Sınıf Olmadığında İşçiler: İşçilerin Rasyonelliği-İrrasyonelliği Üzerine Düşünceler

Eğer E.M. Wood’un[1] Thompson okumasından yola çıkar, sınıfın, işçilerin birbirleriyle, ortak düşünce ve duygularını taşıyan bağlar kurmasıyla oluştuğunu, bu bağların bozulması ve parçalanmasıyla bozuşuma uğradığını düşünürsek, şu an Türkiye’de işçi sınıfının oluşamadığını veya bir hayli bozuşuma uğramış olduğunu kabul etmemiz gerekir. Kapitalizmin iktidar figürleriyle (sermayeyle, devletle, metayla) belli derecelerde özdeşleşen, parça parça olup her parçada katılaşma eğilimleri gösteren, birbirine karşı muktedir gibi hissedip, düşünüp davranabilen, öteki tanımayan, bağımsız ve yaratıcı düşünmenin kaygısını yıkıcı bir şekilde yaşayan bu sınıfı, sınıfın bu halini, işçilerin “oy verme davranışlarına” dair analizlerimize yeterince katabildik mi, katabiliyor muyuz? Biraz bu sorudan yola çıkmak ve işçilerin böyle bir bağlamdaki karar verme süreçlerine dair bazı düşünceler sunmak istiyorum.  

Elbette Marksizm’in[2] sınıf meselesiyle ilgili temel varsayımlarına oldukça yakın hisseden biri olarak, işçilerin kapitalizmin yıkılmasında doğrudan çıkarı ve hem kapitalizmin yeniden üretimi hem de yıkılmasında vazgeçilmez rolü olduğunu düşünüyorum. Ama yukarıda da kendimce tarif etmeye çalıştığım, işçilerin bu kadar bağsız veya hiyerarşik bağlara sarılmış durumda olduğu güncel durumda, işçilerin bazı tutum ve karar alma süreçlerinden bahsederken “olumlu” (var olan, akla yatan, tutarlı vb.) öğelere yapılan vurguların “olumsuz” (eksik olan, çelişkili, anlamı açık olmayan, vb.) öğelerden çok daha fazla olmasını dikkat çekici buluyorum. Ve bu olumlu vurguların, gerçeklikteki -ki bu güçlü ve mücadeleci gruplaşmalarda da olabilir, toplumun hayal kurma yeteneğinde de- belirgin hasarların kuramsal düzlemde bir ölçüde reddi ve tersine çevrilmesine dayanıp dayanmadığını sorma ihtiyacı hissediyorum.

Bana göre örneğin, seçim sonrasında en öğretici olan tartışmalar, bazı işçilerin oy verme davranışları üzerine yürütülen ve temelde, geçim kaynaklarına erişimdeki zorluğun belli bir eşiği aşmamasına ve zorlukların sosyal politika araçları ve ekonomi politikaları yoluyla belli ölçüde telafisine odaklananlar[3] ve devamında onlar üzerinden yürütülenlerdi. Bununla birlikte, bu davranışları üretirken işçilerin yaptığı varsayılan hesaplara atfedilen rasyonelliğin veya başka bir deyişle işçilerin rasyonel seçimler yapma eğiliminde olduğu varsayımının, işçilerin zihinsel/ruhsal çelişkilerini ve bölünmüşlüğünü göz ardı ediyor olabileceğini hissettim. Önce, bir yandan oldukça anlamlı görünen bu açıklamaların neyi ne şekilde gözden kaçırıyor olabileceğini, bu hissi korumama rağmen tam çıkaramadım. Ama daha sonra, bu tartışmalardaki rasyonellik varsayımına eleştiri olarak kaleme alınmış, işçilerin irrasyonelliğini merkeze alıp bunu da aktarım ilişkisinin varlığı üzerinden okuyan ve bilinçdışına neredeyse sözel (sözcükleri barındıran) bir varlık atfettiğini düşündüğüm bir yazının[4], açıklanması gereken şeyi verili kabul ettiğini ve bu anlamda biraz hızlıca karşı uca savrulduğunu düşündüğüm zaman, yanıtlanması gerektiğini düşündüğüm soru biraz daha netleşmiş oldu. Bana göre bu soru, işçilerin rasyonel motivasyonlarla mı yoksa irrasyonel motivasyonlarla mı hareket ettiği veya -ki bu da paralel bir sorudur- ekonomik motivasyonlarla mı yoksa ideolojik/kültürel motivasyonlarla mı hareket ettiği değil; işçilerin rasyonel görünen hesaplarının, nasıl daha karmaşık bir -ruhsal- hesaplar bütünü, kompleksi, karmaşası içinde yer aldığıdır. Ve bir soru daha buna eşlik eder: İşçinin rasyonellik ve irrasyonellik eğilimleriyle, içinde yer alınan sınıf aşaması arasında nasıl bir ilişki vardır? İşçiler sınıf oluşum veya bozuşumun her aşamasında aynı şekilde rasyonel midir, sınıf oluştukça veya bozuştukça rasyonelleşir veya irrasyonelleşirler mi?

*

Çıkar hesabına dayalı rasyonellik anlayışının, irrasyonelliği, ideolojiyi veya kültürel kabul edileni dışladığı doğru olabilir. Ama bu dışlamanın çözümü bunları dışarıda değil, içeride aramaktadır. İrrasyonel, rasyonelin kuruluşunun içinde bir yerde olmalıdır. Bu meseleyi sınıfın güncel halini de dikkate alarak açmaya çalışayım. Sınıf için yukarıda söylenenler onun (potansiyel) üyeleri için de bir şey söyler; çünkü birbirleriyle eşitlikçi bağlar kuramayan, kendi deneyimiyle birlikte ötekinin sınıf deneyimini de reddeden, o deneyimi yok etmeye veya kontrol etmeye çalışan, iktidar figürleri veya onların güçleriyle özdeşleşen, bu esnada güçlü çiftedeğerli duygular arasında sıkışan, bu üyelerdir, yani işçilerdir. Sınıf sürecinin gerilemesi, işçilerin bağsız ve cansız olması/kalmasıyla ilgili de bir şey söyler. Dolayısıyla bir kararını konu ettiğimiz işçi bu bağlamın işçisidir. Tabii ki bir bağlamın tek bir özelliği olamaz ve işçiler aynı anda birçok bağlamsal özellikle (bireysel ve toplumsal) ilişki içindedir ama burada bir bağlamsal özelliği -sınıfın oluşamamışlığını- odağa almış alıyoruz. Peki, olası başka özdeşleşme ve bağlarının yanında, öteki işçilerle ve kapitalist üretim ilişkilerinin egemen figürleriyle ilişkisi açısından yukarıdaki gibi değerlendirilebilecek işçilerin rasyonelliği veya irrasyonelliğine ilişkin neler söylenebilir? O işçinin zihinsel/ruhsal hesapları ne âlemdedir, hangi âlemlere dairdir, ne düzeyde bilinçdışı fantezilere, ne düzeyde toplumsal gerçekliklere yaslanır?

Bu soruları yanıtlarken, işçilerin içsel hesaplama dünyası, yani öznelliği üzerine etkide bulunan faktörlerle, onların etkisi arasında analitik bir ayrım yapmak gerekiyor. Yani herhangi bir faktörün tanımlanma biçimi ile işçinin ondan etkilenme ve onu, öznelliğinde bir yere yerleştirme biçimi arasına bir mesafe koymalıyız. Böylece ekonomik görünümlü faktörlerin -istihdam yaratmanın, gelirde ani ve büyük kayba yol açmamanın ve diğer sosyal politika araçlarının- işçiler üzerindeki etkileri üzerine daha serbest bir biçimde ve daha özgülenmiş bir mantıkla düşünebiliriz. Bu şekilde bakıldığında böyle faktörlerin işçilerde doğrudan ve sadece rasyonel seçim yapma mekanizmalarını harekete geçirdiğini ve dolayısıyla işçilerin mevcut seçeneklerden en makul görünene yöneldiğini varsaymamız gerekmez.

Ekonomik görünümlü faktörler, işçilerin ekonomik motivasyonla mı kültürel motivasyonla mı tercih yaptığı sorusunu da aşmamıza olanak verecek şekilde, farklı rasyonellik ve irrasyonellik ilişkilerini harekete geçirerek aynı anda birden fazla etkide bulunabilir. Ben bu bağlamda aklıma gelen iki tür etkiden söz edebilirim: 

1. Bu faktörlerin ideolojiketkisi olabilir. Burada sözü edilen ideolojik etki, sadece bütünlük iddiası taşıyan söylemlerin, dünya görüşlerinin veya felsefelerin[5] etkisi değildir. İktidar ilişkilerinde egemen olan nesnelerin (kişiler, ilişkiler, şeyler, düşünceler vb.) benliğin bir parçası olarak içselleştirilmesine vesile olan ve işçinin yok olma kaygısına karşı ona bir kimlik/konum tanımlayan -ekonomik görünümlü faktörlerle bile taşınabilen- bir etkidir. Örneğin bir sosyal politika aracı da işçinin kendisine bakışında iktidar ilişkileri matrisinde belli bir kimliğe/konuma yerleş(tiril)menin ve muktedire yönelik idealleştirmenin yaratıcısı ve taşıyıcısı olabilir. Bu idealleştirmeye kaynaklık eden yok olma kaygısı kadar, o kaygıdan kurtulmak için, bir ötekiyle bir olma, ona tutunma senaryoları da temelde irrasyonel, daha doğru tabirle bilinçdışı niteliğe sahiptir. Örneğin, oy verme davranışına katkıda bulunan, daha az zararlı olanı seçmeye yönelik rasyonel hesap, ancak böyle bilinçdışı kaygı ve senaryoların arka planda işlemesiyle bu denli merkezî ve belirleyici hale gelir. O zaman o karar, bir var olma-yok olma kararı bile olabilir. Elbette bu ideolojik etkiye sahip başka faktörler de olduğu gibi, idealleştirmelerin kırılmasına vesile olacak karşı-ideolojik etkilerin eksikliği de dikkate değerdir. Tekrar vurgulamak iyi olabilir; karşı-ideolojik etkideki eksiklik, bütünlüklü bir ideoloji sunmaktaki yetersizlikten ziyade, öteki-tanımaz kayıtsızlığa ve mutlakçı idealleştirmelere karşı -yerine göre söylemsel, yerine göre ekonomik, vb.- araçlar bulmakta zorlanmamızla alakalıdır. 

2. Benzeri faktörler aynı zamanda, işçilerin zihninde ötekilerle ilişkilerinin şekillenmesinde rol oynayabilir. Ben bu etkiyi de ilişkileri hiyerarşik veya eşitlikçi prensiplerle örgütleme işlevine referansla kurumsal etki olarak adlandırıyorum. Sosyal politika araçları ve ekonomi politikaları, işçilerin birbiriyle kurduğu ilişkileri, ortaklık duygu ve düşüncelerine dayanmaktan çıkarabilir ve ötekinde kendine benzer gördüğü şeyi (bağımlılığı) yadsıma, onunla kavga etme ve güçlü bir pozisyonda hissetme eğilimlerine yaslanmaya doğru itebilir. Mağdur edilmeye, eziyet görmeye ilişkin yoğun bir kaygıyla eşzamanlı olarak, bu deneyimi ve buna sebep olduğunu düşündüğü kişi ve şeyleri kontrol altına alma arayışına giren işçi için bir politikanın kısa vadeli getirisi, bir güç kaynağı gibi, sıkışmadan kurtulmanın rasyonel yolu gibi görünebilir. Bu durum özellikle devlet şiddeti gibi, bir kaygıyı ve ondan kurtulmanın hayalî senaryosunu canlı tutan bazı başka faktörlerin yanı sıra, sınıf örgütlerinin aksi yönde etkiler yapma konusunda zorlanmalarıyla mümkün olur. Sınıf örgütlerinin hem kendi alanlarında kendi başlarına hem de daha geniş bir alanda hep birlikte taşıyıp harekete geçirmekte zorlandıkları eşitleyici ve ortaklaştırıcı etkiler bana göre biraz yasla, biraz da onarma arzusuyla anılmalı ve tartışılmalıdır.

*

Özetle, iktidarın kullandığı sosyal politika araçlarının ve ekonomi politikalarının işçilerin oy tercihleri üzerindeki etkisini değerlendirirken, işçilerin içsel, rasyonel-irrasyonel, bilinçli-bilinçdışı hesaplarını; faktörlerle öznel etkiler arasına bir mesafe koyarak ve öznel etkilere ruhsallık bilgisiyle yaklaşarak anlamaya çalışmayı öneriyorum. Ben bunu burada kendi kavramsallaştırmama[6] dayanarak yaptım ama elbette bunun başka yöntemleri de olabilir. Bana göre burada önemli olan şeylerden biri, işçilerin öznelliğini sınıf oluşum-bozuşum süreciyle birlikte inceleyebilmektir. Sınıfın oluşamadığı veya ciddi ölçüde bozuşuma uğradığı güncel koşullarda işçilerin bireysel karar ve eylemlerinin bu gerçeklikten bağımsız ele alınamayacağını düşünüyorum. Dolayısıyla yukarıda, söz konusu oy verme davranışlarına yansıdığı düşünülen rasyonel hesapların, sınıfın oluşamamışlığından etkilenen daha geniş bir rasyonellik-irrasyonellik bütününün parçası olarak nasıl düşünülebileceğinden söz etmeye çalıştım. 

Peki sınıfın oluşmasıyla, sınıf sürecinin ilerlemesiyle birlikte rasyonellik-irrasyonellik ilişkisine ne olur? Sınıf oluştukça onu oluşturan işçilerin rasyonelleştiğini söylemek doğru olmaz. Çünkü tam da yukarıdaki iki maddede değindiğim gibi rasyonel seçime hapsolmak, yoğun kaygıların canlanmasının, ideolojik ve kurumsal etkilerin egemen nesnelerle özdeşleşmeye vesile olmasının, yani irrasyonel olanın basıncının bir sonucu olabilir. Biraz bu nedenle, biraz da artık bu duygusuz kavramları terk etmenin zamanı geldiği için, olup biteni şu şekilde ifade etmek daha anlamlı olur: Sınıf oluştukça, işçinin/sınıfın bilinçdışıyla işçinin/sınıfın bilinci arasındaki ilişki de yeniden kurulur. İşçi, reddedilen ve simgeleştirilmemiş sınıf deneyimini ve nesnel güvencesizliğinden doğan öznel güvencesizliğini ötekinde ve kendinde tanıyarak simgeleştirdikçe, bilinçdışı kaygı, özdeşleşme ve savunmaların rasyonel olanı belirleyen basıncının yerini bağımlılığın kabulü, bağımsız düşünebilme, yeniyi tasarlama ve yeni için harekete geçme kapasiteleri alır. Bu, rasyonel hesap kabiliyetinden ziyade, olsa olsa zihinde ve gerçekte oyun kurabilme kapasitesinde bir derinleşme ve genişlemedir. Bu genişlemeyle birlikte hesap da ortaklaşır, başka işçilere ve işçi veya değil herkesin içindeki ötekiliğe doğru yayılır. Ekonomik hesabın tiranlığına son vermenin yolu herhalde ancak böyle bir aşamada açılabilir ve görünür olabilir ki bence şu an bu büyük ölçüde ufkumuzun ötesindedir. O yol daha görünür olana kadar onun potansiyelini akılda tutmak ve aramak kadar, ondan o ya da bu ölçüde uzak olduğumuzu düşünmeyi de önemli buluyorum. Bir hesap yapmak için değil, çalışmaya motivasyon bulmak için.

Tüm bu tartışmadan işçilerin bazı karar süreçlerinin sadece sınıfın güncel haline bağlı olduğu sonucunu çıkaramayız, çünkü daha önce de belirttiğim gibi işçiler kendileri de yaratımına dahil oldukları birçok başka bağlamsal (bireysel ve toplumsal) özelliğe de bağlıdır. Ama acaba sınıf olamamanın -ki olmanın olası görünümleri de sandığımızdan daha çok olabilir- başka özellikler tarafından telafi edilemeyecek etkileri olabilir mi? Bu etkileri değerlendirmelerimize katmanın yollarını bulabilir miyiz? Bu yolları buldukça acaba kendimizi de sınıfın yolunun daha yakınında, kıyısında köşesinde bulabilir miyiz?


[1] Bkz. Wood, Ellen Meksins. (2008). “Bir Oluşum ve İlişki Olarak Sınıf”, Kapitalizm Demokrasiye Karşı: Tarihsel Maddeciliğin Yeniden Yorumlanması (Çev. Ş. Artan). İstanbul: Yordam, s. 95-130.

[2] Tek ve yoruma kapalı bir Marksizm olduğunu düşünmek mümkün olmayacağı için buraya da temel bir referansımı yazma ihtiyacı duyuyorum: Wood, Ellen Meksins (2011). Sınıftan Kaçış: Yeni ‘Hakiki’ Sosyalizm (Çev. Ş. Alpagut). İstanbul: Yordam.

[3] Aziz Çelik’in “Boş Tencere ve Sandık!” yazısı için bkz.  https://www.birgun.net/makale/bos-tencere-ve-sandik-441081. Utku Balaban’la yapılan söyleşi için bkz. https://birikimdergisi.com/guncel/11406/isci-sinifinin-siyasette-soz-soyleyebilmesinin-ve-ilk-etapta-burjuva-demokrasisinin-yeniden-tesisinin-on-kosulu-faburjuvaziye-donuk-dogrudan-bir-siyasi-hucumun-gelismesidir. Ümit Akçay’ın “Hani Boş Tencerenin Götüremeyeceği İktidar Yoktu?” yazısı için bkz. https://www.gazeteduvar.com.tr/hani-bos-tencerenin-goturemeyecegi-iktidar-yoktu-makale-1622647

[4] Oğuzhan Nacak’ın “Seçimler ve Psikanaliz” yazısı için bkz. https://birikimdergisi.com/guncel/11425/secimler-ve-psikanaliz

[5] Burada Gramsci’ye göndermeyle bir ayrım yapıyorum ve “felsefe” kavramını, toplumsal çelişkileri uzlaşmış ve kendini de bütünlüklü göstermeye çalışan düşünce sistemleri için; “ideolojik” kavramını da hegemonyanın, onay, rıza veya ruhsal adıyla narsisistik yatırımı belirleyen yönü, kökü için kullanıyorum. Kaynak için bkz. Gramsci, Antonio ([1929-35] 2007). Hapishane Defterleri: Felsefe ve Politika Sorunları - Seçmeler (Çev. A. Cemgil). İstanbul: Belge. 

[6] İşçi sınıfının öznelliği üzerine Marksizm ve Psikanalizin bir diyalogu temelinde geliştirmeye çalıştığım kavramsallaştırma “Sınıf Çalışmalarında Deneyim ve Öznelliği İncelemeye Yönelik Bir Yaklaşım ve Model Önerisi” başlıklı doktora tezimde ve daha az ayrıntılı ve belki daha az olgunlaşmış bir haliyle şurada bulunabilir: Gürsel, B. (2022) “Marksizm ve Psikanalizin Diyaloğu Çerçevesinden Sınıfa Bakmak: ‘Sınıfın Bilinçdışı Yaklaşımı’ ile Bir Olgu İncelemesi”, Eleştirel Psikoloji: Yaklaşımlar, Gündemler, Tartışmalar (Haz.. TODAP Çalışma Grubu). İstanbul: İletişim, s. 149-184.