İlhan Berk’in “Günaydın Yeryüzü”sündeki “Dünya Ailesi”nin Ekopoetik Anlamı

Her şey yaşamaya hazırlanıyordu

Her şey gelir gelmez hayatlarını

 

Himalaya’lar, Ant’lar, Erciyeş’ler

Bir daha kımıldamamak üzere yerleşiyorlardı

 

Ben bir balığım, insan kardeşlerim, Boğaz’da

Karış karış dolaşıyorum dünyayı

Şimdi Ümitburnu’ndayım, şimdi Büyük Okyanus’ta, şimdi

İstanbul’da

Dünyayı sevdirmek ödevim

İlhan Berk (Hikâye, İstanbul Önünde İki Balık, Günaydın Yeryüzü, Adam Yayınları, Haziran 1982, İstanbul, s. 24-51)[1]

 

İlhan Berk’in (18 Kasım 1918-28 Ağustos 2008) 17 yaşındayken hece ölçüsü ile yazılan şiirlerin oluşturduğu ve yazıldığı dönemin biçimsel ve içeriksel epey bir özelliğini gösteren Güneşi Yakanların Selâmı ve İstanbul’dan (1947) sonra gelen Günaydın Yeryüzü’nde (1952) yer alan şiirlerini ekopoetik şiir içinde değerlendirmek için çok fazla belirti bulunuyor. Hatta bu kitapta yer alan şiirlere bakarak İlhan Berk’i Melih Cevdet Anday’la birlikte ilk ekopoetik şairler içinde saymak da mümkün görünüyor.

İlhan Berk’in ilk şiirleri 1935 yılında şair daha 17 yaşındayken Manisa Halkevi’nin çıkardığı Uyanış dergisinde, ilk kitabı yine aynı yaşta yayımlanmıştır. Yazıda şairin ilk kitabı Güneşi Yakanların Selâmı’nı (bu kitapta da ekopoetik bulunabilecek dizeler bulmak mümkün olmasına rağmen) ve İstanbul kitabını geçip Günaydın Yeryüzü’ne odaklanacağız.

Hemen başta belirtmek gerekir ki Günaydın Yeryüzü’ne ve daha sonraki şiirlerine bakarak İlhan Berk’in doğup büyüdüğü dünyanın bir sonucu olarak şiirinin her döneminde yabana ve onun kaotizmine merak ve şaşkınlıkla baktığını, özel bir ilgi ve alaka gösterdiğini yazabiliriz.

Bu durum doğrudan İlhan Berk’in hayatını yazı çerçevesinde tartışma konusu etmemizi de zorunlu hale getiriyor. İlkokul, ortaokul ve liseyi Manisa’da okuyan İlhan Berk Balıkesir Necatibey Öğretmen Okulu’ndan mezun olduktan sonra Espiye’de (Giresun) ilkokul öğretmenliği yapmış, ardından Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nün Fransızca bölümünden 1944 yılında mezun olmuş, 1945-1955 yılları arasında Zonguldak, Samsun ve Kırşehir’de ortaokul ve liselerde Fransızca öğretmenliği yapmış, 1956 yılından itibaren de on üç yıl boyunca Ankara’da Ziraat Bankası’nın Yayın Bürosu’nda çevirmenlik yaptıktan sonra emekli olmuş, sonra bütün mesaisini önce dünyayı gözlemeye sonra okumaya, şiir yazmaya ve çeviri yapmaya vermiştir. İlhan Berk 1970 yılında Bodrum’a yerleşmiş ve ölünceye kadar orada yaşamıştır.

Büyük ölçüde Anadolu’da geçen hayatı o dönemde (İstanbul tarih, mekân ve çokkültürlü hayatıyla bunlara ilk baştan eklenmiştir) şiirinin mekânlarını da oluşturur. Bu dediğimiz neredeyse Günaydın Yeryüzü (1952), Türkiye Şarkısı (1953) ve Köroğlu (1955) ile tepe noktasını bulurken şiirine yine neredeyse bu kitaplarla sınırlı memleketçi özellikler de kazandırmıştır. Sonrasında tarihî bir durum ve mekân olarak şehre dönük merakı sürerken yabana dönük ilgisini de daha da ilerletmiş ve genişletmiş, kendini sokakların kütükçüsü ve dünyanın gezgini ilan etmiştir.

İşin düşünsel boyutu ve düzeyleri bir yana onun dünyaya yaklaşımı kadar o yıllarda büyükşehirlerin dışında kasaba ve köylerde yaşıyor olmasının yazdıkları üstünde çok fazla etkisi vardır. Kasaba ve köylerde yaşama insanın doğrudan yabana yakınlığı, hatta büyük ölçüde onun içinde yaşaması olarak anlanabilir. Bundan dolayı da yaban baştan beri İlhan Berk’in ilgisi dahilinde olmuştur denebilir.

Bu dediğimiz 1970 yılında Bodrum’a yerleşmesiyle birlikte daha da yoğunlaşmış, yani yabana dönük ilgisini daha da arttırmış, hatta Gary Snyder’in belirttiği türden bir yaban görgüsüne baştan beri sahip olduğu, etrafından daha çocukluğunda edindiğini, öğrendiğini ortaya çıkarmasını ve okurun da bunu bilmesini sağlamıştır (Özgürlüğün Görgüsü, çeviri: İnan Mayıs Aru, Sub Yayınları, 2017). Bu ilgi sayesinde kendisi Şifalı Otlar Kitabı (Arda’s Yayınları, 1995), eşi Edibe Berk de Ege Mutfağı kitabını yazmıştır (Troya Yayınları, 2005).

Günaydın Yeryüzü, Türkiye Şarkısı ve Köroğlu’nu oluşturan şiirler de Anadolu’da yaşadığı dönemde yazılmıştır. 1958 yılında yayımlanan Galile Denizi ve sonrası ise daha fazla İkinci Yeni içinde değerlendirilmesi gereken ve hayatı boyunca geçmiş tarihi de şiirine dahil etmesiyle çeşitlenerek ve genişleyerek yanına insan ve insan olmayan hareketli hareketsiz canlıları, mekân ve nesneleri, onun demesiyle şeyleri de alarak daha da çokkültürlü ve çoksesli hale gelerek devam edecek bir yazma süreci olmuştur.

İlhan Berk’in en sonunda Bodrum’a yerleşmesi ve uzun bir süre, yani hayatını kaybedinceye kadar orada yaşaması onun yabanla ya da en azından kaotik ve düzenlenmiş/düzenlenmemiş haliyle ilişkisini kalıcı hale getirmiştir ve bu dediğimiz yanına mekân ve nesneleri de alarak şiirinde, yazısında ve tabii resminde benimsediği bir biçim ama ondan çok bir tutum/tavır haline de gelmiştir.

İlhan Berk’in şiirinde öne çıkan şeylerden birisi gökyüzü ise, ikincisi de yeryüzüdür.  Günaydın Yeryüzü adının verilmesiyle daha kitabın kapağında yaşadığımız dünya ima edilir. Burada dünya değil de yeryüzü denilmesi de bütün canlıların birlikte yaşadığı hayatla ilgilidir. Çünkü yeryüzü karşısında dünya tanımlaması daha az kapsayıcıdır ve sınırlıdır.

Yazılan şiirin temel özelliği ise yabanla insan hayatı arasında kurulan ilişkidir. Yabanın kaotik hali, özgürlüğü, belirlenemezliği ve öngörülemezliği (Ömer Faruk) insanın sorunlarına dönük arzusunu ifade etmenin yollarından biri olmuştur. “Mutlaka yaşamalıyız / En çok da rüzgârda bir ağaç gibi gür / En çok keder içinde / En çok yaşamasını istediğimiz” (Yaşadıkça, Romancero, Günaydın Yeryüzü, Adam, Haziran 1982, İstanbul, s.10).

Bu arzu İlhan Berk’in toplumsal olana ve yeni kurulan Cumhuriyet’e dönük merakıyla da yakından ilgilidir. Kaldı ki aynı dönemde şiirinin daha fazla toplumsal özellikler gösterdiği de zaten biliniyor. Hatta bu ilgiye bağlı olarak Günaydın Yeryüzü, Türkiye Şarkısı ve Köroğlu kitaplarında Anadolu yabanla birlikte asıl belirleyendir. Zaman içinde Anadolu ilgisi toplumsal olanın gerilemesine bağlı olarak zayıflayacak, şiirini yaban, mekânlar, nesneler ve onları dair düşünceleri oluşturacaktır.

Günaydın Yeryüzü’ndeki şiirlere bakarak İlhan Berk’in Carol J. Adams’ın sözünü ettiği canlılar arasındaki beynelmilel akrabalığı ve duygudaşlığı yaşadığı şehir, kasaba ve köylerde ve orada yaşadığı hayatının baştan beri düşünsel ve teorik hiçbir şeye ihtiyaç duymadan baştan beri asıl parçası olduğu ve bunu en sonunda şiirde savunduğunu söyleyebilecek durumdayız.

“Hanginiz aklınıza getirdiniz / Benim bir gün insanlığımı / Bitkilere hayvanlara kadar / Bir gün tutup genişleteceğimi / Bütün bu dünyaya saracağımı sonra da” dizelerinin bize asıl göstermeye çalıştığı da başta sözünü ettiğimiz görgüdür (Bir Orman, Günaydın Yeryüzü, s. 15).

Bu türden bir görgüyü yazılan şiir içinde Melih Cevdet Anday, Süreyya Berfe, Azer Yaran, Sina Akyol, Elif Sofya, Şinasi Tepe, Murat Esmer, Arsen Everekliyan gibi şairlerin yazdığı şiirlerde daha çok görürüz.

Alıntıladığım dizeler bu noktada İlhan Berk’in içinde yaşadığı dünyaya ve insanlara neredeyse eleştirel ve hesap soran bir dili de içerir. Çünkü yeryüzüne tahakküm uygulayan ve üstünde bütün canlılara karşı egemenliğini ilan eden tek canlı da insandır. Bunun tek yolu ve biçimi ise bildiğimiz uygarlıktan başka bir şey değildir.

İlhan Berk bu yaban görgüsünün şiirdeki yansımasını ve karşılığını onları dünyadan koruma ve aynı zamanda bu korumayı kalıcı hale getirme biçimlerinden biri olarak da anlar. Şiirse bunu anlatma ve ifade etme yoludur. İlhan Berk bir bakıma yazıp söyledikleri ile yabanın sözcülüğünü üstlenmiştir.

Beni beklemişler kardeşçiğim

Beni bu ağaçlar, nehirler, gökyüzü

Geleyim anlatayım diye bir gün kendilerini

Bir kere girdikten sonra şiirlerime

Bilmişler bir daha ölmeyeceklerini (Bir Orman, Günaydın Yeryüzü, s. 17)

O yıllarda İlhan Berk’in insan olmayan canlılara yönelik felsefe ve düşünce temelli bir okurluğunun olup olmadığını biliyor değiliz. Ayrıca aynı yıllarda bugün olduğu ölçüde bir kitaplığının olduğunu, oluştuğunu söyleyebilecek durumda da değiliz. Bir ihtimal Fransızca bilmesinden ve çeviri yapmasından dolayı birtakım kaynaklara ulaşması söz konusu olabilirse de o konuda da bizi tatmin edecek bir bilgiye sahip değiliz.

Ama o zaman da tek tek insanların aynı insanın hem insanlara hem de insan olmayan canlılara yönelik kalıcı hale gelmiş zulmünün farkında olması ve buna itiraz etmesi hiç olmazsa etrafına bakarak, gözleyerek mümkündür. Burada esas olan ise baştan beri altını çizdiğimiz görgüden başka bir şey değildir. Her canlının kendini hayatını yaşamak için dünyaya geldiği geçmiş zamanda da muhakkak telaffuz edilmiştir.

Her şey yaşamaya hazırlanıyordu

Her şey gelir gelmez hayatlarını (Hikâye, Günaydın Yeryüzü, s. 24)

Birlikte yaşamanın baştan öngördüğü otorite, hiyerarşi, egemenlik ve tahakkümün dışında canlılar arasındaki eşitlik ve onun talebidir. En azından insan türünün öteki canlılardan üstün bir tür olduğu düşüncesine, yani insanmerkezliliğe mesafeli yaklaşmak ve yürürlükte olana itiraz etmektir. Felsefenin tarihi her zaman azınlıkta kalsa da felsefecilerin bu konudaki düşünce ve talepleri ile doludur.

Canlılar arasındaki farklılık insan aklı ve dil dahil sorun olmaktan çok birlikte yaşamanın imkânı olduğu kadar, sorunu olmaya da sonuna kadar açıktır. Yanı sıra insan olmayan hareketli canlıların, yani hayvanların da duyguları olduğu, en önemlisi acı duyduğu/çektiği o zaman da biliniyordu. 

Buysa bırakalım insan olmayan hareketsiz canlıları, en azından insan olmayan hareketli canlıları başka bir canlı olarak insan tekiyle doğal olarak birbirine akraba yapar. Bütün canlılar birbirimizin yakınıyız ve aynı dünyada birlikte yaşıyoruz da diyebiliriz. Buysa bütün canlıları bir aile, İlhan Berk’in demesiyle “dünya ailesi” yapar. Aşağıdaki dizelerde İlhan Berk’in belirtmeyi çalıştığı da aile olmamız ve bunun için savaşmamız, mücadele etmemiz gerektiğidir ama artık şehirler bunun yaşandığı yer değildir ne yazık ki:

Biz yaşayanlar ayrı değiliz birbirimizden

Önce bunu söylemeliyim size

Sonra bütün güzel şeyleri sevmekte

Beraber olmalıyız derim

Değil mi bu dünya ailesindeniz

Bize de bu düşer bu savaşta (Gecenin İçinden Bitkileri, Hayvanlara Sesleniş, Günaydın Yeryüzü, s. 31)

Dünya tarihi, sonradan insanın dahil olmasıyla birlikte somutlanan insanın güvenlik nedeniyle ilk çiti çekmesi,  toprağı işlemesi ve avcılığı öğrenmesiyle birlikte sorunlu hale gelen birlikte yaşamanın da tarihidir. İnsan öncelikle kendini, sonra da toprağı ve insan olmayan hareketli hareketsiz canlıları evcilleştirmiş, yabanla arasına ayrım ve ayrılık olarak kabul edilebilecek ilk eylemleri uygarlıkla birlikte alet edevatıyla ve başka araçlarıyla gerçekleştirmiştir.

Bunun öncelikle her canlı için halli pek mümkün olmayan bir yalnızlık ve kırım anlamına geleceği ise açıktır. İnsan ya da bir canlı topraktan, özellikle sudan uzak ve ayrı bir yerde yaşamayı sürdüremez, yaşayamaz. Bugünün teknolojik dünyası bile bunu çözememiştir. Canlılar tarih boyunca uygarlıkla birlikte ortaya çıkan ve halledilemeyen egemenlik ve tahakküm temelli ilişki ve sorunlara rağmen şehirler güvenlik ve daha başka nedenlerden dolayı kapatılma mekânı haline gelinceye kadar birlikte yaşamayı sürdürmüştür. Aşağıdaki dizelere bakarak İlhan Berk’in 1950’li yılların başında böyle bir dünyayı öngördüğünü ve uyardığını, yabanın kaotik hayatını asıl hayat olarak anladığını ve ifade ettiğini yazabiliriz.

Kötüye karşı hep bir olmalıyız

Bütün işlerin iyi gitmesinde bir

Ve şunu bilmeliyiz ki zaten

Bir başına yaşamak, yaşamak değildir

Bilsek nehirler bizden habersiz yaşarlar

Bilsinler ki hiç yaşamamışlardır (Gecenin İçinden Bitkileri, Hayvanlara Sesleniş, Günaydın Yeryüzü, s.31)

İlhan Berk’in bu kitaptaki şiirlerde asıl altını çizmeye ve belirtmeye çalıştığı ise dünyanın ele geçirilemeyen ve öngörülemeyen kaotik bir düzeninin olması ve insan dışında hiçbir canlının bu düzene olumsuz anlamda hiçbir şey yapmamasıdır.

Herkesin yeri başka şu dünyada

Dağlarınki başka

Ovalarınki başka

Başımızın üstünde kasılıp kalmak seninki de gökyüzü (Gökyüzüne, Günaydın Yeryüzü, s. 31)

 

Her şey yerini alıyordu sırası geldikçe

İlhan Berk bütün bunları görüyordu (Hikâye, Günaydın Yeryüzü, s.25)

Özetle İlhan Berk’in Günaydın Yeryüzü’sü canlıların birlikte hayatını göstermesi ve savunması açısından üstünde durulması gereken önemli ve tekten örneklerden biridir. Kitap dünyayı insanın ve araçlarının zaman içinde ne hale getirdiğini ve bunun şiirdeki karşılıklarını geçmişten bugüne görüp anlamamız açısından da dikkatle okunmayı hak ediyor.

Sonrası başka bir tartışma konusu olmak üzere İlhan Berk’in Günaydın Yeryüzü kitabında yer alan yirmi şiirin ilk ekopoetik örneklerinden biri olduğunu bir kez daha belirtip bahsi kapatabiliriz.


[1] Eşik 1947-1975, Toplu Şiirler I, YKY, 1999, İstanbul.