Peter “Yeni Prens” Pan

Cemal Bâli Akal’a…

Peter Pan, tıpkı başka pek çok çocuk klasiği gibi, sadece bir çocuk kitabı değil; bir “klasik” olduğuysa kesin. Bu klasiğin yıllar sonra yeniden okuduğumda bende doğurduğu duygunun “dehşet” olduğunu itiraf etmeliyim. Bunun sebebi ise Peter’ın Kayıp Oğlanlar’la birlikte Kanca’nın adamlarını gözünü bile kırpmadan kılıçtan geçirmesi veyahut Tinker’ın Wendy’yi ölümün eşiğine kadar sürükleyecek bir komplo tertip etmiş olması değildi. Sözcüğün anlam envanterindeki çok daha olumlu ve dolu bir öğeydi beni bu duyguya sürükleyen.

Kitabın hikâyesini üç aşağı beş yukarı hepimiz biliriz. Unutulmaz “Bütün çocuklar büyür; biri hariç” cümlesiyle başlayan kitap, Peter’ın Wendy ve kardeşlerinin dünyasına girmesiyle başlayan maceralar silsilesini anlatır. “Büyümeyi reddeden çocuk”, çocukluğumuzda edindiğimiz ve yakamızı bir ömür bırakmayacak kötü anıların inadına benzer bir inatla büyümeye direnir. Peter, sanki hayatın olağan akışını dondurmanın, sıradanda sıradışını yaşamanın formülü bulmuş; sonsuz bir şimdide uçup giden, Wendy ve kardeşlerininki gibi her çocuk odasının penceresinden içeri daldığında yeni bir maceraya atılan bir karakterdir.

Peter, “Bakıcıları başka bir tarafa bakarken bebek arabasından düşen” ve “yedi gün içinde kimse onları almazsa masraflarının karşılanması için Varolmayan Ülke’ye gönderilen” “kayıp oğlanlar”la birlikte yaşar. Tabii bir de Tinker Bell’le! Haliyle her yaşam gibi bu da mücadelelerle doludur. Bu mücadelede Peter’ın ve kayıp oğlanların baş düşmanı ise Kaptan Hook’tan başkası değildir. Peter, bir kavga esnasında Hook’un sağ elini kesip saatiyle birlikte timsaha yem etmiştir. Bu yüzden Hook Peter’ı, tiktaklayan timsah da Hook’u kovalamaktadır. Bu sonsuz döngü, Varolmayan Ülke’nin gündelik yaşamının alelade bir parçasıdır.

J. M. Barrie’nin Peter Pan’ini bir “çocuk kitabı” olarak son derece ilginç ve unutulmaz kılan şüphesiz eleştirisi. Peter, büyümeyi reddederek aslında hepimizin geçtiği yollardan geçmeyi reddetmekle kalmaz; aynı zamanda çocukların odalarına, yaşamlarına ve hayal güçlerine hiçbir kural kaide tanımadan dalarak, “odalarımızı”, bizim için önceden çizilmiş ve alışılageldik yaşam güzergâhlarını terk etmemizi telkin eder. Çocuklara peri tozu verip uçmayı, hayal gücünü geliştirenlerin evlerinin dört duvarını aşmasının ne kadar kolay olduğunu öğreten Peter, aslında “on beş yaşında evden kaçmamış olmanın” telafisi imkânsız acısını yaşamamayı teklif eder bize. Romanın sonunda eve dönen çocukların, daha bir hafta olmadan Varolmayan Ülke’de kalmadıklarına çok ama çok pişman olduklarını anımsayalım.

Bu bağlamda kitabı son derece ilginç kılan bir husus vardır: Peter’ın annelere duyduğu “öfke”. Bu öyle bir öfkedir ki, kayıp oğlanlar annelerini ne kadar özlerlerse özlesinler, ancak Peter ortalarda yokken anabilirler. Hatta Cemal Bâli Akal, Pinokyo ile Peter Pan’i pedagoji ve bildungsroman bağlamında birer antipod olarak ele aldığı müthiş yazısında Barrie’nin kitaba başta “Peter Pan ya da anneleri sevmeyen çocuk” adını vermeyi bile düşündüğünü not eder.[1] Kayıp oğlanlar günden güne kokusunu ve yüzünü unuttukları annelerinin yerine Wendy’yi koymaya gayret ederken, Peter “Wendy hariç” bütün anneleri hor görür, çünkü onun “hiçbir ahmak anneye” ihtiyacı yoktur! Gelgelelim, Peter’ın öfkesi aslında annelerle sınırlı değildir, babalar da bir bakıma Kaptan Hook imgesinde ve çocukların kaybolmasından kendini sorumlu tutan Bay Darling’in bakıcı-köpek Nana’nın kulübesine yerleştiği o kahkaha dolu satırlarda alır Barrie’nin kaleminden payını. Hook, hiç vazgeçmediği “adabımuaşerete uyma tutku”suyla, alt edilmesi gereken bir baba figürü olarak Peter’ın can düşmanıdır; “büyümeye direnen çocuk”un olmak istemediği her şey gibi görünen ama büyüdüğünde muhtemelen ondan başkasına benzemeyeceği rekabet nesnesidir: Romanın sonuna doğru Peter, Hook’u alt ettikten sonra Wendy’nin Hook’un kıyafetlerini ona göre kesip biçmesinden müthiş bir keyif alır; “parmaklarını tehditkâr bir biçimde büküp kanca gibi kenetler”.

Peter Pan, sonuç olarak mevcut düzene getirdiği eleştiriyle gördüğü ilgiyi fazlasıyla hak eden bir klasik kanımca. Ne var ki, bende “dehşet” ile ifade edilecek bir duygu yaratmasının tek nedeni salt bu esaslı eleştirisi değil. Peter Pan, metafor anahtarı çevrildiğinde, pek çok bakımdan Machiavelli’nin “Yeni Prens”ini andıran kapıları aralıyor sanki.

Peter alelade bir yaşamı ve ülkeyi terk etmiş, tıpkı kan bağı ve soya dayanan feodal meşruiyeti yerle bir eden yeni prens misali soydan doğacak gücü, anne-babasının yolundan gitmeyi reddetmiştir. Başkalarının eskittiği patikalarda yürümeyen, bildik siyasal pedagojik formüllere aldırış etmeyen yeni prens, virtù’süyle fortuna’sı dışında başka hiçbir şeye güvenmezken, Peter da mevcut düzene karşı verdiği savaşta kendi silahlarından başka bir şeye yaslanmaz. Yeni prens bir yurttaş ordusu toplarken, Peter da “kayıp oğlanlar”ı kılıçla kuşatır. Dahası, yaşanan tüm maceralara rağmen, sonunda Wendy’nin ve oğlanların geri döndüğü düşünülünce, Peter da en az yeni prens kadar yalnızdır!

Peter’ın Varolmayan Ülke için verdiği adres, mirasa dayalı ya da karma prensliklerin ötesine geçip hiç var olmamış toprakları cana getirecek olan yeni prensin katettiği yola hayli benzer: “Sağdan ikinci sokağa gir ve ondan sonra sabaha kadar dümdüz git!” Biz gibi fanilere ziyadesiyle tuhaf gelen bu adres tarifi, konjonktürü değerlendirip fortuna’sından fırsattan başka hiçbir şey almayan yeni prens için son derece açıktır: Prens’in birinci kuralı, siyasetin genelgeçer bir kuralı olmadığıdır. Yani sağdan ikinci sokak hep değişecek, her günün sabahında kartlar yeniden dağıtılacaktır. Zaten esas mesele o “sağdan ikinci sokak”ı görecek bir görüş keskinliğine, oradan içeri dalacak cesarete ve daldıktan sonra da düşmeden uçmayı sağlayacak virtù’ye sahip olmaktır.

Machiavelli, bazen yeni prenslerin doğum anlarına şahit olabilmek için talihin bir dizi ayak oyununun seyircisi olmak gerektiğini söyler: “Musa’nın yeteneğinin [la virtù] görülebilmesi için İsrail halkının Mısır’da köle olması; Kyros’un ruh yüceliğinin bilinebilmesi için Perslerin Medlerin zulmüne uğraması, Theseus’un kusursuzluğunun bilinebilmesi için Atinalıların dağılması gerekli idiyse; günümüzde de, İtalyan bir ruhun gücünün bilinebilmesi için İtalya’nın şu anki duruma düşmesi ve Yahudilerden daha köle, Perslerden daha boyunduruk altında, Atinalılardan daha dağınık, başsız, düzensiz, yenilmiş, yağmalanmış, parçalanmış, ezilmiş ve her türlü yıkıma katlanmış olması gerekliydi.”[2] Şu “neşeli, masum ve acımasız” Peter’ın kıymetini bilmemiz için de ancak kayıp oğlanların esir düşmesi gerekmişti.

Machiavelli’nin “iyi kullanılmış acımasızlık” ve “kötü kullanılmış acımasızlık” arasında yaptığı ayrımı anlamamız için acaba kitaptaki iki acımasıza, yani acımasızlığını kayıp oğlanları kurtarmak için kullanan Peter ile Wendy’yi kıskandığından “Peter, Wendy’yi vurmanızı istiyor,” diyerek ordusunu yeni prensin rotasından çıkarmaya çalışan Tinker Bell’e bakmamız yeterli olur mu? Sonuçta Machiavelli, sadece “iyi” ve “kötü kullanılmış acımasızlık”tan değil, aynı zamanda “sofu zulüm”den [pietosa crudeltá] ve “insanlık dışı acımasızlık”tan [inumana crudeltà] da söz etmişti. Üstelik, hem Prens’te hem de Söylevler’de kitapların en uzun bölümlerini komplo tertipleyenlerin başarısız olma sebeplerine ayırdığını da bir kenara not edelim.

Machiavelli, Prens’in altıncı bölümünde gücü elinde tutmak isteyen bir prensin virtù envanterindeki kıymetli parçalardan birinin “taklit” olduğunu dile getirir: “Çünkü insanlar hep başkalarının açtığı yollarda yürür ve eylemlerinde taklitle yol alırlar, ama ne başkalarının yollarına bütünüyle bağlı kalabilir ne de taklit ettikleri kişilerin gücüne erişebilirler; bu yüzden, sağduyulu bir kişi, her zaman büyük insanların açtığı yollardan gitmeli ve en kusursuz kişileri taklit etmeli –böylece, gücü onlarınkine erişemese bile, hiç olmazsa bir ölçüde onun havasını yansıtacaktır– ve usta okçular gibi yapmalıdır.”[3] Peter da, Hook’a karşı sürekli virtù’sünü diri tutar; mesela ordusu, yani kayıp oğlanlar esir düşünce tek başına korsanlara karşı güçsüz olduğunun farkına varır ve her becerikli prens gibi dezavantajını avantaja dönüştürür: Hook’u alt etmenin tek yolu, kurda karşı aslan ve tilkinin kabiliyetlerini taklit eden yeni prens gibi, onun en korktuğu varlığı taklit etmek, kendisine “bir ölçüde onun havasını” vermektir: Yani timsahın. Peter, esir düşmüş ordusunu kurtarmak için, “gecenin battaniyesi”nin korsan gemisi Jolly Joger’ı sarıp sarmalamasını fırsat bilerek bir desiseye başvurmuş, timsahın tik taklarını taklit ederek gemiye çıkmış, korkuyu siyasal bir duygu haline getirmeyi başararak düşmanını gafil avlamıştır.

Romanın sonunda Wendy, John, Michael ve kayıp oğlanlar biz zoraki büyümüşlerin dünyasına, Darlinglerin evine geri döner. Ne var ki, siyaset, tıpkı Peter’ın maceraları misali, sonsuz bir başlangıçlar dizisinden ibarettir. Üstelik sapmaya müsaade eden döngü burada da işbaşındadır: Peter, Wendy’yi görmek ve Varolmayan Ülke’ye geri götürmek için odaya girecek ama oradan Jane ile çıkacaktır. Gelenek, Wendy’den Jane’e, Jane’den de Margaret’a devrolur. Bu sapmalar, döngünün mümkün olmasını sağlayacak yegâne öğelerdir. Nihayetinde “İnsanlar büyüyünce nasıl uçtuklarını unuturlar.”

Peter Pan’in hayalperestliğinde Machiavelli’nin realizmini görmek belki ilk bakışta yadırgatıcı gelebilir. Biz de romanda ölçülü biçili, kendisi için önceden belirlenmiş bakma biçimlerine, normlara uygun yaşamanın simgesi Bay Darling gibi “inanmaz gözlerle” bakabiliriz tüm bu benzerliklere. Ne var ki Machiavelli, “olağanüstü” sözcüğünün bir ikaz lambası görevi gördüğü Prens’te, tam da “sıradışı olaylar”a [gli accidenti] çevirmemizi tembihlemiyor muydu gözlerimizi? Sonuç olarak Barrie, Prens’i okumuş muydu bilmiyorum; ama okuduğunu, “Peter Geliyor”u sadece hipermetrobum yüzünden “Yeni Prens Geliyor” olarak görmediğimi düşünmek hoşuma gidiyor.


[1] Cemal Bâli Akal, “İpler ve Kanatlar: Pinokyo versus Peter Pan”, Hukuk ya da Kukla Tiyatrosu içinde, Ankara: Dost Kitabevi Yayınları, 2014, s. 17.

[2] Niccolò Machiavelli, Prens, çev. Kemal Atakay, İstanbul: Can Yayınları, s. 134.

[3] Niccolò Machiavelli, Prens, çev. Kemal Atakay, İstanbul: Can Yayınları, s. 55.