Süleyman Demirel'in Ardından

Türkiye siyasetinde Süleyman Demirel’ için iki lakap çok kullanıldı. “Çoban Sülü” ve “Baba”. Bu iki lakabın elbette iktidar kurma ve yönetme bakımından barındırdığı anlamlar çok açık. Ben burada Demirel’in vefatının ardından aklımıza onunla ilgili hemen gelen bir başka özelliği üzerinde duracağım: laf cambazlığı, söz ebeliği, hazır cevaplık olarak nitelenen konuşması.

1964 yılında Demokrat Parti’nin devamı olarak kurulan Adalet Partisi’nin genel başkanlığı ile ‘siyaset sahnesi’ne çıkan Demirel 65 yılındaki ilk genel seçim ‘yarışı’ deneyiminde CHP’nin ‘ortanın solu’ olarak işaretlediği siyasi pozisyonuna “Ortanın Solu Moskova’nın yolu” karşılığını vererek, hem abartarak çarpıtma hem de öteki ile korkutma yolunu izledi. 40’lı yaşlarında genç ve henüz gün görmüş geçirmemiş çiçeği burnunda bir siyasetçi olarak 40 yıllık siyasetçiymiş gibi kendisi için en faydalı olanı hemen bulup kullunma konusunda nasıl da becerikli olduğunu göstermiş, Türkiye siyasetinin Platon’un kullandığı anlamda ,gelmiş geçmiş en iyi sofistlerinden biri olacağının işaretini vermişti.  Zira sofistler için tartışma sanatı, bir çekişme kavga tekniği durumu. Doğru, gerçek diye bir şey yok. Önemli olan bir tartışmadan haklı çıkabilmek. Karşındakini her türlü yönteme başvurarak alt etmek. Böylece söz cambazlığı yaparak ve karşıt fikirleri savunarak diğer konuşmacıları şaşırtmak mantıklı önermelerden saçma vargılar çıkartmak, ne olursa olsun diğerlerinin söylediklerini çürütmek önemli. [1] Demirel’in Türkiye siyasetine soktuğu dil işte böyle bir dil.

1968 yılında tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de başkaldırı rüzgarları eserken, üniversite gençliği önce eğitim ve öğretime yönelik daha sonra siyasi taleplerle, işçiler ekonomik ve siyasi taleplerle sokaklara caddelere çıktığında da  “yollar yürünmekle aşınmaz” , işsizlikten yakınan bir işçiye “İşiniz vardı biz mi aldık” diyecekti.  Bu talepleri  küçümseyen, ciddiye almayan, görmezden gelen bir tavır.  1969 seçimlerinde Demirel’in partisi yüzde 43 oy aldı. Tanıdık geliyor mu?

Demirel 1979'da milliyetçi cephe adı verilen koalisyon hükümetinin başbakanı olduğundaysa ülkeye karanlık bir atmosfer hakim. Ekonomi çökmüş. Demirel bu dönemde Çay’a yapılan zam ile ilgili soruya “çaya zam yapılmadı, kalite ayarlaması yapıldı kalitesini arttırdık”  yakıt sıkıntısı ile ilgili soruya “benzin vardı da biz mi içtik?” karşılıklarını veriyordu. Aynı dönemde neredeyse iç savaş yaşanırken Demirel'e göre bu şiddetin sorumlusu soldu. “Bana milliyetçiler adam öldürüyor dedirtemezsiniz” sözüyle  çizgisini çekmiş, bir başka demecinde “tespih çeken el ile tetik çeken el bir olmaz” diyerek taşıdıkları tespihlerle solcu gençlerden görsel bakımdan ayırt edilebilen ülkücü gençlerin şiddete başvurmadığını kanıtlıyordu. Tanıdık geliyor mu?

1980 yılının Mayıs ve Temmuz ayları arasında Çorum’da Aleviler katledilirken, konuyla ilgili bir gazetecinin sorusuna da  “Çorum’u bırakın Fatsa’ya bakın” sözleriyle karşılık vermişti. Tanıdık geliyor mu?

Demirel, Milliyetçi Cephe hükümeti esnasında muhalefetin eleştirilerine “bunlara dört kaz teslim etsen akşama üçünü kaybedip gelirler” karşılığını veriyordu, tanıdık geliyor mu?

1991 seçimleri öncesinde “Bana oy verirseniz 500 günde enflasyonu yüzde 10’un altına düşüreceğim. Herkese  anahtar vereceğim” diyen Demirel’e 400 günün sonunda enflasyon vaadi sorulduğunda “Memlekette enflasyon yoktu da biz gelince mi oldu? Önümüzde bir 500 gün daha var. Sonra bir 500 gün ve 300 gün daha.” Sözleriyle karşılık vermişti. Zaten politik tutarlılıkla ilgili sorgulamalara “Dün dündür bugün bugündür” en sık başvurduğu karşılık oluyordu.. Koalisyon hükümeti dönemindeki İLKSAN davasına konu olan usülsüz para ile ilgili “Verdimse ben verdim” sözüyle de tartışmayı, sorgulamayı kapatma yoluna gidiyordu. Tanıdık geliyor mu?

Bir Cumartesi annesi oğlunun akibetini sorduğunda “Cebimde mi, cebimden mi çıkarıp vereyim” diyor, 1992’de polisin ev baskınları ile ilgili gazetecilerin yargısız infaz eleştirileri ile ilgili sorduğu soruya “Polisin elini soğutmayın” karşılığını veriyordu. Tanıdık geliyor mu?

Susurluk kazası sonrasında ortaya çıkan çarpık ilişkiler tartışılırken kullanılan “derin devlet” kavramına ilişkin Cumhurbaşkanı sıfatıyla kendisinden bir açıklama istendiğinde “devlet rutinin dışına çıkabilir” diyerek bir istisna hali ile olan biteni normalleştirmeye çalıştı. Tanıdık geliyor mu?

6 Mayıs 1999'da görev süresi sona eren Demirel Köşk’ü Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer'e devretti.  Ancak siyasette etkisi devam etti. 2006’da cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 1 yıl öncesinde Ak Parti’nin iktidara gelmesiyle gündemden düşmeyen irtica ve başörtüsü ile eğitim konusunun tartışıldığı bir televziyon programında “Başörtüsü ile okumak isteyenler Arabistan’a” sözlerini sarfetti. Hak temelli bir itiraz Türkiye sağ siyasetinde “ya sev ya terk et” retoriği ile karşılık buluyordu. 2013 yılında Ak Parti hükümetinin sözcüsü Bülent Arınç’ın “Kürtçe öğrenmek isteyen Kuzey Irak’a gitsin” sözleri ile bu retoriğin hala tedavülde olduğu anlaşıldı.

Demirel son olarak “bugün bu yaşımda meydanlara çıksam Tayyip Erdoğan’ı perişan ederim” dedi. Boynuz kulağı geçiyor. Demirel Türkiye’de sağ siyasetin nasıl bir retorik ile yapılacağına dair önemli bir rol model oldu.  Unutma, önemsizleştirme, yoksayma, yaftalama, ötekileştirme, çarpıtma, dikkat dağıtma, ne pahasına olursa olsun, tutarsızlık pahasına, dün ile bugün arasındaki ilişkiyi koparma, kavramların içini boşaltma, totoloji pahasına da olsa sözel üstünlük sağlama, cevabı yapıştırma, anlamı muğlak bırakarak netliğin getirebileceği zahmetten kaçınma üzerine kurulmuş bu siyasi retorik geleneği bugün takipçileri tarafından kullanılmaya devam ediyor. Biz de Demirel’den miras bu siyasi  dili  mizahi, sevimli, zeki, kurnaz, becerikli bulup binaenaleyh “çok politik konuştu” diyoruz, dudaklarımızı sıkıp başımızı sallayıp takdir ediyoruz.


[1] Mehmet Ali Ağaoğulları, Kent Devletinden İmparatorluğa, 2013, s. 96.