Hrant'ın Anısına

Büyük erdemlerin tanımlanması güçtür, sağduyu bu erdemlerin mahiyetini o erdeme sahip olduğunu düşündüğü “örnek”lerle anlar, anlatır; “cesaret nedir?” dediğinizde, cesur insanların eylemleri anlatılır. Eğer “bağışlayıcı bir hesaplaşma dili nedir?” diye sorulusa da bu toprakların, bu büyük erdemi kendisiyle anlayacakları bir “örnek”i var: Hırant Dink

Hırant Dink bir “örnek” oldu; hem yaşamıyla hem de ölümüyle. Yaşamı, geçmiş bir adaletsizliğin kurbanlarının bu adaletsizliği “bağışlayıcı bir hatırlama” yoluyla aşma çabasının örneğiydi. Ölümü, yaşanmışlıkların değil, kurulmuş ve kurgulanmış olanın biçimlendirdiği bir zihniyetin, birlikte yaşamaktan bir olma halini anlayan ve toplumsal muhataplarımızın bir ve aynı olması gerektiğini düşünen zihniyetin yıkıcılığının örneğiydi.

Hırant, bu toplumun geçmişinin acılarını hatırlatıyor ve geçmişi gerçekten geride bırakmanın yolunun önce hatırlamak, kabul etmek sonra da bağışlayıcı bir hesaplaşma yoluyla bu toplumun vicdanını ve aklını körelten engellerden kurtulması için çabalıyordu.

Geçmişin adaletsizliklerini hatırlamak ve geriye dönük bir adalet arayışının anlamı nedir? Aslında doğrudan kendimizin sorumlu olmadığı acıları gidermek mümkün müdür? Bu acının doğrudan mağduru olmayanların adalet talebinin anlamı nedir? Bu sadece bir “hesap sorma” olduğunda, yalnızca geçmişin intikamı olur. İntikam, yıkıcı bir duygu olduğu için, bir arada yaşamanın imkanının peşindeysek, yeniden birbirimizin yüzüne bakabileceğimiz bir hesaplaşma gereklidir. Tıpkı Hırant’ın dillendirdiği gibi. Onun adalet arayışı, geçmişle hesaplaşarak daha demokratik bir toplum imkanının önünü açmak içindi.

Aslında Hırant bizim için geçmiş adaletsizliklerle ilişkilenme, bu acıları gidermek için yapılması gerekenleri düşünme konusunda bir kılavuzdu. Onun ölümüyle kılavuzumuzu kaybettik. Şimdi öğrendiklerimizle, kendi akıl ve vicdanımızın örtüsünü açıp, yeniden yolumuzu bulmaya çalışıyoruz. Çünkü onun eylemini seyrettik, onun sözlerini dinledik. Bu tanıklığın bize öğrettiği, onun söz ve eylemlerindeki anlamdı: Acının kabul edilmesi, bağışlayıcı bir hesaplaşmanın ön şartıdır. Şimdi Hırant’ın eyleminin kılavuzluğunda, bu bağışlayıcı hesaplaşmayı sürdürmeye çalışıyoruz. Çünkü, geçmiş kötülüklerin içine gömülü kaldığı toplumsallığımızın, tam da bugünün kötülüklerine neden olan bu hafıza örtüsünü açmaya çalışıyoruz.

Geçmiş adaletsizliklerle yüzleşmemiz gerek. Çünkü bu adaletsizlikler, yani geçmişteki kötülük, bugünkü kötülük ve adaletsizliklerin kaynağı. Çünkü, bu kötülüğün unutulmasının yol açtığı hafızasız toplum, gerçekle ilişkisi kopmuş, dolayısıyla aslında bir kurguyu gerçek sanan bir toplumdur. Bu kurgunun gerçek olmadığını hatırlatan, gösteren her şeye karşı kendi kurgulanmış gerçeğini savunmak için yok edici bir saldırganlığın egemen olduğu bir toplumdur. Unutmanın tehlikesi budur: Eğer geçmişle samimi bir şekilde yüzleşilmezse, şimdide yaşamak ve geleceğe yönelmek konusunda yeteneksiz bir toplum oluşur.

Geçmişin acılarıyla yüzleşmek, bu acıyı kabul etmek ve af dilemek hem bir daha bu suçların işlenmesine izin vermeyecek bir zihniyeti hakim kılmak ve böylece daha adil bir gelecek kurmak için geçmişle hesaplaşmaktır, hem de birlikte yaşadıklarımız/yaşamak istediklerimizle geçmişin prangalarının yol açtığı ilişkisizliğimizi aşıp, onlarla eşit muhataplarımız olarak ilişkilenmek için birlikte konuşmaktır. Bu konuşmanın yapılabilmesinin ön koşulu bu acının farkında olmaktır ve bu farkındalık hukuksal ve siyasal bir ilandan çok önce vicdanın sesi olmalıdır ki, bu barışma gerçekten bizim barışmamız olsun.

Geçmişle karşılaşma, geçmişle yüzleşmenin anlamı reddedilen bir utancı yüze vurma değildir. Unutulmuş olanı hatırlatmak, geçmiş bir borcun ödetilmesi de değildir. Hatırlamak, aslında ortak hafıza olarak toplumun hafızasını bozan, hatta onu hafızasız bir topluluk olmaya mahkum eden bu nedenle de aslında onu tarih dışında bırakan şeyin açığa çıkartılmasıdır.

Bu açığa çıkarma, topluma bir geçmişi olduğunu hatırlatma tarihsel bir yargılama yoluyla mümkündür. Yok edilenlerin, yok sayılanların varlığının hatırlatılması, yok etmenin, yok saymanın ortadan kaldırılması içindir. Yok edilenlerin ve yok sayıların acısını gösterme, bu acıyı dillendirmenin anlamı budur. Yok sayılanların yeniden eşit bir arada yaşam ortaklarımız kılınmasının tek yolu, onların yok sayılmasına neden olan felaketleri hatırlatmaktır.

Geçmiş acı ve felaketi hatırlamaktan kastımız, aslında bu acıya neden olan şeyle yüzleşmektir. Yoksa, geçmişe gömülü kalan bir kimliği kutsamak değil. Geçmişi unutmak üzerinden kurulmuş bir kimlik kadar, geçmişe gömülü bir kimlik de durağan, hareketsiz bir yaşama işaret eder. Hatırlatma yoluyla yapılmak istenen, yaşanan bir felaketin yol açacağı mağduriyet ve karşılığında suçluluk duygusuna dayalı kimliklerin oluşumunu engellemektir. Bir arada yaşamanın ön koşulu olan, karşılıklılık halini engelleyen bu mağduriyet ve suçluluk duygusunu aşmanın tek yolu, bağışlayıcı bir dayanışmaya yol açacak bir yüzleşmedir. Bunun için geçmiş kötülüklerin bağışlanacağı bir konuşma alanının yaratılması, bu ülkenin demokratik bir geleceğine karşı sorumluluktur. Bu sorumluluk, bağışlayıcı bir hesaplaşmanın önünü açma sorumluluğu olduğuna göre, kendimizin faili olmadığı adaletsizliklerin giderilmesi sorumluluğudur. Bu, artık bugünün sorunudur ve gelecek içindir.

Biliyoruz ki, herhangi bir yargılama olmaksızın unutuyoruz. Olmamış kabul etmek, olanı değiştirmediğinden, acı paylaşılamamış, dolayısıyla da acı çekenin acısı karşısında duyarsızlaşmış bir toplumsallığa mahkum oluyoruz.

Geçmişi kapatmanın, geçmiş ve şimdi arasında “temiz bir kopuş”un sağlanabilmesinin imkansız olduğu açık. Bu nedenle bağışlayıcı bir hesaplaşma, geleceği mümkün kılmak için gerekli. Acıyı yok saymanın ya da acılar arasında bir hiyerarşi kurarak bir acıyı diğeri karşısında değersizleştirmenin yol açtığı, acıyı görmeyen toplumsallığı aşmanın imkanı için bağışlayıcı bir ortak duygudaşlığın tesisi gereklidir. Bu, ancak diğerine saygıyı mümkün kılacak bir kabul etme yoluyla mümkündür.

Bir kez daha söylemek istiyorum, geçmişi yargılama geçmiş acıların tekrar edilmesine izin vermeyecek bir ortak yaşamı kurmak içindir. Af dileme, bir daha olmasına izin vermeyecek bir sorumluluğun ifadesidir. Bu sorumluluk demokrasi için sorumluluktur.

Bugün hala hazin bir görevimiz var: Geçmiş adaletsizliğin kurbanlarıyla bir bağışlayıcı dayanışmayı tesis etme görevi. Bunun yolu, tarihimizdeki kötüyü kabul etmek ve bu kötülüğe bir daha izin vermeme sorumluluğunu üstlenmektir.