Dersim Hayaleti ve Sri Lankalılar

1800’lerin ortalarından bu yana ortaya çıkıp merkezi hükümetlerce bastırılan Kürt isyanlarının en büyük ortaklık ve eksiklerinden biri, bastırılmalarını kolaylaştıracak ölçüde yerel kalmış olmalarıydı. Ya belli aşiretlerle sınırlı kalıp aşiret üstüleşememiş ya da aşiret-üstüleştiği halde geniş Kürtcoğrafyasına yayılamamış isyanlardı bunlar. Dolayısıyla 1840’lardaki Bedirxan Bey isyanından Cumhuriyet’in ilk on yıllarına kadar gördüğümüz, önce Osmanlı’nın, ardından Türkiye’nin bir süre tüm askeri gücünü isyanların çıktığı bölgeye yığıp sonuç alıncaya kadar bu bölgeyi kuşatarak vurması oluyor.[1]

Bir bölgeye sıkışmış, millileşememiş, kiminde aşiretlerle sınırlı kalmış halde çıktığı için zaten dezavantajlı başlamış isyanlar böylece devletin orantısız gücü karşısında yeniliyor. Kürtlerinki, bu yıl Libya’da Muammer Kaddafi muhaliflerinin NATO müdahalesi olmasa az kalsın düşecekleri durum gibi, eşitler arası bir çatışmanın sonucunda ortaya çıkmış bir yenilgiden çok, askeri açıdan zayıf bir halk ayaklanmasının askeri güç olarak çok daha ileri bir devlet kuvveti tarafından yok edilmesi oluyordu.

Robert Olson, özellikle Şeyh Sait isyanından sonra Türkiye’nin hava kuvvetlerine ayrı bir önem verdiğini, bunu da 1925-38 arasındaki Oremar, Ağrı-Zîlan, Dêrsim ve görece daha küçük isyanlarda ‘etkili’ bir şekilde kullandığını vurgularken, bu teknik üstünlüğün Türk milliyetçiliğinin pekişmesinde de ayrı bir rolü olduğunu tespit eder.[2] Karadan gönderdiği askerlerle isyanları bastıramayan veya zor bastırabilen Türkiye, hava kuvvetleriyle çok daha rahat bir şekilde 1925-38 dönemi isyanlarını bastırabiliyor. Zîlan isyanı/katliamı örneğinde Kürtler, bu yeni silah karşısında 8 tanesini indirmek dışında[3], çok fazla bir şey yapamayarak uçakların erişiminin daha zor olacağı dağ zirvelerine veya mağaralara çekilmek zorunda kalıyorlar. En sonunda da silahlı, silahsız isyan bölgesinde kim varsa öldürülüyor. Anlıyoruz ki Cumhuriyet eliti istikbali boşuna göklerde aramamıştır.

Kürt isyanlarına dair pek kimsenin dikkat çekmediği bu hususta Olson’un tespitleri bugün de geçerliliğini koruyor. PKK’nin verdiği büyük kayıpların önemli bir kısmı da Ağrı ve Dêrsim’de olduğu gibi hava saldırılarından kaynaklanageldi. Türkiye’de 90’lı yıllarda Kobra helikopterlere, son yıllardaysa neredeyse birer milli gurur simgesine dönüşen Heron ve Predatorlere yönelik vurgu ve bunları almak, kullanabilmek konusundaki özel diplomatik çabaların kendisi bu durumun iyi bir göstergesi. Türkiye bu yıl dahi sınır ötesine aralıksız hava saldırıları düzenlemiş ancak karadan bu denemelere girmemiş veya girememiştir. Öte yandan 1930 Temmuz’undaki Cumhuriyet’in “gökten sağılan ölüm parçaları eşkiyayı imana getiriyor”[4] cümlesiyle 2011’deki Yeni Şafak’ın “Heronlar işaretliyor F-16'lar vuruyor”[5] ifadelerinin aynılığı Türk milliyetçiliğinin Kürtlere bakışının cemaat farketmeden aynı kaldığının sayısız resimlerinden.

TÜRKİYE'NİN KATLİAM YÜZYILIKürt hareketlerinin hemen tümünün sonucu Atatürk’ün gelişimi için özel çaba sarfettiği “çelik kartalların” da büyük ‘katkı’sıyla, silahlı-silahsız onbinlerce insanın öldürüldüğü katliamlar oldu. Farklı kaynak ve aktarımlara göre 1925-1938 arasında, yalnızca 13 yılda ve yalnızca Dêrsim, Diyarbakır ve Ağrı’da 80 bini aşkın Kürt katledildi. Buna göre; Dêrsim’de 50 bin[6], Ağrı’da 15 bin 206[7], Şeyh Sait isyanında 15 bin[8] insan öldürüldü. Dêrsim katliamı da dahil olmak üzere hiçbirinde tam ve gerçek ölü sayısının bilinmediği bu isyanlar/katliamlarla ilgili emin olunabilecek tek şey, Cumhuriyet’in ilk 13 yılında, devlet tarafından son 28 yıldakinin en az iki katı kadar silahlı-silahsız insanın öldürüldüğü.

Türkiye’nin daha ‘modern’ bir dönemine denk gelen, devlet uygulamalarının uluslararası toplum ve medya tarafından görece daha fazla görülebilir, ‘denetlenebilir’ olduğu 20. yüzyılın son on yıllarındaki PKK döneminde dahi binlerce sivilin faili meçhul cinayetlere kurban gittiği, 1 ila 3 milyon arasında insanın yerinden edildiği hız kesmeyen ‘tedip ve tenkil hareketleri’ dikkate alındığında, Türkiye’nin ilk yıllarındaki vahşetin boyutları belki daha açık görülebilir. Ancak PKK dönemi kayıpları da dikkate alındığında, Türkiye’nin kuruluşundan bugüne, yani son 88 yılında ve en temkinli hesapla, Kürt sorunu kapsamı ve isyanlarında öldürülen Kürt sivil/isyancı sayısının 100 binin çok üzerine çıktığı açık.

PKK’yi buna rağmen Şeyh Sait, Ağrı-Zîlan ve Dêrsim gibi öncüllerinden ayıran esas özelliği ve yine bu öncüllerinden farklı olarak devletin bir bölgeye odaklanmış halde toplu bir katliamla bitirememesinin sebebi belli bir coğrafyaya sıkışmaması ve aşiretüstüleşerek bir ‘milli’ harekete dönüşmesi oldu. Bu hareket, 1800’lerin son, 1900’lerinse ilk çeyreklerinden farklı bir formda ve devletin 50-60 yıl öncesi gibi bir kente (Ağrı), bir mıntıkaya (Oremar) yoğunlaşmasına müsade etmeyecek ölçüde çok kent ve bölgeye yayılarak belli bir dikkat noktası oluşturmadı. Ötesinde, daha önce hiçbir Kürt isyanında görülmemiş bir biçimde, Türkiye’nin sınırlarını da aşarak başta diğer Kürt ülkeleri olan İran, Irak, Suriye olmak üzere Kürtlerin yoğun yaşadığı tüm Avrupa ülkelerinde ciddi bir etkinliğe ulaşarak uluslararası bir nitelik kazandı.

Dolayısıyla devletin silahlı örgütlenmesi de bir alana yoğunlaşma, orayı kuşatarak ‘yenme’ pratiğinden mahrum kaldı. Türkiye, tarihinde ilk kez aynı anda çok geniş bir coğrafyaya yayılmış, her yerden katılımın olduğu ve eski genelkurmay başkanlarının ifadeleri dikkate alınacaksa ‘defalarca imha ederek’ de bitiremediği bir zamansız-mekansız, Öcalan’ın bir zaman ifade ettiği gibi ‘her yerde olan ama hiçbir yerde olmayan’ bir isyanla karşı karşıya kaldı. Bu, 1930’lardakinin aksine hemen tüm Kürt coğrafyasının, Cumhuriyet elitlerinin ifadesiyle bir ‘çıbanbaşı’na döndüğü, tarihteki yeni bir dönemi ifade ediyor. 13 yılda 20’nin üzerinde ayaklanma bastıran bir devlet, askeri gücünün kat be kat arttığı yarım yüzyıl sonra, 28 yıl geçtiği halde tek bir isyanı bastıramıyor. Bu da PKK isyanının askeri gücü veya kabiliyetinden öte, karakterinden kaynaklanıyor. SRİ LANKA'NIN DERSİM MODELİAncak yine de ne Türkiye ne de yönetici elitlerinin peşinden giden entelektüel çevresi 20 ve 30’lardaki ‘katlet kurtul’ mantığını siyaset kanallarından uzaklaştırmadı. Kürtlerde, Ermeni Soykırımı’nın hemen sonrasından bu yana varolan, özü itibariyle farklı da olsa[9] bir yok edilme korkusu Cumhuriyet tarihi boyunca hep canlı kaldı/tutuldu.

Kürtler için bu tehlikenin gerçekte yersiz olmadığının en güçlü kanıtlarından birini son iki yıldır ana akım medyada tekrarla konu edilen Sri Lanka vahşetinin[10] açık savunucularının olması oluşturuyor. Taraftarı oldukları iktidar partisi Dêrsim katliamıyla ilgili özür dilediği için bu katliamı yapanları kınayan yazılar yazanlar da, onların karşıtları da, günler, aylar öncesine kadar, ırkçı Türk Solu dergisinin yaptığı gibi[11] Türkiye’nin Sri Lanka’nın Tamillere yaptığını model olarak ihraç etmesini istiyor veya Kürtleri Tamillerin başına gelenden ders almaya çağıran uyarıcı yazılar yazıyordu. Sabah’ın yayın yönetmeni Erdal Şafak’a göre hiç kuşkumuz olmamalıydı, “PKK'yı da Tamil Kaplanları'nın sonu bekliyor”du. Hürriyet’in eski başyazarı Oktay Ekşi, sevincini kelime oyunlarıyla dışa vurmayı tercih ediyordu: “Sri Lanka’nın PKK’sı sayılan Tamil Kaplanlarının kaplanlığı bitti.” Star yazarı İbrahim Kiras için “Sri Lanka modelini ‘son çare’ olarak yedekte tutmak zaten her devletin hakkı olmalı”ydı. Aksiyon dergisi, PKK’yi devletin şefkatli kollarına çağırıyordu, yoksa; “Acı son’u hazırlayan, Tamiller’in siyasi çözümü dışlayan tutumuydu.” Fehmi Koru, bir dostu üzerinden mesaj veriyordu: “Tamil Kaplanları mı? Ağzından yel alsın...” Zaman yazarı Hüseyin Gülerce, Sri Lanka’yı telafuz etmeye dahi ihtiyaç duymuyordu: “Yeni Türkiye, terörün belini bu defa kıracak. (...) Terörle ilk defa, "Büyük Türkiye"ye yaraşır bir mücadele verilecek.”[12]

Sri Lanka ile Türkiye, Tamillerle Kürtlerin birçok açıdan neredeyse paralel ilerlemiş yakın tarihleri, birbirine çok yakın nüfus yoğunlukları (yaşadıkları ülke nüfuslarına göre yüzde 14-16 arasında) gibi benzerlikler de bu kesimler için güçlü birer feyz alma noktasını oluşturuyor.

Türk iktidarın 1930 ve sonrasında yaptığı gibi, Sinhala yönetim de ülkenin 1948’deki bağımsızlığından sonra kendi kimliğinin ‘seçkinliği’ ideolojisini örgütleyerek ülkede tek kimlik hegemonyasını sağlamaya çalıştı. Kendi Güneş-Dil teorilerini üreten milliyetçi Sinhalalara göre anavatanı Sri Lanka olan Budizm’in gelecekteki varlığı da Sinhalaların güçlü varlığına bağlıydı. Böylece Sri Lanka, Tamillerin Hinduizm’i gibi Budizm dışındaki ne herhangi bir dinin ne de Tamiller gibi Sinhalalar dışında kalan kimliklerin coğrafyası oluyordu.[13] Seylanca’yı 1956’da resmi dil ilan eden yönetim, Tamillerin yoğunluklarının olduğu bölgelerde de nüfus değişimleri uygulayarak demografik yapıyı lehine bozmaya çalıştı. Dolayısıyla Türkler gibi üstünlüklerini örgütleyen Sinhala yönetimle, Kürtler gibi dışarıda bırakılmış Tamiller karşı karşıya gelmiş oluyordu.

Şiddet dozu, verilen kayıplar ve geçirdiği aşamalar itibariyle Sri Lanka iç savaşı Türkiye’dekine kıyasla çok daha acı ve ağır geçmişse de Tamil Kaplanları’nın 1983’te başlayan mücadelesindeki birçok evre de PKK’ninkiyle benzerlikler taşıyor. Kürtler gibi Tamiller de, 1960 ve 70’lerde legal siyaset kanalları üzerinden taleplerini dile getiriyor, bunları gerçekleştirmeye çalışıyordu. Buna karşın Tamillerin gördüğü muamele ve aldıkları yanıt, onları mevcut tekçi devlet yönetimiyle daha fazla bir birlikteliğin imkanının kalmadığı fikrine götürdü ve tamamen ayrılıkçı bir silahlı mücadele sürecine itti.[14] Bundan sonrasıysa Türkiye’nin çeyreği oranında nüfusu olan bir ülkede Türkiye’dekinden iki-üç kat yüksek oranda insanın öleceği yıkımı büyük bir savaş oldu. FARKLI BİR SRİ LANKA MODELİ Burada not edilmesi gereken, Türkiye’de ana akım medyanın ilgilenmediği çok önemli bir husus ise, Sri Lanka’nın ‘bile’, farklı dillerin tanınması ve merkezÎ gücün paylaşımı, bu paylaşımın tartışılması konusunda tarihi boyunca Türkiye’den çok ileride bir noktada olduğu.

Herşeyden önce Tamillerin Kürtlerin aksine öncelikle kendi kimlik ve dillerinin varlığını kanıtlamak gibi bir dertleri hiç olmadı. Sri Lanka, Sinhala dilini resmi dil olarak kabul ettiği 1956’dan sonra dahi Tamil dilini asimile etmek veya yasaklamak gibi çabaların içine girmedi. Tersine, Türkiye 1959’da Musa Anter’i birkaç satırlık Kürtçe ‘Kımıl’ şiiri yüzünden linç ederken Sri Lanka bir yıl önce, 1958’deki düzenlemeyle Tamillerin anadillerinde eğitim haklarını korumaya aldı, dilin kamusal alandaki kullanımının yollarını genişletti. Aynı Sri Lanka, Türkiye’nin Kürtçe’yi resmen yasakladığı yıllarda, önce 1978’de Tamil dilini ‘ulusal dil’, ardından da 1987’de ikinci resmi dil olarak tanıdı. Ülkede genel olarak Seylanca, Tamilce ve İngilizce on yıllardır, okullar, resmi yazışmalar, adres panoları, paralar, televizyon yayıncılığı gibi kamusal hayatın her alanında yan yana kullanılıyor.[15]

Sri Lanka, Türkiye’den yine farklı olarak, Tamil’lerin legal ve illegal temsilcileriyle sık sık siyasi çözüm yolları için girişimlere dahil oldu ve federasyon seçeneği dahil olmak üzere çok sayıda barış görüşmesinde bulundu.[16] Dolayısıyla, Kürt sorununun çözümü konusunda illa bir Sri Lanka modeli aranacaksa, ortada böyle de bir model var. Türkiye bundan on yıllar önce Sri Lanka’yı bu açıdan kendine model alsaydı belki ne PKK ne de ardından gelen iç savaş yaşanırdı.

STRATEJİK SİYASİ AHLAK Mevcut Sri Lanka yönetimi netice itibariyle 2008’de konjonktürel ortamın kendisi için uygun olduğu andan[17] hareket ederek Tamillerin bağımsızlık taleplerinin önünü kapatarak katlet-kurtul yolunu tercih etti. Fakat Sri Lanka’nın, dünyadaki her toplumsal hareket gibi Tamil Kaplanları’nı yenebilmesi için, onu destekleyen, besleyen halkı da katletmesi gerekti. 2008’in sonu, 2009’un başındaki son operasyonunda birçok sivil yerleşim yerini ve Tamil kentlerini boşaltarak buradaki sivilleri doldurduğu ‘güvenli bölgeler’i “terörist’ barındırıyor” gerekçesiyle bombalayarak binlerce sivil Tamil’i öldürdü.[18]

Sri Lanka’nın vahşetini kolayca bir ‘model’ haline getirebilen, onu PKK ve Kürtlere karşı her an bir tehdit unsuru olarak gösterebilen yaklaşım, esasen Dêrsim ve Zîlan katliamlarının bugün de istendiğinde gündeme getirilebileceğini bize hatırlatmış oluyor. Türkiye tarihinde ‘resmi yüzleşme’ anlamında bir ilki ifade eden Başbakan Erdoğan’ın Dêrsim özrü[19] ve beraberinde gelişen tartışma bize bu ülkede kimsenin artık dikkat etme gereği dahi duymadığı konjonktürel veya stratejik sayılabilecek bir siyasi ahlakla yeniden yüz yüze getirdi. Türkiye’nin ana akım düşünce kanallarına hakim bu siyasi ahlakın sıfatlarının tanımladığı gibi ilkesel bir tutumdan çok zaman ve duruma göre değişebilen bir analiz kapasitesi var. Benimsenmiş siyasi tarafgirliğe uygun geldiği anda bakışını başka yöne çevirebilen bir hareket kabiliyetiyle varlığını zamansızca sürdüren bir ahlak bu. 2011’dekini 1930’un, 1930’unkini bugünün ortamına yerleştirdiğinizde herhangi bir eğretilik göremeyeceğiniz derecede bir sürekliliği olan bu siyasi-toplumsal hal geçmişimizi yıktığı gibi geleceğimizi de tehlike altında tutmaya devam ediyor.

http://hamzaaktan.blogspot.com/


[1] Bedirxan Bey isyanının bir özeti için bkz; Garabet K. Moumdjian, Armenian Kurdish Relations in the Era of Kurdish National Movements (1830-1930), Armenian History. http://www.armenian-history.com/Nyuter/HISTORY/G_Moumdjian/kurd_2.htm

[2] Bkz, Robert Olson, ‘The Kurdish Rebellions of Sheikh Said (1925), Mt. Ararat (1930), and Dêrsim (1937-8): Their Impact on the Development of the Turkish Air Force and on Kurdish and Turkish Nationalism’, Die Welt Des Islams 40, s. 67-94.

[3] A.g.e. Olson, bu notu Kadri Cemil Paşa’dan alıntılıyor.

[4] A.g.e, (Cumhuriyet, 13.07.1930.)

[5] Bkz, Abdulkadir Selvi, “Heronlar işaretliyor F-16'lar vuruyor”, Yeni Şafak, 13.10.2011. Sayısız benzer haberden bir başkası için bkz; Emre Soncan, “Heronlar teröristleri tespit etti, F-16'lar vurdu”, Zaman, 21.08.2011

[6] Bkz, Martin van Bruinessen, Genocide of the Kurds, The Widening circle of genocide, Der: Israel W. Charny, Alan L. Berger, Institute on the Holocaust and Genocide. s.165-170. (Bruinessen, bu makalesinde Kürt kaynaklarını alıntılıyor. H.A.)

[7] Bkz, Cumhuriyet, Temizlik başladı Zeylân deresindekiler tamamen imha edildi, 16.07.1930. (Haber şöyledir: “Zilan harekâtında imha edilenlerin sayısı 15 bin kadardır. Zilan Deresi ağzına kadar ceset dolmuştur.”) Ayrıca bkz: http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tutanak_g.birlesim_baslangic?P4=20599&P5=H&page1=25&page2=25

[8] Bkz, Wadie Jwaideh, The Kurdish National Movement: Its Origins and Development, s 206.

[9] Bruinessen’in, 1920 ve 30’lardaki katliamlara dair makalesinde dediği gibi, sözkonusu olan, Kürtlerin bireyler olarak yok edilmesi değil, Kürt kimliğinin ve onun savunucularının yok edilmesidir.

[10] Sri Lanka’nın Tamil katliamıyla ilgili bir yazı için bkz; Hamza Aktan, Sri Lanka’nın Gizlenemeyen Katliamı, 20.06.2011. http://hamzaaktan.blogspot.com/2011/06/sri-lankann-gizlenemeyen-katliam.html

[11] Bkz, Ali Özsoy, PKK'nın sonu Sri Lanka mı?, Türk Solu, 03.10.2011.

[12] Yazılar için sırasıyla; Bkz, Erdal Şafak, PKK ve Tamil Kaplanları, Sabah, 04.02.2009Bkz, Oktay Ekşi, Oradaki PKK, Hürriyet, 21.05.2009.
Bkz, İbrahim Kiras, PKK tek başına değil ki, Star, 22.09.2011. Bkz; Türkmen Terzi, Tamil Kaplanları kendi sonunu hazırladı, Aksiyon, 25.10.2011.
Bkz, Taha Kıvanç, Tamil Kaplanları mı? Ağzından yel alsın..., Zaman, 17.07.2011.Bkz, Hüseyin Gülerce, Terörle mücadele, neden farklı olacak?, Zaman, 27.07.2011.

[13] Bkz, Kumari Jayawardhana, Ethnic Conflict in Sri Lanka and Regional Security. http://www.infolanka.com/org/srilanka/issues/kumari.html

[14] A.g.m.

[15] Bkz, K.M. de Silva, Affirmative Action Policies: The Sri Lankan Experience. Ethnic Studies Report, Vol. XV, No. 1997

[16] Wikipedia’nın Sri Lanka’s Ciwil War maddesi, 26 yıllık iç savaşın detaylı bir özetini sunuyor.

[17] Bkz, Niel A. Smith, Understanding Sri Lanka's Defeat of the Tamil Tigers, NDU Press, http://www.ndu.edu/press/understanding-sri-lanka.html

[18] BM Raporu için bkz; Report of the Secretary –General’s Panel of Experts on Accountability in Sri Lanka. http://www.un.org/News/dh/infocus/Sri_Lanka/POE_Report_Full.pdf Ayrıca yaşanan vahşetin görüntüleri için “Sri Lanka’s Killing Fields” (Sri Lanka’nın Ölüm Tarlaları) isimli belgesel şuradan izlenebilir: http://www.channel4.com/programmes/sri-lankas-killing-fields/4od#3200170

[19] Bkz, Erdoğan Dersim için özür diledi, Milliyet, 23.11.2011. http://siyaset.milliyet.com.tr/erdogan-dersim-icin-ozur-diledi/siyaset/siyasetdetay/23.11.2011/1466430/default.htm