Kendini Yak, Her Şeyi Yak

Fransız aydınlarının, siyasetçilerinin kibirli bir övünçle dünyaya örnek olmasını önerdikleri kendi "cumhuriyetçi entegrasyon" modelinin aslında iflas etmiş olduğu biliniyordu. Ama bunun gizlenmesi, inkar edilmesi mümkün olmayan bir olgu haline gelmesi için banliyö gençlerinin öfkelerini, çaresizliklerini, yoksunluklarını birbiri ardına ateşe verdikleri arabalarla ifade etmeleri gerekti. Daha önce Fransa'nın taşra kentlerinin, Lyon'un, Strasbourg'un varoşlarında yaşanan benzer ayaklanmalardan son ayaklanmanın farkı, bu kez Paris'in yanıbaşında gerçekleşmesiydi. Bir de İçişleri Bakanlığı makamında, iktidar stratejisini aşırı sağın oylarını kendine çekmek üzerine kurmuş bir Sarkozy'nin oturuyor olmasıydı.

YA SEV YA TERK ET

Fransa'da varoş gençlerinin ayaklanmasının nedenlerini anlamak için, aşırı sağın yükselen değeri de Villiers'nin, olayların en sıcak olduğu günlerde Paris'te, Millet Meclisi önünde düzenlediği, "Fransa'yı ya sev, ya terk et!" mitingini izlemek yeterli olmayabilir ama elzemdir. Bu mitingin yapıldığı saatlerde, Paris'te bakanlar kurulu, Cezayir'de ulusal bağımsızlık ayaklanmasını bastırmak için 1955'te çıkarılmış kanunu yeniden yürürlüğe koyma kararı alıyordu. Valilere sokağa çıkma yasağı uygulama yetkisi veren, polisin ev aramalarını yargıç iznine bağlı olmaktan çıkaran, tüm toplanma mekanlarını geçici olarak kapatmayı mümkün kılan bu kanun, aşırı sağın talep ettiği "sıkıyönetim" ve "ordunun banliyölere girmesi" çağrısının biraz daha sivil görünümlü bir kopyasıydı. Hükümet, sadece Cezayir'de ve 1984'te gene bir kolonide, Yeni Kaledonya'da uygulanmış bu kanunu, ilk kez "metropol" topraklarında yürürlüğe koyarken, aşırı sağın başka taleplerini de tatmin etmekten geri kalmadı: Fransız vatandaşı olmayan ayaklanma zanlılarının, düzenli ikâmet izinleri olsa bile, hemen sınırdışı edilmeleri; zorunlu eğitim yaşının 16'dan 14'e gerekli durumlarda indirilip, 14 yaşında çıraklığa başlamaya izin verilmesi. Aşırı sağın programında yer almayan yegâne önlem, içinde gene Sarkozy'nin yer aldığı bir önceki sağ hükümetin büyük ölçüde iptal ettiği, mahalle derneklerine devletin verdiği yardımların yeniden başlatılmasıydı.

SARKOZY TÜY DİKTİ

Bugün yaşanan öfke boşalmasının tüm sorumluluğunun çokkültürlü toplum yönündeki açılımları "acil güvenlik devleti" yönünde uygulamalarla dengelemeye çalışan Nicolas Sarkozy'nin omuzlarına yüklemek haksızlık olur. Üstelik, unutmamak gerekir ki, Türkiye'de Araplara karşı duyulan gizli ırkçılığın aklından geçenleri yüksek sesle ve iftiharla dile getiren Hadi Uluengin'in üslubunun yanında, Sarkozy'nin söyledikleri masum bile sayılabilir. Asli sorumlu, 20 yıldan beri uygulanan "iktisadi ve sosyal güvensizleştirme" politikaları. Robert Castel'in, Türkçe'ye de çevrilen, Sosyal Güvensizlik adlı kitabında incelediği neo-liberal dinamiğin doğrudan sonucu bu durum. Benzer patlamalar, bu nedenle, yalnız Fransa'da değil, Britanya'da, Almanya'da da yaşandı. Fransa, uzun süreli işsizliğin en yüksek olduğu ve bu işsizliğin en fazla Kuzey Afrika ve Kara Afrika kökenli insanlarda yoğunlaştığı için zayıf halkaydı. Buna Sarkozy faktörü tüy dikti.
Britanya Kültür Bakanı David Lammy, Fransa'daki ayaklanmaların ve Britanya'daki terör eylemlerinin, her iki ülkede yaşanan derin bir ulusal kimlik krizinin tezahürü olduğunu belirtiyor. Fransa'da "bir ve bölünmez cumhuriyet", Britanya'da çokkültürlülük modellerinin yürümediğinin açık işaretleri bunlar. Lammy, "Fransız veya Britanyalı kelimelerinin, bu ülkelerin bir köyünde yaşayan orta yaşlı bir çiftte yarattığı çağrışımların benzerinin, Londra veya Paris banliyölerinde doğup büyümüş veya yetişmiş bir Fas kökenlide yaratacak yeni kavramlar bulmak gereğinden" bahsediyor.

Fransız olma, Britanyalı olma kimliğinin geçirdiği bunalım, en sonunda Fransız yerine Fransalı demeye kadar belki varacak ileride. Ya da Faslı Fransız, Türkiyeli Fransız denecek, Afrikalı Amerikalı dendiği gibi. Ama sorun kimliğin adı değil, içeriği ve temsil ettiği aidiyet ilişkisi. Bugün azımsanmayacak sayıda "Fransız" için bu kimlik sosyal dışlanmadan başka bir şey ifade etmiyor. Refah devletinin içindeymiş gibi durmanın dayanılmaz öfkesi patlıyor... Buna karşı alınan önlem ise daha fazla güvenlik devleti.

Fransa'da cumhuriyetçi entegrasyon modeli, sadece kolonilerden gelen dinî ve etnik kökenleri Beyaz Avrupalılardan farklı insanların çocukları söz konusu olunca değil, artık genel olarak çalışmıyor. "Cumhuriyetçi toplumsal asansör" sadece din ve etnik kökeni değil, sosyal kökeni de artık ayıklıyor. Asansör çalışmıyor, merdivenlerin çıktığı kapılar da sıkı sıkıya kapalı. Bugün banliyölerde arabaları ateşe veren çocukların "ağabeyleri", diplomalı da olsalar, müreffeh Fransa'da kendilerine bir yer verilmemiş, geçici işlerde oyalandırılan "enayiler" olarak gözüküyorlar bu gençlere.

Zenginlerin arabasını, evini, mağazasını yakmıyor, zenginlerin mahallelerini yağmalamıyor "hergeleler". Kendi okullarını, yuvalarını, spor tesislerini, sosyal yardım binalarını yakıyorlar. Komşularının, arkadaşlarının, ailelerinin arabalarını yakıyorlar. Kendilerinin bütünüyle yanmış olduğunu, kendi mahallelerini, yaşam çevrelerini ateşe vererek dile getiriyorlar. Simgesel olarak kendilerini yakıyorlar.

Bu yangını polis gücüyle söndürmek mümkün. Ama yeniden başka biçimde başlamasını bu yolla engellemek mümkün değil. Polisin güven değil, güvensizlik kaynağı olduğu, okula gitmenin anlamını yitirdiği, etnik kökenlerin insanları ömür boyu dağladığı ve bunlara ilaveten ekonomik büyümenin kaynağının sosyal güvensizliğin artmasında yattığına inanıldığı bir dünyada, tepkinin araba yakmakla sınırlı kalmasına asıl şaşırmak gerekir.

Radikal İki, 13.11.2005'te yayımlanmıştır