Çözüm Süreci, Demirtaş ve Zalim İyimserlik

Tania Murray Li, yaşamının hatırı sayılır bir bölümünü Endonezya’nın Sulawesi adasında yerel toplulukların yaşam pratiklerini incelemeye adamış bir antropolog. Araştırmalarının birisinde, uzun süreli yoksulluktan kurtulmanın bir yolu olarak kakao üretimine yönelen Lauje topluluğunda kapitalist ilişkilerin nasıl ortaya çıktığını irdeler.[1]

Lauje topluluğunun yaşadıkları, Li’ye göre, Karl Polanyi’nin Büyük Dönüşüm’deki iddialarını boşa çıkaracak niteliktedir. Li, Lauje topluluğunun kapitalizme ne “rıza” ne de “direniş” gösterdiğini söyler. Kimse onları kapitalist sisteme entegre olmaya zorlamamıştır. Hatta, bu ‘dağlı’ halk kimsenin umurunda bile olmamıştır. Halk kendi isteğiyle, zenginleşme ve kalkınma beklentileriyle kapitalist üretim biçimine dahil olmuştur. Li, günün sonunda ise pek çok kişinin topraklarını kaybettiğini, sınırlı iş olanakları nedeniyle işsiz kaldığını ve daha yoksul bir konuma düştüğünü belirtir.

Tania Murray Li, yıllar sonra, araştırma safhasında görüştüğü kişileri yeniden ziyaret ettiğinde, bu kişilerin hala aynı iyimserliği ve “bir gün zengin olma” umudunu taşıdıklarını görür. Onlara göre çok çalışırlarsa, şansları yaver giderse zengin olacaklardır. Suç kapitalizmde değildir; yetersizlik ve bahtsızlıktadır.

Li, Lauje halkının yaşadıklarının “zalim iyimserlik”in en iyi örneklerinden biri olduğunu söyler. Kavramın mucidi Lauren Berlant’a göre zalim iyimserlik, insanların yaşamlarını daha iyi hale getireceğine inandıkları arzulara, ideallere veya hedeflere bağlanmalarının; ancak bu bağın aslında onların daha fazla zarar görmesine, acı çekmesine, tükenmesine ya da yerinde saymasına yol açmasının adı.[2] Tanıl Bora ise Berlant’tan hareketle şöyle tanımlar zalim iyimserliği: “Sımsıkı bağlanmış olmamızdan ötürü, o [arzu] nesneler[i] bizi yaralasa, üzerimizde tahripkâr bir etki yaratsa bile, onları kaybetmek hayatın anlamını kaybetmek anlamına geleceğinden, iyimser fanteziler devreye girer. Bu iyimserlik bizi ve geleceğimizi tahrip eder. İyimserliğin tahripkârlığı çoğalttığı, süreğen kıldığı bir derece, bir düzey vardır, onun farkında olmak gerekir.”[3]

Lauren Berlant, Tania Murray Li ve Tanıl Bora’nın tanımladığı bu ruh hali, yalnızca ‘uzaklarda bir yerler’de yaşayan insanlara ya ait değil. ‘Modern Dünya’nın farklı coğrafyalarında da benzer biçimlerde karşımıza çıkıyor: örneğin günümüz Türkiye’sinde.

Bugünlerde Türkiye’deki “zalim iyimserler” grubunun önemli bir kesimini süreç karşıtı insanlar oluşturuyor. Burada, sürece dair aklında cevaplanmamış sorular bulunanları, yöntemi beğenmeyenleri ya da ‘temkinli iyimserleri’ kastetmediğimi belirtmeliyim. Benim kastım, böyle bir sürecin denenmesine bütünüyle karşı çıkanlar. 40 seneden fazladır denenmişi tekrar tekrar deneyip; denenmemişi ise tekrar tekrar denemeyerek Kürt meselesini çözeceğine inananlar. Gerçi, bir çözüm tahayyülleri olduğu da şüpheli; daha çok eskimiş yöntemlerle bir “zafer” elde edeceklerine dair bir iyimserlik hali hakim bu kesimde.

Bu grubun, son dönemdeki hedefi ise sürece dair farklı bir dil ve tutum geliştirmeye çalışan Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş. 2023 yılında aktif siyaseti bıraktığını açıklayan Demirtaş, uzun bir sessizlik dönemine girmişti. Ancak son dönemde, önce T24’te yayımladığı yazısıyla[4], ardından X üzerinden yaptığı açıklamalarla sürecin seyrine etki edebilecek önemli değerlendirmelerde bulundu. T24’teki yazısına yönelik istihza ile karışık eleştiriler gelince, önce kendisini “kar küreme makinesine” benzetti[5]; ardından Bahçeli, Erdoğan ve Öcalan’a “somut adım” çağrısında bulundu[6].

Aslında Demirtaş’ın son çıkışı ile sürecin karşısında konumlanan hem Kürt hem de Türk çevrelere sesini ulaştırmaya çalıştığı söylenebilir. Söylediklerinin tamamı dikkat çekici olmakla beraber özellikle son paylaşımındaki “bağımlılıklar” vurgusu, artık imkanı olmayan “taş üstüne taş koyacağına taş üstünden taş alan” siyaseti ısrarla sürdüren zalim iyimserlere yönelik göz hizasında bir çağrı idi:

“Her gün aynı şeyleri yapıp, aynı şekilde düşünerek, aynı şekilde konuşarak ne değişebiliriz ne de değiştirebiliriz. Sıkışıp kaldığımız ezberlerin, şablonların, tabuların farkına bile varamayız. Hiç kimse durduğu yerden bir adım bile kıpırdamazsa yeni ve yaratıcı çözüm olanaklarını da oluşturamayız.

Sıkışıp kaldığımız yer, 40 yıllık çatışma ortamının yol açtığı acılar, öfkeler, ön yargılar ve bunların sebep olduğu güvensizliklerdir. Bunlar önemsiz demiyorum ama bunları aşmanın, yaralarımızı sağaltmanın yollarını bulamazsak “bağımlılıklarımızın” farkına bile varamayacağız, köklü ve kalıcı çözüme ulaşmakta zorlanacağız.”

Bakıldığında, süreç karşıtı zalim iyimserlik sarkacının bir ucunda “yeterince savaşırsak Kürdistanı kurarız” diye düşünen Kürtlerin olduğu görülüyor. Oysa, 40 yıl önce küresel ve bölgesel gelişmelerin ışığında kendini direniş siyasetine entegre eden silahlı mücadele yöntemi artık işlemez durumda. Bu süre zarfında çok şey değişti. Sadece son beş yıla baktığımızda; Esad Rejimi devrildi, İsrail Gazze’de topyekûn bir savaş başlattı, İran’ın direniş ekseni kırıldı ve Rusya artık bölgede dengeleyici bir aktör olmaktan çıktı. Mesut Yeğen’in ifadesiyle söyleyecek olursak, bir “Ortadoğu 2.0”ın şafağındayız.[7] Gün ağarmışken düne ait arzularla bugünün siyasetini dönüştürmek artık mümkün görünmüyor.

Üstelik “yeterince savaşırsak” ifadesi “yeterince savaşmadık” şeklinde de yorumlanabilir ki bu, meselenin yanlış değerlendirildiğini gösterir. Binlerce kayıp can, yakılıp yıkılan köyler ve çözümsüz geçen on yıllar... İnsan ister istemez, “bütün bunlar neyin sonucuydu?” diye sormadan edemiyor. “Biraz daha, biraz daha, biraz daha sabredin, tepenin ardı vatan” tarzındaki zalim iyimserlik, Kürtlerin geçtiği dönemin somut reel politik koşullarıyla oldukça çelişiyor.

Sarkacın öteki ucunda ise “yeterince savaşırsak Kürtleri yok ederiz” diyen Türkler var. Bu iyimserliğin kaynağı ise onlarca yıldır baskın olan Kürde düşman güvenlik siyaseti. Kürdün varlığını, dilini, kültürünü yok sayarsak hayalimizdeki ülkeye kavuşuruz diyen bir siyasal akıl bu. Bu kesimin ise gözden kaçırdığı nokta şu: Kürtleri ve Kürtlüğü ortadan kaldırmak için uzun yıllardır pek çok şey pratik edildi; fakat bu politika da başarılı olamadı. “Bir kurşun, bir kurşun, bir kurşun daha, sonrası yengin” iyimserliğinin de bir çözüm getirdiği yok.

Sarkaçta sallanan bu iki kesimi birleştiren şey ise şiddete olan sarsılmaz inanç. Onlar şiddetin bir gün bekledikleri “çözümü” sağlayacağı umuduyla yaşıyorlar. Oysa, bu inanç, bu iyimserlik hali daha fazla acıdan başka bir şey getirmedi. Getirmeyecektir de.

Kırk yıllık şiddetin ardından tarafların sıkı sıkıya bağlı oldukları ideallerin sarsılması; ideolojilerini sabitledikleri zeminin kaybolması beraberinde güvensizlik ve korku getiriyor. Zira alışkanlıklar, zalim iyimserlik örneklerinde olduğu gibi, ne kadar zararlı olursa olsun, insana bir emniyet hissi veriyor. Arzularımızı koşullayan eskinin istikrarsız ve sorunlu düzeni bize daha tanıdık geliyor; yeniye hazır değiliz. Yeni, bir barış ihtimalini vaat etse bile. Durkheimvari bir yerden söyleyecek olursam, savaşın şiddeti, partizan ruhu ve siyasal inançlarımızı kamçıladığı kadar barış bizi coşturmuyor. Oysa bizi yıpratan, aşağı çeken ve barışa yabancılaştıran tüm bu “bağımlılık” hali, zalim iyimserliğin en belirgin tezahürü.

Zalim iyimserlikten çıkış mümkün müdür? Bu, öyle kolay bir süreç değil. İnsanlar arzularına o kadar tutkulu bağlanıyor ki bu bağlılığın kendilerini ne kadar tükettiğini görmekte zorlanabiliyorlar. Fark ettiklerinde ise, durumun kendilerine zarar verdiğini kabullenmek kolay olmayabiliyor; çünkü bu kez de harcadıkları onca zaman ve emeğin boşa gittiği duygusuyla yüzleşmek zorunda kalıyorlar.

Söz konusu Kürt meselesi olduğunda ise, her iki taraf da yitirilen hayatlara, yakılıp yıkılan coğrafyalara ve geçen zamana bakarak “nerede yanlış yaptık?” sorusunu sormaktan kaçınıyor. Şiddet, çözümün en üst formu kendileri için. Yöntemin yanlış olduğunu kabul etmek, uğruna bir ömür harcanan idealleri sorgulamak, iyimser fantezileri devre dışı bırakmak ve yeni bir şey inşa etmeye cesaret etmek demek. Bu ise yalnızca cesaret değil, aynı zamanda güçlü bir zihinsel hazırlık gerektiriyor. Oysa zalim iyimserlikten kurtulmanın ilk adımı da tam da budur: bu tahripkar bağımlılıkların farkına varmak ve onların çözüm üretmediğini kabul etmek.

Kanaatimce Demirtaş’ın çabası da büyük ölçüde budur: yaşananları ve yaraları unutmadan ama bağımlılıklarımızdan kurtularak yeni bir siyaset dili geliştirmek, kolektif bir barış umudunu inşa edebilmek. Kendi payıma, bu yeni dilde eleştiriye, özeleştiriye ve şüpheye mutlak surette yer olduğunu düşünüyorum. Sürecin eksikliklerine dair söylenecek çok şey var; atılması gereken ama atılmayan birçok adım mevcut. Hatta, atılmaması gerekirken atılan adımlar da oldu. Ancak eskiye, eskinin siyasetine sıkı sıkıya sarılmanın ve zarar verdiğini bile bile onlardan medet ummanın, yeni bir çözüm ihtimalini baştan imkansız kıldığını unutmamak gerekiyor.

Gramsci’nin meşhur sözüdür: “eski dünya ölüyor ve yeni dünya doğmak için mücadele ediyor”. Bugün, insanları korkutan, güvensiz hissettiren canavarların kol gezdiği bir ara safhadayız. Bu belirsizlikte, bizi hiç eden zalim bir iyimserliğe, yani şiddetin çözümcülüğüne tutunmak, geleceğimizi tahrip etmekten başka bir işe yaramayacaktır. Karanlık geçmişi ve onun canavarlarını yok edecek olan, yeni yöntemleri, söylemleri ve sloganlarıyla aktif umut siyasetidir. Yaşanan acıları unutmadan eşitlik, adalet, özgürlük ve demokrasi için mücadele etmek, tam da bu yeni siyasetin temelini oluşturacaktır.


[1] Tania Murray Li. 2014. Land's End: Capitalist Relations on an Indigenous Frontier. Durham ve Londra: Duke University Press.

[2] Lauren Berlant. 2011. Cruel Optimism. Duke University Press.

[3] Tanıl Bora. Ocak 2023. Zalim İyimserlik. Erişim Tarihi: 11 Kasım 2025. https://birikimdergisi.com/haftalik/11226/zalim-iyimserlik.

[4] Selahattin Demirtaş. Ekim 2025. Sürecin muhasebesi: Neler yapabilirdik ya da yapabiliriz?. Erişme Tarihi: 11 Kasım 2025. https://t24.com.tr/yazarlar/selahattin-demirtas/surecin-muhasebesi-neler-yapabilirdik-ya-da-yapabiliriz,52193.

[5] Selahattin Demirtaş. Kasım 2025. X. 11. Erişim Tarihi: 11 Kasım 2025. https://x.com/hdpdemirtas/status/1984552487513104882?s=46.

[6] Selahattin Demirtaş. Kasım 2025. Erişim Tarihi: 11 Kasım 2025. https://x.com/hdpdemirtas/status/1987133707791016293?s=46.

[7] Mesut Yeğen. Kasım 2025. Ortadoğu 2.0’a Hazır mıyız?. Erişim Tarihi: 11 Kasım 2025. https://www.perspektif.online/ortadogu-2-0a-hazir-miyiz/.