Nobel ödülleri açıklandı. Bu yıl yine değerli bilim insanları ödüle layık görüldü. Ancak her zamanki gibi, ödüllerle birlikte tartışmalar da alevlendi. Barıştan bilime, siyasetten temsile uzanan bir yelpazede Nobel’in kendisi bir kez daha ‘nitelik’ ile ‘gösteri’ arasındaki çizgiyi sorgulatıyor.
Bu yılki Barış Ödülü, örneğin, bir kez daha politik manipülasyonların gölgesinde kaldı. Venezüellalı siyasetçi Maria Corina Machado’ya verilen ödül, Trump’tan Netanyahu’ya uzanan bir güç hattında, barışın bile siyasetin aracı olabileceğini gösterdi. Aynı zamanda yabancı basında da şu soru vardı: “Barış ödülünün anlamı ne zaman yitirildi?[1]”
Bu tartışmalar, bilimin alanına da ayna tutuyor. Çünkü Nobel artık yalnızca başarıyı değil, görünürlüğü de ödüllendiriyor. Oysa bilimde nitelik, ödül komitelerinin takdirinden önce gelen bir şey; istatistiklerden, sıralamalardan ya da kamuoyunun heyecanından bağımsız bir kavram. Bu yıl Tıp alanında Nobel kazanan Mary E. Brunkow’un adı da bu bağlamda öne çıktı. Sosyal medyada ve çeşitli iletişim kanallarında yer buldu bu haber. Peki neden? Çünkü bize bir şeyi hatırlattı: bilimde niteliğin anlamını.
Daha önce yazmıştım; ülkemizde bir dönem araştırma metrikleri üzerinden rektörlerin akademik geçmişleri tartışılmıştı[2]. Ama gelin bu kez Nobel’den hareketle, meşhur metriklerin bize aslında neyi unutturduğuna, yani niteliğin gerçek anlamına bakalım.
H-İndeksi'nin Söyleyemedikleri
Mary E. Brunkow olarak Web of Science’da arattığımızda, profilinde 40 bilimsel yayını ve 21’lik bir h-indeksi görülüyor. Toplam atıf sayısı 9.800’ü, patentlerdeki atıflar ise 200’ü geçmiş durumda.
Bu tablo, istatistiksel olarak hiç de mütevazı sayılabilecek bir profil değil; ancak h-indeksi açısından bakıldığında, ülkemizde çoğu zaman ölçüsüz biçimde tartışılan “yüksek başarı” eşiğinin de uzağında.
Brunkow’u özel kılan şey, bu rakamlar değil; insanlığın bağışıklık sistemini anlama biçimini değiştiren bir keşfin parçası olmasıydı ve bu yıl Tıp Nobel’ini aldı.
İşte bilimin gerçek değeri burada gizli: Bazen bilimsel başarı, istatistiklerde değil; fikrin niteliğinde saklıdır.
Bugün akademide hâkim olan kültür, üretimi çoğu zaman sayıya indiriyor: yayın, atıf, h-indeksi, sıralama… Oysa h-indeksi en fazla bir araştırmacının asgari araştırma kültürüne sahip olup olmadığını gösterebilir; ama düşünsel derinliği, etik duruşu ya da kuruma kattığı anlamı ölçemez.
Burada indeksleri küçümsemiyorum; her biri bilimsel üretimi değerlendirmek açısından dikkate alınmak zorunda. Ancak yüksek bir değere sahip olmak da, özellikle araştırma makalelerindeki yazar sayısının artması ve zaman zaman yayın politikalarının farklı dinamiklerle şekillendiği günümüz akademisinde, tek başına bir anlam taşımıyor. Çünkü nitelik, metriklerin ötesindedir.
Bilimde Güven, Kendi Satırından Başlar
Mary Brunkow’un hikâyesi, bu gerçeği bir kez daha görünür kılıyor. Bilim insanı, sıralamalarda değil, hakikatin peşinde koşmalıdır. Bu kimi zaman kısa, bazen de çok uzun sürebilir; kimi zaman tek bir araştırmayla kendini gösterir, bazen de onlarca makaleyle. Ama değişmeyen şey şudur: Ne yaparsak, ne yazarsak, niteliğinden emin olmalıyız. Post-doc danışmanım George F. Barrowclough’un bir sözü hâlâ aklımda: “Ne yazarsan yaz, noktasına virgülüne kadar emin ol,” derdi. Yaptığı her işte bana titizliğin, emeğin, çalışmaya aidiyetin ve en önemlisi de niteliğin yerini göstermişti. Çünkü bilimde güven, önce kendi satırından başlar.
Bilginin Ötesinde: Üniversiteyi Bilgelik Kurtarır
Bu noktada felsefeci Nicholas Maxwell’in “The Wisdom-Inquiry University” yaklaşımı önemli bir çerçeve sunuyor[3]. Maxwell, üniversitelerin yalnızca bilgi üretmekle değil, bilgiyi ne için ürettiklerini sorgulamakla yükümlü olduklarını savunur. Bilimin amacı sadece bilgi birikimini artırmak değil; yaşamda neyin gerçekten değerli olduğunu bulmaya katkı sunmaktır. Ona göre akademi, bilgiyi bir hedef olarak değil, bilgelik üretiminin aracı olarak görmelidir. Bu da “amaç-yönelimli akılcılık” (Aim-Oriented Rationality) dediği kültürel dönüşümü gerektirir.
Bilginin peşinden gitmek, yaşamın sorunlarından kopuk olamaz. Bilgi, kendi başına değerli olsa da, asıl anlamını yaşamı daha iyi hale getirmeye hizmet ettiği ölçüde bulur. Bu noktada bilimin görevi yalnızca açıklamak değil, anlamaktır; yalnızca ölçmek değil, dönüştürmektir. Üniversitelerin rolü de, insanın dünyayla ve kendisiyle kurduğu ilişkinin anlamını sorgulamak, bilgiyi amacın ışığında yeniden düşünmektir.
Maxwell’e göre bilimsel tartışmalar yalnızca kanıt ve teori düzleminde değil, aynı zamanda amaç düzleminde de yürütülmelidir. Çünkü her araştırmanın arkasında, çoğu zaman fark edilmeyen değer, etik ve politik varsayımlar vardır. Gerçek ilerleme, bu varsayımları açıkça tartışabildiğimizde mümkündür. Üniversiteler, bu dönüşümü gerçekleştirebildikleri ölçüde sadece bilgi değil, anlam üreten kurumlara dönüşür. Bilimin sınırlarını, aklın kendi mütevazı gücünü fark ettiğimizde daha iyi anlarız.
“Elbette akıl, kendisine düşen sonsuz görevin karşısında zayıf kalır.” — Albert Einstein
Ne var ki bugün pek çok üniversite, bilgelikten ziyade görünürlük, rekabet ve sıralama hedefleriyle tanımlanıyor. Oysa Maxwell’in uyardığı gibi, akademi kendi içinde amaç-yönelimli akılcılığı uygulayamadığı sürece, topluma da rehberlik edemez. Bir üniversite, ancak neye hizmet ettiğini sorguladığında insanlığa rehberlik eden bir kurum olabilir.
Mary Brunkow’un örneği, bu çağrının somut bir karşılığı. Bilim insanı, sıralamalarda değil, amaçta derinleşmelidir. Üniversiteler ise bilginin değil, bilgelik arayışının kurumları olabildikleri ölçüde değerlidir. Çünkü sonunda bilimin gerçek ölçüsü, kaç makale yazdığınız değil; kaç soruya derinlik kattığınızdır.
Bilim, rakamlarla değil, sorularla anlam kazanır.
[1] “Donald Trump and the Nobel Peace Prize: What the farce says about our times.” The Guardian, 11 October 2025.
[2] Akademik karnesi zayıf olan üniversite rektörlerinin temsil sorunu. - Yetkin Report, 9 Haziran 2025. - https://yetkinreport.com/2025/06/09/akademik-karnesi-zayif-olan-universite-rektorlerinin-temsil-sorunu/
[3] Bu yazıda yer alan “The Wisdom-Inquiry University” kavramı, Nicholas Maxwell’in How Universities Can Help Create a Wiser World: The Urgent Need for an Academic Revolution (Imprint Academic, 2014) adlı eserinden alınmıştır.



