Aşkın Varoluşçusu: Büyük romancı Milan Kundera’nın Ölümü Üzerine

Milan Kundera için Çek dilindeki en güzel kelimeler şunlardı: “Stýská se mi po tobe.” Türkçesi “Sana nostaljim var”. Yokluğunun acısına dayanamıyorum. Ancak büyük aşklar nasıl büyük acılar içeriyorsa, bir ayrılıktan sonra geri dönüş de genellikle başarısızlığa mahkûmdur – hem aşk bakımından hem de coğrafi olarak. Olan bir şey geri getirilemez. Bu acıya katlanmak, hayatın verdiği görevlerden biridir. Kundera’nın ilk kitapları tekrar okunduğunda fark edilir ki bunlar, mülteci olmadan önce yurduna geri dönenlerdir.

Geçmişlerinin sahnelerine geri dönmeyi severler, eski ya da kaçırılan bir aşkı arayıp bulurlar, kaçırdıklarını telafi etmeyi veya bir borcu kapatmayı severler – ve hafıza ile şimdiki zaman arasında bir yerde kaybolurlar. Kundera, bu imgenin eski vatanını yeniden ziyaret eden bir göçmenin durumuna aktarılabileceğini bizzat deneyimlemiştir.

1929’da Çekoslovakya'nın Brno kentinde doğan Milan Kundera, 1960’ların başında daha geniş kitlelerce tanınmasını sağlayan ve daha sonra “Gülünesi Aşklar Kitabı”na dönüşecek olan ilk öykülerinden önce şarkı sözü yazarı, oyun yazarı ve deneme yazarı olarak ortaya çıkmıştı. Bir romancı olarak çıkışını 1967 yılında “Şaka” adlı eseriyle yaptı. İlk romanı, Kundera’yı sonraki on yıllarda Avrupa’nın en başarılı yazarlarından biri yapan özelliklerin çoğunu ustalıkla sergiliyor: hafiflik ile melankolinin; ironik mizah ile varoluşçu ciddiyetin büyüleyici karışımı.

Stalinist polis aygıtının acımasızlığı

Aşk ve politika, felsefe ve erotizm hayatın oyun alanında buluşur. Olay yeri: komünist Çekoslovakya. Ludvik kızgındır. Marketa onun davetini reddetmiştir ve bunun yerine komünistler tarafından düzenlenen bir siyasi eğitim kursuna gider. O da bir şakayla intikam almak ister: “İyimserlik insanlık için afyondur,” diye yazar ona bir kartpostalda. “Sağlıklı bir zihin, aptallık kokar. Yaşasın Troçki!”

Ancak Ludvik bunun sonuçlarını hesaba katmamıştır. Stalinist parti aygıtı, özellikle de amansız Zemanek, Ludvik’i aşağılar, üniversiteden atılmasını ve askere alınmasını ayarlar. Marketa da Ludvik’i bırakır. Yıllar sonra toplumda yeniden yer edinen Ludvik, talihsizliğinden sorumlu tuttuğu Zemanek’ten ikinci kez intikam almaya çalışır. Karısı Helena’yı baştan çıkarır, ancak Zemanek ve karısının çoktan yollarını ayırdığından haberi yoktur. Helena Ludvik’e aşık olur ve onun gerçek niyetini anladığında intihara teşebbüs eder. İntikam, yine başarısız olur. Geriye kalan, geçmişi kendisiyle telafi etmek zorunda olan kurban ve failin bir karışımı olan bireydir.

Varşova Paktı birliklerinin işgali ile Kundera, 1968’de film okulundaki öğretim görevlisi konumunu kaybetti. 1950’lerde inanmış bir komünist olduktan ve 1960’ların başlarına kadar nispeten yerleşik bir hayat yaşadıktan sonra, Prag Baharı ve onun acımasızca bastırılması sırasında entelektüel direnişin bir figürü oldu. Kundera’nın yapıtlarının yayımlanması yasaklanır ve kitapları kitapçılardan kaldırılır. Bundan sonraki romanları “Ayrılık Valsi” ve “Yaşam Başka Yerde” ilk olarak 1973’te Fransızca çevirileriyle, orijinalleri ise daha sonra sürgündeki bir yayınevince yayımlandı.

Bundan iki yıl sonra yazar, Rennes’de misafir profesörlük yapması için bir çağrı alır ve eşiyle birlikte Çekoslovakya’dan ayrılır. Kundera, Paris’te edebiyat çalışmaları alanında konuk öğretim üyeliği işini kabul eder. “Gülüşün ve Unutuşun Kitabı”nı 1978’de yayınladığında Çekoslovakya, onu vatandaşlıktan çıkarır.

Modern insan trajedi hakkını kaybetti

Anavatanının koşullarını bir kez daha eleştirel bir gözle inceleyen, ama her şeyden önce yeryüzündeki varoluşumuz üzerine şiirsel-müzikal bir meditasyon olan romanda, estetik programının radikal bir etkisi vardır: Roman birleşik bir olay örgüsü sunmaz, ama bir dizi varoluşsal, ebedi temayı çeşitlendirir: aşk, seks, oyun, ciddiyet, gençlik, yaşlılık, hafıza, unutma, sadakat, ihanet, vatan, sürgün.

1984’te yayımlanan ve 22 yıl sonrasına kadar Çek Cumhuriyeti’nde yayınlanmayan “Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği” Kundera’yı uluslararası bir yıldız yaptı. Daha sonra filme alınan Tomas ve Teresa’nın aşk hikâyesi, dünyanın en çok satanlar listesine girdi. Ama bu zor hafiflik aslında neyle ilgili? “Öykü tek bir insan hayatı kadar hafif, dayanılmaz derecede hafif, tüy kadar hafif, havaya atılan toz gibi, artık yarın olmayacak bir şey gibi.” Modern insan, diyor Kundera, trajedi hakkını kaybetti. İster tarihin büyük sahnesinde ister özel hayatın küçük sahnesinde olsun, kişisel draması o kadar dayanılmaz derecede hafiftir ki, önemsizliği korku ve dehşet uyandırır.

Kundera her zaman politik kitaplar yazmadığını ve tarihsel gerçeklerin sadece roman karakterlerinin temel durumları yaşadıkları folyolar olduğunu vurgulamıştır. Ama Çekoslovakya’daki siyasi durumun arka planı olmasaydı, Kundera’nın büyük romanları ne olurdu?

Romanın heyecan verici başarısı kuşkusuz adının, zengin ve baştan çıkarıcı çağrışım gücüyle de ilgilidir. Yazarın felsefi düşüncelerini takip etmek zorunda kalmadan dayanılmaz bir hafiflik kendini belli ediyor. Her okuyucunun hemen fark edebileceği bu anlayış, Amerikalı yönetmen Philip Kaufman tarafından da benimsenmiş ve 1988 yılında Kundera’nın romanını aslına pek bağlı kalmadan filme uyarlamıştır.

Juliette Binoche ve Daniel Day-Lewis ile film uyarlaması

“Uluslararası Film Ansiklopedisi”’ne (“Lexikon des Internationales Films”) göre Kaufman, tarihsel olaylar ile “kişisel yazgı” arasındaki bağlantıya yalnızca marjinal bir şekilde ışık tutuyor, bununla birlikte “cinsellik ve duygu arasındaki gerilim alanını” ele aldığı “mekânları, nesneleri ve özellikle bedenleri algılama yetisini” gösteriyor.

Juliette Binoche ve Daniel Day-Lewis’in duyarlı oyunculukları filme, etkileyici film anlatımının romana zarar vermeden ya da onu yanlış bir ışık altında bırakmadan oldukça zahmetsizce kendini özgürleştirdiği bir aura kazandırdı.

“Ölümsüzlük"ten (1990) bu yana, Kundera’nın yapıtlarında artık Çek sahneleri veya karakterleri yoktur. “Yavaşlık” (1994) ile yazar ilk kez Fransızca yazar. Bununla birlikte Fransız romanlarının mesafeliliği ve tarafsızlığı hayal kırıklıklarını da beraberinde getirir, Kundera’nın karakterleriyle oynadığı oyunun her zaman gerekli direnci gösterdiği toplumsal gerçeklikten yoksunluk var. Kundera ancak “Bilmemek” (2000) adlı romanıyla okurların beğenisini yeniden kazanır: Yıllarca süren bir göçün ardından Prag’a dönen bir adam ve bir kadın yakınlaşır ve yine de her biri kendi başına başarısız olur. Kundera’nın uzun bir aradan sonra romancı olarak geri döndüğü “Önemsizlik Şenliği” ( Türkçede “Kayıtsızlık Şenliği”) (2014), bir tür yaşlılık hikmet kitsch’i olarak eleştirmenler tarafından başarısız bulundu.

Milan Kundera, hiç almadığı Nobel Ödülü için defalarca aday olarak gündeme getirildi. Yine de, 1982’de Avrupa Edebiyat Ödülü, Nelly Sachs Ödülü ve 1987’de Avusturya Devlet Avrupa Edebiyatı Ödülü dâhil olmak üzere çok sayıda ödül aldı. En son 2020’de Prag Franz Kafka Derneği tarafından Franz Kafka Ödülü’ne layık görüldü.

Son yıllarda ünlü yazar hakkında büyük bir heyecan yaşandı: Prag’da bulunduğu öne sürülen belgelere göre yazar 20 yaşındayken bir anti-komünisti ihbar edip çalışma kampına gönderilmesine neden olmuştur. Kundera suçlamaları reddetti ve bir tanık, bu ihbarı başka birinin yaptığını iddia etti. O zamandan beri, yazarın muhalifleri ve destekçileri medyada olayı defalarca haber yaptı.

Kundera aynı zamanda önemli bir deneme yazarı ve roman kuramcısıydı. Okunmaya değer “Roman Sanatı” (1986/2006) ve “Perde” (2005) adlı yapıtlarında bize büyük modellerini ve ustalarını sunar: Cervantes, Sterne, Flaubert, Kafka, Musil ve Gombrowicz.

Doğum yeri Brno’daki Milan Kundera Kütüphanesi sözcüsü Anna Mrazova Çarşamba günü AFP (Agence France-Presse) haber ajansına verdiği demeçte, 94 yaşındaki yazarın uzun bir hastalıktan sonra Salı günü öldüğünü açıkladı. Pek çok dostu ve okuru şimdi yakınacaktır: “Sana nostaljimiz var, Milan!”      

Almancadan Çeviren: Meriç Gök