Avrupa'da Aşırı Sağın "Modernleşmesi": Ulusal Cephe Artık Daha "Correct"

Geçtiğimiz günlerde yapılan İngiltere seçimleri merkez sağın galibiyetiyle sonuçlandı. Dahası, radikal sağ da kayda değer bir gelişme gösterdi. UKIP (Büyük Britanya Bağımsızlık Partisi) yüzde 12.6 gibi bir oy oranına ulaştı. Buna rağmen UKIP önümüzdeki 5 yılda sadece bir  milletvekiliyle ana akım siyasetin dışında, bir tepki hareketi olarak kalacak. Oysa Fransa aşırı sağı, bu kadarla yetinmeyecek gibi görünüyor. 

Fransa’da seçimler yaklaşırken, üç partili bir düzene geçilmiş olduğu artık su götürmez bir gerçek. Sosyalist parti ile muhafazakâr UMP’nin yanı sıra, göç ve Avrupa Birliği karşıtı reaksiyoner bir seçmene oynayan Front National (Milli Cephe)  birbirlerine çok yakın oy oranlarına sahip gözüküyor. Front National (FN) bir zamanların marjinal partisiyken, günümüzde ülkenin en önemli politik güçlerinden biri oldu. Son yıllarda, yeni liderleri Marine Le Pen ile izledikleri “dédiabolisation” (şeytanlaştırılmaktan çıkma) stratejisinin sonuçları bunlar. Fakat işin aslı şu ki, aynı UKIP gibi bir tepki hareketi olan Front National de ana akım, meşru siyasetin hâlâ bir hayli dışında. Cevaplamaya çalışacağım soru, partinin kurucusu, şimdiki liderinin babası ve Fransız aşırı sağının sembol ismi Jean-Marie Le Pen’in uzaklaştırılmış olduğu şu günlerde, bu ana akımlaşma sürecinin hangi aşamasında oldukları. 

Yerel seçimlerden ikinci, Avrupa Parlamentosu seçimlerinden ise birinci parti olarak çıktılar. Asıl önemlisi, daha önce seçim başarıları, politik bir skandal olarak görülmüşken (2002 cumhurbaşkanlığı seçimlerinden 2. parti çıktıklarında olduğu gibi), insanları sokağa dökecek (1,5 milyon insan Paris’te onların seçim başarılarını protesto etmek üzere yürümüştü), siyasi rakiplerini de onlarla televizyonda münazara yapmayı reddedecek (seçimin ikinci turunda geleneksel olarak iki cumhurbaşkanlığı adayı canlı yayında karşı karşıya gelmesine rağmen, Jacques Chirac, FN’nin adayı Jean-Marie Le Pen ile televizyona çıkmayı reddetmişti) kadar tiksindiren bir oluşumlarken, FN artık politikanın düzenli bir aktörü olarak kabul ediliyor. Marine Le Pen televizyona en sık çıkan ve en yüksek rating alan siyasetçilerden biri olmuş durumda. Son yerel seçimlerde, UMP’nin başındaki eski cumhurbaşkanı Sarkozy, sosyalistleri ve Front National’i kendisine eşit derecede uzak gördüğünü söyledi. Hâlbuki daha önceki seçimlerde merkez partileri çoğunlukla aralarında ittifak yapıp FN’ye çelme takmaya çalışırlardı. Uzun lafın kısası, Front National politik bir gettoya hapsedilmişti. İşler son zamanlarda yeni lider Marine Le Pen’in “dédiabolisation” politikasıyla değişti. Seçimlerde alınan sonuç bir yana, insanların FN’ye bakışı da değişti. Fakat görünen o ki başarıyla gerçekleştirilip tamamlanmış bir değişimden çok, uzun bir sürecin başında bulunuyorlar. 

Le Monde’un son anketlerine göre, Fransız’ların yüzde 60’ı FN’yi demokrasiye yönelik bir tehdit olarak görürken yüzde 78’i de hâlâ aşırı sağ bir parti olduklarını düşünmekte. Avrupa Parlamentosu gibi siyasette etkisi düşük olan ve seçimlerine katılım oranının yüzde 40’larda olduğu bir yapı çerçevesinde Fransa’nın birinci partisi olabilirler fakat aynı UKIP gibi, gerçek mecliste sadece iki milletvekilleri var. Bunun temel nedeni oy oranlarından da önce seçimin formatı. Avrupa Parlamentosu seçimlerinde orantılı temsil sistemi varken, AB üyesi devletlerin bir kısmında dar bölgeli seçim sistemi uygulanıyor. Dolayısıyla kaybedilen bölgelerde alınan oylar meclise yansımıyor. UKİP de, FN de birer tepki partisi olarak,  krizden çok ciddi etkilenen bazı küçük bölgeler dışında pek birinci parti olamıyorlar. İnsanların önemli bir kısmı galeyana gelse de, çoğunluk genellikle bir tepki hareketine oy vermeyecek kadar temkinli yaklaşıyor. Fransa'da eklemeliyiz ki, seçimler iki turda yapılıyor. Daha önce dediğim gibi, şu an Sarkozy'nin de katkılarıyla bu gelenek etki kaybetmekte de olsa, ikinci turda merkez sağ ve sol seçmen genellikle birleşip FN'ye karşı oy kullanıyor. FN ilk turda birinci gelmiş olsa da, bir bakıyoruz ikinci turda milletvekili çıkaramamış. İşin aslı, çoğu insan Marine Le Pen’in eski FN’den farkının sadece daha pragmatik olması olduğuna inanıyor, onlara göre gerçek bir değişim yok. Babasının açıkça söylediği şeyleri onun sadece “politicaly correct” şekilde dile getirdiğini düşünüyorlar. Sonuçta FN’nin kurucusu, en etkin üyesi, onursal başkanı ve mevcut başkanının babası olan şahıs Nazilerin gaz odalarına “İkinci Dünya Savaşı’nda bir detay” demiş, açıkça işbirlikçi Mareşal Petain’e olan sempatisini açıklamış, Nelson Mandela’nın terörist olduğunu söylemiş, Dünya Kupası’nı kazanan Fransa milli takımında çok fazla göçmen olduğunu söylemiş ve daha önceki yazılarımda da bahsetmiş olduğum daha bir yığın skandala imza atmış bir adamdan söz ediyoruz. 

İşte bu adam, Jean-Marie Le Pen, geçtiğimiz günlerde, kavga gürültü içinde kurucusu olduğu partiden ihraç edildi. Giderayak kızını “küçük burjuva” olmakla, kendisine ihanet etmekle ve FN’yi de sistemin partilerinden biri yapmakla suçladı. Hatta Le Pen soyadını artık taşımaması için bir an önce evlenmesi gerektiğini söyleyecek kadar ileri gitti. Veryansın etti, tepindi fakat baba Le Pen’e kapı göründü. 86 yaşında meczup ve çoğunlukla nefret edilen (siyasette yer sahibi olmasına anketlere göre insanların sadece yüzde 2’si sıcak bakıyor) bir şahıs olarak kızına karşı cephe alması imkânsız görünüyor. Marine Le Pen babasını tasfiye etmeyi başardı ve bu olağanüstü büyük bir adım. 2017 seçimlerine doğru giderken Marine ve eski solcu Florian Phillipot (Le Pen’in uzaklaştırılması meselesinde kendisi de lafını sakınmamış, biraz gururu varsa Jean-Marie Le Pen’in kendi istifa etmesi gerektiğini söylemiştir) önderliğindeki genç, reformcu kadro bundan çok faydalanacak. Şu anda partinin isim değişikliğine gitmesi dahi konuşuluyor. 2017 seçimlerinde alacakları muhtemel başarı ile mecliste ilk kez gerçekten önemli olacaklar, tam anlamıyla muhalefet yapacaklar. Cumhurbaşkanlığı seçimi için bile bir FN galibiyetini öngörenler var. Marine Le Pen ile yenilenen FN inanılmaz bir ajitasyon ve örgütlenme ile meclisin dışından, gücün uzağından muhalefet yapmayı başardılar. Büyük bir tepki hareketi oldular. Fakat asıl siyaset yeni başlıyor. Popülist bir kızgınlar hareketi yerine meşru bir siyasi partiye dönüşmek burada asıl kilit nokta. Yoksa ne kadar tepinirlerse tepinsinler, hatta ne kadar oy alırlarsa alsınlar, mevcut sistemin şartları altında, merkez onlarla koalisyon yapmadığı takdirde, iki milletvekiliyle yetinmeleri gerekecek. Fikirleri halk bazında etkili olsa, sempati çekseler de gerçek bir güç olmaktan hâlâ uzaklar. Öyle bir meşruiyet kazanmaları lazım ki, onlara oy vermeyen fakat kendi partisi il turu aşamayan seçmenler de ikinci tur gelince bölgesine göre Sosyalistler veya UMP yerine FN'e oy vermeyi gözden geçirsin. Jean-Marie Le Pen’in tasfiyesi FN’nin daha önceki “dédiabolisation”dan daha kapsamlı bir değişikliğe gidiyor olduğunun göstergesidir. Artık gözleri daha yükseklerde.  

Belki FN için uzun süredir “anaakımlaşma” söz konusu fakat bir tepki partisi olmaktan çıkıp gerçek bir siyasi aktöre dönüşmek farklı bir mesele. Dar bölge sistemi çoğunlukla radikal popülist hareketleri alt eden bir etken, ikinci tur sistemi ise bu hareketler için tam bir kâbus. FN'in bu bariyeri aşması kendileri için büyük bir iş olacak ve şu an oldukça mümkün görünüyor. Marine Le Pen henüz bu sürecin sonuna gelmiş olmaktan uzak fakat önemli bir adım atmış oldu. Babasının da kendisini şu anda yapmakla suçladığı gibi siyasetin alışıldık aktörlerinden birine mi dönüşecek ? Bu değişim gerçekleşirse popülist yanlarını ve dolayısıyla kitlelerini kaybedecekler mi? Yoksa biraz ılımlı hale gelseler de, benzer bir siyaseti devletin zirvelerine kadar taşıyabilecekler mi? Bu süreç, merkezin veya sistemin radikal sağı ehlileştirmesi, ılımlılaştırması anlamına mı geliyor – yoksa aslında merkez sağın radikal sağ tarafından, onun incelmiş-kibarlaşmış ırkçılığı-milliyetçiliği tarafından işgali mi? Sadece Fransa’yla değil bütün Avrupa’yla ilgili sorular bunlar.