“Açıkça İdeolojik İntikam ve Cezalandırma Tutkusu…”
CHP İzmir Milletvekili Yüksel Taşkın ile Söyleşi

Barış Akademisyenleri’nin deyim yerindeyse “ikinci tasfiyesi” üzerine, DEM Parti Diyarbakır milletvekili Sevilay Çelenk’le söyleşinin ardından, CHP İzmir Milletvekili Yüksel Taşkın sorularımızı cevapladı. Prof. Taşkın da Barış Akademisyenleri'nden; 7 Şubat 2017'de Marmara Üniversitesi’nden ihraç edilmişti.

***

 

Geçtiğimiz yıl, KHK ile ihraç edilen Barış Akademisyenleri'nin bir bölümünü görevlerine iade eden mahkeme kararları, buruk da olsa bir iyimserlik yaratmıştı. Art arda gelen, özellikle son aylarda sıklaşan kararlarla, üniversitelerin itirazları üzerine bu dosyaları ele alan idare mahkemeleri, -özellikle bazıları!- art arda yeniden ihraç kararları veriyorlar. Bu kararlarda hangi gerekçeler kullanılıyor, nasıl bir "hukuk" işliyor?

Tam da bu söyleşiyi yapacağımız bugün, 13. Bölge İdare Mahkemesi’nin (BİM) ikiye karşı bir oyla göreve iade başvurumu reddettiğini öğrendim. Mahkeme’nin ret kararı vereceğini zaten biliyordum. Daha önce de 24. İdare Mahkemesi dosyamla ilgili ret kararı vermişti. Bizim davamızla ilgili olarak Ankara 19-28 İdare Mahkemeleri (AİM) görevlendirilmişlerdi. Fiil (elbette suç değil!) aynı olduğu halde AİM kararlarında birbirleriyle taban tabana zıt sonuçlar çıkabiliyor. Örneğin benim dosyama bakan 24. AİM, 51 ret kararı verirken, sıfır iade kararı çıkarmış. Buna karşın 21. AİM, 69 iade 2 ret kararı vermiş!

Barış Bildirisi İmzacıları hakkında 20, 24, 25 ve 28. AİM’lerinde verilen kararlarda tüm başvurular reddedilirken, 19, 21, 22, 26 ve 27. AİM’lerinde iade ve ret kararları verildi. İşin ilginç tarafı Barış İmzacılarının neredeyse yarısının iade, yarısının da ret kararları almaları!

İşin istinaf tarafına baktığımızda da bu tuhaf yarılma devam ediyor: 13. Bölge İdare Mahkemesi (BİM) bütün başvurularda ret kararı verirken, 14. BİM 4 ret, 34 iade kararı vermiş. 15. BİM henüz bir karar vermemiş.

Alınan kararların temelden hukuksuz olduğunu vurgulamakta yarar var: Füsun Üstel’in yaptığı bireysel başvuru sonucunda Anayasa Mahkemesi tarafından Temmuz 2019’da verilen kararda, Barış Bildirisi’ne imza atan akademisyenlerin cezalandırılmalarının ifade özgürlüklerinin ihlali anlamına geldiği ifade edildi. Bu kararın ardından Füsun Üstel cezaevinden çıkarken, davası devam eden ve sonuçlanan diğer akademisyenler hakkında da beraat kararları verildi.

Anayasa Mahkemesi, Barış Bildirisi’ni fikir özgürlüğü kapsamında değerlendirdiği ve karar idareyi de bağladığı halde derhal işimize iade edilmememiz aslında vahim bir hukuk skandalıdır.

Derhal göreve iade edilmemiz gerekirken, hukuksuzca oluşturulan OHAL Komisyonu, Barış için Akademisyenler Bildirisi nedeniyle ihraç edilenlerin dosyaları hakkında tam beş yıl sonra, 2021 yılı ekim ayında ilk kararını verdi. Neden beş yıl? Çünkü onlar da kararın hukuki değil, siyasi olduğunun bilincindeydiler ve siyasi dengeleri gözettiler. Açıkça baskı da gördüler.

Türkiye’de bu keyfilik, anayasayı tanımayan anayasasızlaştırma sürecinin de en büyük yapıtaşlarından olmuştur. Bu açılan yoldan maalesef Can Atalay’ın milletvekilliğinin bir başka yargı darbesiyle elinden alındığı noktaya geldik. Aslında Atalay Yargı Darbesi, bir başlangıç değil, çoktan açılmış bir yolun sonuçlarından sadece biriydi.

Bugün AİM ve BİM’lerin çelişkili kararlarına giden yolu döşeyen de OHAL Komisyonu oldu. OHAL Komisyonu kurum görüşleri ve bildiri hakkında emniyet değerlendirmesi gibi gerekçelerle ret kararları oluşturuldu. İdare Mahkemeleri de örneğin bir şahsın örgüt üyesi olmadığı halde “iltisaklı veya irtibatlı” olabileceğine karar vermek için attığı tweet’lere bile bakmaya kalktılar. Şahıs sadece Barış Bildirisi’ne imza atmışsa ve “fazla politik olma” suçunu işlememişse iade kararı alması daha mümkün. Burada anlatılan da aslında bir hukuk skandalı. Suçun tespiti tanımlanan fiille alakalı olabilir. Bu çelişkili ve tutarsız kararlar aslında İdare Mahkemelerinin hukuki değil, bal gibi ideolojik saiklerle iş gördüklerinin kanıtı.

Bu düğüm nerede çözülecek? Benim gibi çok sayıda Barış İmzacısı BİM’lerin ardından Danıştay Beşinci Dairesi’ne başvuruda bulunacak. Dava seyrine bakan deneyimli hukukçular, “normal koşullar altında” bu Daire’nin İmzacılar lehine karar vermesi gerektiğini söylüyorlar. Ama yakın zamanda bu Daire hem Erdoğan hem de Bahçeli’nin hedefi oldu. Erdoğan Daire’nin aldığı bazı kararları “kabul etmelerinin mümkün olmadığını” bile söyleyebildi.

Yarım ve buruk bir telafi sevincinin dahi kırılması karşısında, fikrinizden öte hissini soracağım? Ne hissediyorsun?

Ben böyle bir sevinç yaşamadım iki aşamada da ret alığım içim ama iade edilen ve sonra ret alan arkadaşlarımızın neler hissettiklerini elbette görüyorum. Aradan geçen yedi yılın ardından iade sizi sadece öğrencilerinize ve meslektaşlarına kavuşturmuyor, maddi bir katkı da dahil haklarınız da iade ediliyor. Belki şehir değiştirerek eski hayatınıza dönmüşken tekrar ret kararı alıyorsunuz. Burada ne hukuk var ne de vicdan. Açıkça ideolojik intikam ve cezalandırma tutkusu var.

İade edilenleri dava eden de üniversiteleri. Bunu yapmak zorunda mıydılar? Bana göre hayır. Böylece üniversitenin muhalif bir rengine tahammül edemeyerek yol açtıkları büyük ayıbı daha da katmerlendirdiler. Ben arkadaşlarım adına kırgınım ve kızgınım ama biliyorum ki hep beraber, yılmadan mücadele etmeye devam edeceğiz.

Bundan sonra ne yapılacak, bu mücadeleyi nasıl bir seyir izleyecek; senin, sizin nasıl bir katkınız olabiliyor?

Yukarıda bahsettim. Danıştay Beşinci Dairesi bu kördüğümü çözmeli. Çözerse aslında Anayasa Mahkemesi’nin açık bir kararı da engebeli yollardan sonra uygulanmış olacak. Eğer bu beklentimiz gerçekleşmezse AİHM’in alacağı ilgili karara kadar bu süreç devam edecek.

Süreç içerisinde Barış İmzacıları ciddi bir toplumsal meşruiyet elde ettiler. Meclis’te bile bunu hissediyorsunuz. Bu mücadele çok geç de olsa lehimize sonuçlanacak büyük olasılıkla ama üniversiteler darbeci zihniyete ortak olma suçlarına bir başkasını eklemiş olacaklar. Üstelik bundan daha en başından kaçınmak ve hiç soruşturma açmayarak meslektaşlarını atmamak mümkünken…

Biz bu süreçte dayanışmayı öğrendik. Örgütlü toplumdan ciddi destek gördük. Çok sayıda arkadaşımız yurtdışına gitti. Orada maalesef kalıcı olmayan burslarla idare etmeye çalışıyorlar. Ben onların dönmelerini çok isterim.

TBMM’de çok sayıda KHK’lı vekil olarak konuyu gündemde tutmaya gayret ediyoruz. Yine konuyla ilgili bürokratik kurumlarla iletişim kurmaya kadar her meşru yolu deniyoruz. Konunun yeniden siyasetin gündemine gelmesi lazım. Murat Sevinç Hoca bu konuda iki değerli yazı yazdı. Muhalif çevreler konuyu yeniden gündeme taşırlarsa siyaset de ilgisiz kalamaz.

Dolayısıyla hukuki süreçleri ısrarla takip etmeliyiz çünkü aslında bu koşullarda çok da fena olmayan, olumlu sonuçlar da elde ettik. Bu da mevcut sorunlarına rağmen formel yapının tüm imkânlarını kullanma sabrı ve zekâsıyla alakalıydı. Bu nedenle hukukçu arkadaşlarımızı da kutlamak lazım.

Eğitim-Sen sürecin her aşamasında (hukuki ve maddi destekler dahil) yanımızdaydı. Yıllarca Barış İmzacılarına maddi destek sağlayarak üye aidatının ne anlama geldiğini sözde sendikalara kanıtladı. Sözün özü dayanışmaya devam edeceğiz.

Ege Üniversitesi'nden bir grup felsefe öğrencisi, “nitelikli eğitim alma haklarının" engellendiğini söyleyerek bu kararları protesto ettiler. Bunu nasıl yorumladın? Akademisyenlerden böyle bir ses işitilmemesi hakkında bir şey söylemek ister misin?

Evet biz diğer KHK mağdurlarına göre daha fazla destek gördük. Ama akademi bir bütün olarak yanımızda durdu mu? Hayır. Geleneği olan yerlerden, bazı “ceplerden” destekler geldi ama bütün olarak üniversiteler bu sınavdan feci biçimde çaktılar. Dönüp baktığımda Barış İmzacılarının tasfiyesinin özellikle Siyasal Bilgiler fakültelerinde oluşan sol demokrat geleneği ortadan kaldırmaya ayrıca gayret ettiğini hissediyorum. Bu durum üniversitelere, öğrencilere ve Türkiye’ye zarar verdi ve vermeye devam ediyor.

Bu tasfiyeci zihniyetin yeni hedefi Boğaziçi Üniversitesi. “Milli ve yerli” sınırları çok zorlayan bu üniversite çökertilme pahasına “hizaya getirilmeye” çalışılıyor ve tek başına direniyor. Toplumun büyük çoğunluğu Boğaziçi’ne yaşatılanları yanlış buluyor ama örgütlü ve nefes aldırmayan bir baskı ortamı oluşturamadık. Ama Boğaziçi bileşenleri mücadeleyi terk etmeyerek ne yapılması gerektiğini de hepimize göstermiş oldular…

Ege Üniversitesi öğrencileri harika bir mesaj vermiş oldular. “Hocama dokunma” türünden girişimler en başta da olmuştu. Ama zamanla elbette sönümlendi. Ama felsefe öğrencileri unutmamanın da ciddi bir direniş olduğunu bizlere gösterdiler. İşte ben bu öğrencileri çok özlüyorum. Dik başlı güzel çocuklarını inadına harcayan bir ülke burası ama ne yapsalar böyle gençleri bitiremiyorlar.

Asıl onlar için mücadele azmimizi koruyoruz…