LGBTİ bireylerin eğitime erişim hakları var mıdır? Eğitime erişim hakları ile ilgili yaşadıkları sorunlar nelerdir? Okul yaşamlarında ne gibi durumlarla karşılaşmışlardır? Okul yaşamlarında karşılaştıkları problemlerle yüzleşirken nasıl yol almışlardır?” sorularını sordum. Yarı yapılandırılmış mülakat tekniğini kullanarak görüşmecilerimle yüz yüze görüşmeler yapıp LGBTİ olmak ve eğitime erişim hakkı üzerine uzun soluklu sohbetler ettik, sizlerle yaptığım görüşmelerin bir kısmını, etik kurallar gereği, takma isim kullanarak paylaşmadan önce, LGBTİ Bireylerin Eğitim Hakkı’na ilişkin kısaca açıklamalarda bulunacağım.

Türkiye’de LGBTİ Bireylerin Eğitim Hakkı

Uluslararası ve bölgesel hukuksal düzenlemeler ayrımcılığı yasaklayan bir nitelik taşır. Tüm eğitim sözleşmelerinde ve yasalarında herkesin eşit eğitim hakkına sahip olduğu vurgulanmıştır. Cinsel yönelim ile ilgili birçok sözleşmede açık ibare olmasa da ayrımcılığın cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimi de kapsadığı açıkça belirtilmiştir. Bu bağlamda tüm bireyler eğitim alanında eşit haklara sahiptir.

Türkiye’de LGBTİ bireylerin eğitime erişim hakkını engelleyen herhangi bir yasal düzenleme bulunmuyor. Eğitim hakkı, Anayasa’nın 42. maddesinde ve Milli Eğitim Temel Kanunu’nda yer almaktadır. Anayasa’nın 42. maddesi, kimsenin eğitim ve öğrenim alma hakkından yoksun bırakılamayacağını belirtir.[4] Ayrıca Milli Eğitim Temel Kanunu’nun Türk milli eğitiminin temel ilkeleri başlığıyla ifade edilen bölümünde yer alan genellik ve eşitlik başlıklı 4. maddesi, eğitim hakkı başlıklı 7. maddesi, eğitim hakkını ve eğitimde ayrımcılığa dair düzenlemeleri içerir.[5] Bütün bu yazılı hukuksal sistemlerde eşitlik, ayrımcılık yasağı belirtilmesine rağmen eğitime ilişkin mevzuatların hemen hemen tamamında sürekli ahlâk, terbiye, iffet, vakar ve benzeri ifadelerin oldukça sık yer aldığını gördüm. Bu ifadeler özellikle disiplin yönetmeliklerinde yer alıyor. Bu kavramların, yani terbiyenin, iffetin, tanımlarının ve sınırlarının belirsiz olması özellikle LGBTİ bireyleri zor duruma düşürüyor. Kavramların açıkça belirtilmemesi, eğitim kurumlarının işlemlerinde veya yargısal süreçlerde LGBTİ bireylerin “ahlâksız” olarak etiketlenmesi ve okuldan uzaklaştırma vs. şekillerde cezalandırılması riskini doğuruyor. Bu yüzden disiplin yönetmelikleri LGBTİ bireylerin eğitim haklarında kısıtlandırmalara sebep olabiliyor. Milli Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Kurumları Ödül ve Disiplin Yönetmeliği’nin öğrencilerin uyacakları kurallar ve beklenen davranışlar başlıklı 5. maddesinde yer alan “ahlak bakımından dengeli”, aynı yönetmeliğin disiplin cezasını gerektiren davranışlar başlıklı 12. maddesindeki “ahlak kuralları ile bağdaşmayan davranışlarda bulunmak ya da başkalarını bu gibi davranışlara kışkırtmak” ve Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği’nin 6. maddesindeki “öğrencilik sıfatının gerektirdiği vakara yakışmayan tutum ve davranışta bulunmak” ifadeleri yukarıda açıklanan nedenlerle LGBTİ bireyler açısından risk doğuruyor.[6]

Yükseköğretim öğrencilerinin yurtla ilişiğinin kesilmesine dair düzenlemeleri içeren üniversite yurt yönetmeliklerinde de “ahlak kuralları”, “iffet”, “ahlak bakımından dengeli” gibi ifadelerin pek çoğu yer alıyor. Türkiye’de özellikle devlet üniversitelerine ait öğrenci yurtlarının bazılarının yönetmeliklerinde genel ahlâka aykırı davranışlarda bulunmak, terbiyesizlik yapmak, genel adaba ve genel toplumsal kurallara aykırı davranışta bulunmak, genel ahlâk kurallarına uymayan ve toplumu tahrik eden davranış ve eylemlerde bulunmak, yükseköğrenim öğrenciliği sıfat ve onurunu sarsacak nitelikte davranışlarda bulunmak gibi ifadeler sıralanıyor. Ayrıca yönetmeliklerin bir bölümünde bu tarz hareketlerin sadece öğrenci yurdunun içerisinde değil, öğrencinin yurdun dışında gerçekleştirmesi de, yani sosyal ortamında gerçekleştirmesi de yurttan kesin çıkarılma nedeni olarak kabul edilmiştir.[7] Burada yer alan iffet, genel ahlâk gibi kavramlar LGBTİ öğrencilerin/bireylerin ayrımcılık yaşamalarını tetikleyen kavramlardır. Çünkü Türkiye toplumu kültürel değerler açısından düşünüldüğünde ataerkildir, dindardır. Ataerkil ve dindar bir yapının içinde normlara uymayan herkes ayrımcılığa maruz kalmaya mahkûmdur.[8]

Görüşme Notları

Sizlere görüşme yaptığım kişilerin özelliklerinden bahsetmek isterim. Ama ilk önce yaptığım bu çalışmanın literatürdeki karşılığının kalitatif araştırma olduğunu belirtmeliyim.[9] 16-24 yaş arası toplam 20 kişi ile görüşmeler yaptım ve her biri açıkçası benim hayatımda önemli izler bıraktılar. Çoğu zaman bilimsel araştırmayı bir kenara bırakıp ve ses kayıt cihazını kapatıp uzun sohbetler ettik. Belki bilirsiniz, bu tip çalışmalarda görüştüğünüz kişi ile yaptığınız görüşmenin detaylarını kaydetmeniz gerekmektedir ama konumuzun hassasiyeti ve insanların yaşam tecrübelerinin olumsuzluğu nedeniyle bazen her şeyi kapatıp sadece dertleştik.

Görüşme notlarının detaylarına gelecek olursam, görüşmecilerimin tamamı Türkiye’de LGBTİ olmanın zorluğundan görüşmeler boyunca tekrar tekrar bahsettiler. Türkiye’de gerek toplumsal gerekse de dinsel kuralların kendilerini olumsuz yönde çok etkilediğini, özellikle de medyanın yalan yanlış haberlerde dolu olmasının kendi hayatları açısından tehditler taşıdığını dile getirdiler.

Bu çalışmayı yaptığım zaman, tarihler 2017 yılını gösteriyordu bu yüzden kişilerin o zamanki yaşlarını ve tecrübelerini paylaşacağım. İlk olarak, 19 yaşındaki görüşmecim Mert ile sizleri tanıştırmak isterim. Mert Mersin’de yaşıyordu ve Diyarbakırlı bir ailenin çocuğuydu. 2017 yılında, 19 yaşında olmasına rağmen hâlâ lise öğrencisiydi, bunun sebebi de sürekli okula ara vermek zorunda kalmasıydı. Tabii okula ara vermek zorunda kalınca hem ortaokulda hem de lisede devamsızlıktan sınıfta kalmıştı. Mert bir gün cesaretini toplayıp ailesine açılmıştı ve babası tarafından maalesef hem psikolojik hem de fiziksel şiddet görmüştü, görüşme yaptığımız günlerde bu durumun devam edip etmediğini sorduğumda, zaman zaman bu baskıların olduğunu dile getirmişti. Mert eğitim hayatına devam etmeyi ve üniversite okumayı çok istiyordu, ancak ailesi okula gitmemesi gerektiğini, gidip eczanede çırak olması gerektiğini, eve para getirince “düzeleceğini” söyleyip, eğitim almaması için ellerinden geleni yapıyorlardı. O dönemler öğretmenlik yaptığımdan mıdır bilinmez bu gence nasıl yardım edebilirim diye düşünmeye başlamıştım. Tarafsız ve bağımsız bir çalışmanın ancak objektif bir bakış açısıyla yürütülebileceğini düşündüm ve kendimi bu şekilde motive etmeye çalışarak, araştırmamı yürütmeye devam ettim. Mahalle baskısının yoğun olduğu bir bölgede yaşadığını söyleyen Mert, ailesinin baskısıyla ve liselere geçiş sınavında kötü bir puan almasından ötürü imam hatip lisesine gönderilmişti. Babası dindar biriymiş ve görüşmelerimiz sırasında şunları özellikle vurgulayarak anlatmıştı:

Ben ve benim gibi olan diğer LGBTİ arkadaşlarım, Türkiye değil de bir Avrupa ülkesinde doğmuş olsaydık böyle şeyler yaşamazdık. Çevremdeki herkes eşcinselliğin sapkınca, sapıkça bir şey olduğunu düşünüyor. Oysa ki ben sadece böyle hissediyorum. Gey biriyim ben ve ilgim diğer erkekler gibi kadınlara değil “maalesef”, erkeklere. Bunun için insan neden şiddet görür. Neden zorla istemediği bir liseye gönderilir, aklım almıyor. Kendimi hâlâ insanlardan uzak tutuyorum, sürekli içime kapandım, ama artık gücüm kalmadı. Türkiye’de eşcinsel olmak çok zor, ben yaşıyorum bu zorluğu umarım benden sonraki insanlar yaşamaz.

Mert’in söyledikleri aslında, Türkiye’de LGBTİ olmanın, bırakalım eğitim hayatında hak iddia etmeyi kendi ailesinde bile söz sahibi olabilmek açısından ne kadar zor olduğunun bir göstergesi. Diğer görüşmecilerim arasında Mert kadar ailesi tarafından şiddete maruz kalan olmamış, ama hepsi toplumsal baskıdan, insanların arkalarından konuşmalarından, özellikle okul yaşamında akran zorbalıklarından tükenmişlik ve psikolojik olarak bıkkınlık yaşadıklarını dile getirdiler. Cenk ise şöyle bir paylaşımda bulunmuştu:

Benim Kanada’da yaşayan ve gey olan bir mektup arkadaşım var. Artık tabii mektup yok da biz Whatsapp’tan, Skype’tan, e-mailler ile sürekli görüşüyorduk onunla. Ben kendimi keşfetmeye başladığımda, ortaokulun sonu falandı bu zamanlar, internette araştırmalar yapmaya başladım. İnternet üzerinden bir sürü gruplara, e-mail gruplarına, Facebook gruplarına dahil oldum. Bu süre zarfında Jack ile tanıştım. O gün bu gündür, uzak da olsa aramızda bir bağ var ve biz mutluyuz. Annem Jack ile olan konuşmalarımı dinlemiş. Saat farkı olduğundan geceleri konuşuyorduk genellikle, bu yüzden annem de merak edip odamın kapısından bizi dinlemiş. Jack’e şunu söyledim: “Sanırım annem bizi fark etti, benim gey olduğumu anladı, çok korkuyorum, benden artık nefret edebilirler.” Bu konuşmamın karşısında Jack çok şaşırdı ve ailemin bilmediğini, onlardan çekindiğimi anlatınca, beni telkin etti. Kendi ülkesinden örnekler verdi, insanların kendisini yargılamadığını, ailesinin her zaman onu sevdiğini söyleyince ben çok şaşırdım. Orası bizim ülkemiz gibi değilmiş, bunu anladım. Şimdi ikimiz de büyüdük, pek konuşamıyoruz, ama para biriktirmeye çalışıyorum, belki bir gün onun yanına giderim, Kanada’da yaşamaya başlarım.

Cenk, Mert’e göre daha şanslıydı, çünkü Cenk’in annesi onu sevmekten ve onu desteklemekten vazgeçmemişti. Cenk ve Mert gibi “gökkuşağı renkleri” olan kişiler özellikle kendilerini tanımaya başladıkları ergenlik döneminde, okul yaşamlarında ve gündelik yaşamlarında psikolojik açıdan olumsuz hissedebilmektedirler. Bu durumun literatürdeki karşılığı ise azınlık stresi’dir. Azınlık stresi kavramı, Brooks tarafından geliştirilmiştir, ayrımcılık ve önyargının yol açtığı psikolojik sonuçları ifade eder. Cinsel azınlıklar Brooks’a göre kendilerini toplumsal statü açısından daha aşağıda görmektedirler ve bu stresi bu sebeple yaşamaktadırlar.[10] Meyer ise, LGBTİ bireylerin yaşadıkları stresi, içselleşmiş homofobi olarak kavramsallaştırmıştır. İçselleşmiş homofobi, LGBTİ bireylerin zihninde yer etmiş olan toplumsal homofobi imgesidir.[11]

Yaptığım araştırmada gözlemlediğim kadarıyla, LGBTİ öğrenciler, kadınlık ve erkeklik normlarının dışında kalmaları sebebiyle, aşağılanmalara, okuldan atılma korkularını sürekli yaşamaya, cinsiyetçi söylemlere maruz kalmaktadırlar. “Gökkuşağı renkleri” olan görüşmecilerimden on beşi, okulda psikolojik olarak kendilerini daha iyi hissetselerdi, belki daha iyi bir liseyi, belki de daha iyi bir üniversiteyi kazanabileceklerini dile getirmişlerdi.

Şu anda, hepimiz okul yaşamlarımızı düşünelim, ilkokulu, ortaokulu, liseyi, üniversiteyi. “Okul” dediğimiz yer, öyle bir yer ki her bireyin hayatında önemli izler bırakmıştır. Ailemizden sonra bizi en çok etkileyen yerdir ve aynı zamanda sosyalizasyonun en büyük kanallarından biridir. Sosyalizasyon, diğer adıyla toplumsallaşmayı tanımlayacak olursak, bireyin kişilik kazanarak belli bir toplumsal çevreye hazırlanması, kültürün zaman içerisinde yeni kuşaklara aktarılmasıdır.[12] Okul, bireylerin toplumsallaşma sürecinde ikincil toplumsallaşma kanalının içinde yer alır. Çocukluğun sonraki dönemi ve olgunluk döneminde gerçekleşen ikincil toplumsallaşmada, bireyler ağırlıklı olarak okullar aracılığıyla kendi kültürlerini oluşturan değerleri, normları ve inançları öğrenirler.[13] Bu süreç içerisinde LGBTİ öğrenciler ve bireyler bir yandan kültürün öğelerini öğrenirlerken diğer yandan da normun “dışında” kalmanın zorluğunu deneyimleyerek Meyer’in içselleşmiş homofobisi’ni yaşarlar. Belki Türkiye toplumunun yapısından dolayı, belki ataerkilliğin hayatlarımızda hakim olmasından dolayı -tam olarak sebebinden emin değilim- ancak görüşmecilerimle yaptığım tüm sohbetler sırasında içselleşmiş homofobi ile karşılaştım. Tüm görüşmecilerimin zihninde bu durum vardı ve umarım tüm bu olumsuz düşüncelerin yıkılacağı renkli bir dünyaya uyanmamız yakındır.


[1] RG. 27.05-1949-119.

[2] Hannah Arendt, Şiddet Üzerine, İstanbul, İletişim, 2009, s. 9.

[3] KaosGL, İç İşleri Bakanlığı İçin LGBT Hakları El Kitabı, Ankara, 2015, s. 17-55. http://www.kaosgldernegi.org/resim/yayin/dl/icisleri_bakanligi_icin_lgbt_haklari_el_kitabi.pdf (Erişim tarihi: 24.05.2020)

[4] RG. 20.10-1982-17844

[5] RG. 24.06-1973-14574.

[6] Gökçeçiçek Ayata ve Burcu Yeşiladalı, “Türkiye’de Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliği Temelinde Ayrımcılığın İzlenmesi Raporu”, İstanbul Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi, İstanbul, 2011, s. 31-33.

[7] Ayata ve Yeşiladalı, a.g.e., s. 31-33.

[8] Pınar Selek, Maskeler, Süvariler, Gacılar. İstanbul, İstiklal Kitabevi, 2007, s. 33-39.

[9] “Kalitatif araştırma, nitel araştırmadır, insanların olaylara ne tür anlamlar yükledikleri, diğer bir deyişle olayları nasıl niteledikleri sorusuna cevap aramaktadır.” Murat Özdemir, “Nitel Veri Analizi: Sosyal Bilimlerde Yöntembilim Sorunsalı Üzerine Bir Çalışma”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Eskişehir, 2010, 11(1), s. 325-328.

[10] Aysun Öner, Beyaz Yakalı Eşcinseller, İstanbul, İletişim, 2015, s. 60-64.

[11] Aysun Öner, a.g.e., s. 60-64.

[12] Anthony Giddens, Sosyoloji, Ankara, Ayraç, 2005, s. 25.

[13] Giddens, a.g.e., s. 28.


Kaynakça

Arendt, Hannah, Şiddet Üzerine, İstanbul, İletişim Yayınları, 2009.

Ayata, Gökçeçiçek ve Yeşiladalı, Burcu, “Türkiye’de Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliği Temelinde Ayrımcılığın İzlenmesi Raporu”, İstanbul Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2011.

Giddens, Anthony, Sosyoloji, Ayraç Yayınları, Ankara, 2005.

Öner, Aysun, Beyaz Yakalı Eşcinseller: İş Yerinde Cinsel Yönelim Ayrımcılığı ve Mücadele Stratejileri, İstanbul, İletişim Yayınları, 2015.

Özdemir, Murat, “Nitel Veri Analizi: Sosyal Bilimlerde Yöntembilim Sorunsalı Üzerine Bir Çalışma”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Eskişehir, 2010, 11(1), s. 323-343.

Selek, Pınar, Maskeler, Süvariler, Gacılar, İstanbul, İstiklal Kitabevi, 2007.

Not: KaosGL dergisi incelenmiştir ve RG ile başlayan dipnotlar Resmî Gazetelerdir.